Yarısı yurtdışına, yarısı yurt içine dağılarak can pazarından can kurtaran 13 milyon Suriye vatandaşı, yavaş yavaş memleketine dönüyor. Halep, Hama, Humus ve Şam’a ulaşan her bir birey, başını yere koyup toprağı öpüyor. Ama her gelen toprağa kapaklanıyor ve secde makamında toprağı öpüyor, öpüyor, öpüyor. Allah, Allah! ana kucağı, ata ocağı bu toprağı, bu kadar çok mu özlemişler?
Evet, evet insan doğduğu toprağın kokusunu, hem çok severmiş hem de çok özlermiş. NİYE ACABA? — çünkü toprak, ilk anadır. Hatta son ana da toprak olacak olacaktır. İnsan ilk ana toprağıyla buluşunca özgürleştiğinin farkına varıyor. Bu özgürlük hasret ve heyecanıyla o toprağa yüz sürüp sevgiyle öpmeyi de bir sembol olarak özgürlüğü haykırma tesellisi görüyor.
Baas ideolojisinin, ana slogan olarak 20. yüzyılda uydurup hadîs modunda propaganda ettiği: “Vatan sevgisi imandandır!” özdeyişi, insanları büyülemek, uyutmak ve uyuşturmak için yetti de arttı bile. Vatana iman ile otoriter sisteme ve diktatör yöneticiye mutlak itaat eşdeğer kılındı. Bir de ardından dipçik değil de gaz ve misket bombalarıyla yürekler titretilip, akıllar alınınca meydan 61 yıl zalimlere kaldı. Artık ne özgürlük ve hürriyet, ne insan ve insanlık kaldı Suriye’de. 13 Senelik iç savaşın ardından canına tak diyen genç kuşak topluca kıyam edince, zalim kaçmayı yiğitlik saydı kendince.
İşte böylece korkutulan halk, sürüleştirildi, köleleştirildi ve zulme mahkum edildi. Ama umutlarını, mücadelelerini ve dirençlerini ilk gün dik ve diri tutabilselerdi bugünlere kalmadan özgürlüklerini kazanabilirlerdi. Ama özür diliyorum; bugün bu pencereden konuşmak kolay. Taa 1917 de tüm sömürgeci batı emperyallerinin çullanarak tarihten silmek istediği Osmanlı’nın Yemen, Hicaz, Kudüs ve Şam’dan çekilmek zorunda bırakılmasının ardından tam 46 yıl İngiliz ve Fransız at oynattı, sömürdü ve köleleştirdi. Giderken de kendilerine kulluk yapacak zalim kuklaları bırakarak kölelik prangalarını kilitleyerek gittiler.
Suriye özelinde geçmiş 107 yıl hepimize ders ve ibret olsun. Hastalık gibi başa gelince, Allah Allah bu da ne? hani benim özgürlüğüm, hürriyetim, insanlığım feryadına mecbur ve mahkum olmayalım inşallah.
Özgürlük, uğrunda ölebileceğimiz değerler, doğrular ve ilkeler varsa bir anlam ifade eder hayatımızda.
Ama uğrunda ölebileceğimiz, ölümüne sevdiğimiz ve de bağlı olduğumuz değerler, ilkeler ve doğrular yoksa hayatımızda
özgürlüğün bir anlamı olmayacaktır. En azından fıtratımıza yani fabrika ayarlarıımıza uygun yaşamamız halinde özgürlüğümüzü koruyabiliriz. Ama aklıma esen, canımın istediği, nefsimin çektiği her şeyi yiyeyim, yapayım modu, tam bir maymun iştahlığıdır.
Oysa özgürlük ve sorumluluk hayatımızda elele gitmelidir. aksi halde sorumluluk olmadan özgürlük ortamına ulaşamayız. Çünkü her birimizin topluma, tabiata, ailemize ve diğer varlıklara, kendimize ve yaratanımıza karşı sorumluluklarımız var. Herkesin aklına geleni, canının çektiği, “yapmazsam ölürüm” dediği vur patlasın, çal oynasın sınırsız hazlar, hem bireyin hayatında hem de toplum düzeninde KAOS YARATIR. Ve gün görmemiş nice belalara davetiye çıkarır.
Sözün Özü sınırsız özgürlük, sıfır sorumluluk işte belanın tarifi tam da budur.
NURİ ÇALIŞKAN
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-