islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,3770
EURO
35,0164
ALTIN
2.325,59
BIST
9.103,47
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
23°C
İstanbul
23°C
Az Bulutlu
Cumartesi Az Bulutlu
22°C
Pazar Parçalı Bulutlu
22°C
Pazartesi Az Bulutlu
24°C
Salı Az Bulutlu
18°C

Üç Ayları Doğru Anlıyor ve Doğru Algılıyor muyuz?

Üç Ayları Doğru Anlıyor ve Doğru Algılıyor muyuz?
3 Şubat 2022 09:11
A+
A-

Üç ayların hem sevindiren hem de hüzün veren yönü vardır. Sevindiren yönü şudur: Birçok insan bu ayları ve bu geceleri fırsat bilerek tevbe etmekte, camilere yönelmekte, namaz kılmakta, oruç tutmakta, vaaz ve nasihat dinlemekte ve sadakalar vermektedir.

Hüzün veren yönü de şudur: Bu aylarda ve bu mübarek gecelerde yaşanan dini hayat ve heyecanın o mübarek zaman dilimlerinden sonra azaldığı veya bazı çevrelerde hiç kalmadığı gözlenmektedir.

Halbuki Hz. Peygamber’in (s.a.v) devrinde böyle bir kutlama tarzı ve anlayışı yoktu. “Üç aylar Müslümanlığı, Cuma Müslümanlığı” diye bir Müslümanlık ta yoktu. O devirde her Müslüman her ayı değerli görüyor ve Müslümanca yaşıyordu. Beş vakit namazı kılmayan Müslüman yoktu. Beş vakit namazın yanında güç yetirebilenler, teheccüd namazına kalkıyor, bütün namazlar mümkün mertebe camide, değilse başka mekânlarda cemaatle kılınıyordu. Onların devrinde her gün ve her gece mübarekti. Ekonomik kriz yok, herkes alnının terini silerek kazanıyor, çalışan alnının teri kurumadan ücretini alıyor, her zengin zekâtını veriyordu. Gelir dağılımında adalet öyle gelişti ki, gün geldi, zekât verilecek fakir bulunamadı.

Herkes ahirette hesap vereceğim endişesiyle adımını atıyor, şuna buna zarar vermek, çalıp çırpma, kapıp kaçırma yerine; herkes, herkesin menfaatini kendi çıkarından önce düşünüyordu. Onun için onların asrına “Asr-ı Saadet=Huzur Asrı” denmişti. Çünkü onlara kâmil iman, takva ve güzel ahlak hâkim olmuştu. Kadın-erkek herkes tesettüre ve tesettürün ölçülerine riayet ediyordu. Allah’ın haram kıldıklarına ve günah saydıklarına pranga vurulmuş, helallere özgürlük tanınmıştı. Bedenleri temiz, elbiseleri temiz, ağızları temiz, kalpleri temiz, çevreleri temizdi onların. Kullara kulluk kalkmış, herkes Allah’a kul olmuştu. Onlar, hak ve adaletten ibaret bir medeniyeti dünyaya yayma yolunda hep zaferden zafere koşuyorlardı. Onlar dinlerini koruyorlardı, din de onları koruyor, onlara güç ve moral veriyordu. Hapishanelere ve hastahanelere nerdeyse ihtiyaç kalmamıştı. Çünkü kolay kolay suç işlenmiyor, kolay kolay kimse hasta olmuyordu. Çünkü onlara Hz. Peygamber’in (sav) sünneti ve ahlakı hakimdi. Acıkmayınca yemiyorlar, yemeye başladıklarında da tok olmadan kalkıyorlardı. Akla ve bedene zararlı olan hiçbir şeyi, hiçbir haramı ağızlarından içeriye sokmuyorlardı. Çünkü iman kemalini bulmuş, kâmil iman da insanlara üstün moral vermiş, üstün moral de huzur ve sağlığın kaynağı olmuştu.

Bugünün Müslümanına da lazım olan bu. Ne hazin ki bugünün Müslümanı bu morali, bu huzuru, bu sağlığı bulamamaktadır. Çünkü bugünün Müslümanının din anlayışı, dini ritüelleri yaşama anlayışı değişmiştir. Bu günün Müslümanı, Allah’ın gönderdiği dine uymakla değil de, dini kendine uydurma belasıyla baş başa kalmıştır.

Bu beladan kurtulmanın çaresi, Peygamber ve ashabının yaşadığı saf ve temiz, doğru ve adil Müslümanlığa dönmektir. Biz de tıpkı ilk Müslümanlar gibi, İslamiyet’in ahkâm ve ahlakını her zaman ve her yerde yaşamalıyız. İslamiyet’i, sadece üç aylara ve mübarek gecelere tahsis etmemiz, camilerin dört duvarı arasına ve vicdanlara hapsetmemiz yanlışların en büyüğüdür. Müslümanlık süreklilik arz eden bir hayat tarzıdır. Allah Resulü Efendimizin (sav): “Allah’a en sevimli olan din, sahibinin (yani inanan kişinin) sürekli olarak yaşadığı dindir.”[1][1] Sözü ne kadar güzel ve ne kadar makul bir sözdür. Allah da zaten gücümüzün dahilinde yaşayacağımız ve yapabileceğimiz şeyleri bizden istemiştir.[2][2] Ama devamlı istemiştir. Buna en güzel misallerden biri namazdır. Allah mutlaka kılmamız gereken namazı belli aylara, belli gecelere tahsis etmemiş, günde beş vakte serpiştirerek her gün istemiştir. Ta ki insan her gün manevi hayatla ve iman esaslarıyla iç içe yaşasın. Kendisini her an görüp gözeten bir Allah’ın olduğunu, yaptıklarını kaydeden meleklerin bulunduğunu ve ahirette hesap vereceğini unutmasın. Unutmasın ki kendisine, ailesine, devletine ve milletine zarar verecek günahlara dalmasın, dadanmasın, zarara, ziyana ve cehenneme düşmesin.

Yine Allah sadece mübarek bir gecede haram ve günahlardan kaçmamızı istemiyor, her gece, her gün, hatta her an haram ve günahlardan uzak durmamızı istiyor. Çünkü haram ve günahlar ya kul hakkına ya da Allah hakkına tecavüzdür. Bu hukuku çiğnemeye hiç kimsenin, hiçbir zaman hakkı yoktur. Allah’ın iyilikleri kesintisiz devam ettiğine göre insanın da şükür ve ibadeti kesintisiz devam etmelidir.

Allah’ın ahkâmına uyduğumuz, Peygamberimizin ahlakını yaşadığımız her ay mübarektir, bu aylar üç aylar olmasa da. Allah’ın ahkâmını ve Peygamberimizin ahlakını yaşamadığımız her ay yaşamayanlar için azaptır; bu aylar üç aylar olsa da. Allah her ayı ahkâmına uyarak, Peygamberinin ahlakını uygulayarak yaşamayı hepimize nasip eylesin.

Selam ve sevgilerimle.


[3][1] Buhari, İman, 32Ebu Davud, Tatavvu’ 27; Suyûtî, Celalüddin, el- Camiu’s- Sağîr, I, s. 19

[4][2] Bakara, 2 / 286

Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi


Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.