islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5995
EURO
34,8109
ALTIN
2.499,43
BIST
9.524,59
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Hafif Yağmurlu
14°C
İstanbul
14°C
Hafif Yağmurlu
Cumartesi Açık
20°C
Pazar Az Bulutlu
21°C
Pazartesi Az Bulutlu
23°C
Salı Az Bulutlu
22°C

Ülfet ve ünsiyetin olmadığı toplumlarda çatışma kültürü hâkim olur

Ülfet ve ünsiyetin olmadığı toplumlarda çatışma kültürü hâkim olur

Toplumun birliğini ayakta tutan, adalet ve kardeşlik duygusudur. Sosyal adalete dayanan kardeşlik duygusunun somut tezahürü ise sevgi, muhabbet, saygı, ülfet ve ünsiyettir. Gönüllerin birleşmesi, insanların birbirleri ile güzel anlaşıp kaynaşması, insanların adalete dayanan hukuk sisteminin varlığına inanmalarına ve kendilerine hukuk güvenliğinin verilmesine bağlıdır. Bu durumda kimse, kimseye tehdit edemez, kötü söz söyleyemez, çünkü adalet, kötülük yapanların yakasına yapışır ve mağduru korur. Bu sistem, toplum nezdinde de bir hayat tarzı olarak benimsenirse, o toplumda çatışma kültürü ve kaotik ortam meydana gelmez.

Seslendiren: Şaban Doğan

Zaten insanlarla iyi geçinmek, onlarla haşir neşir olmak, temiz fıtratın da arzu ettiği bir haslettir. Hayatı paylaşmak mecburiyetinde olduğumuz insanlarla görüşmek, konuşmak, onlarla kaynaşmak, güzel geçinmek için sabretmek, yaşadığımız sosyal sorunların birçoğunu ortadan kaldırır. Onun için hukuku esas alan bir sosyal devlet, sadece sosyal kanunlar çıkartmakla yetinmez, aynı zamanda toplumda sosyal münasebeti tesis eden, geliştiren ve koruyan bir manevî atmosfer oluşturur.

Bunun için bizzat kendisi örnek olur, yani devlet yöneticileri, hem kendi aralarında, hem de topluma yönelik olarak insaflı ve müşfik bir dil kullanır/kullanmalıdır. İdareciler, samimî duygularla bütün vatandaşlarına hüsnü muamelede bulunmalıdır. Böyle olunca sadece devlet-millet kaynaşması olmaz aynı zamanda insanlar da birbirine yaklaşır ve olası düşmanlıkların ve çatışmaların önüne geçilebilir. Özellikle yaşlı, yetim, yalnız, kimsesiz ve muhtaç insanlarla sosyal diyalog kurmak, onlarla hoşça geçinmek, ülfet ve ünsiyet etmek, onlara her hususta yardımcı olmak sosyal barışın ve tekâmülün bir gereğidir.

İslâm, Ülfete ve Ünsiyete Nasıl Bakar?

İslâm âlimleri de ülfet ve ünsiyet etmenin önemine binaen sosyal hayata yönelik ülfeti, vahşet ve yabaniliğin zıddı ve medenî varlık olmanın temeli olarak kabul etmiştir. İslâm dini, başkalarını sevmeyi, insanlarla ülfet etmeyi, müminlerle dostluk ve kardeşlik kurmayı teşvik etmektedir. Bir toplumda ülfetin yaygın olabilmesi ve çatışma ortamının engellenebilmesi için, özellikle geçim zorluğu çekenlerin sosyo-ekonomik yönden himaye altına alınması, maddî ve manevî ihtiyaçlarının karşılanması gerekir. Aç insana, temel ihtiyacını gidermeden sevgiden bahsetmek, onu kandırmaktan başka bir şey değildir.

Peygamberimiz (sav) hayırlı bir toplumun sosyal duyarlı ferdini, çarpıcı bir şekilde tersinden ele alarak, şu hadis-i şeriflerinde ülfet hasletine işaret etmektedir:

“Mümin kendisiyle ülfet edilendir. İnsanlarla ülfet etmeyen ve kendisiyle ülfet edilmeyende hayır yoktur.” (Ahmed b. Hanbel, II, 400).

Ülfetin Olmadığı Yerde Sosyal Çatışma Meydana Gelir

Dikkat ediniz! Kamusal ve sosyal barışı tehdit ve halkı kin ve düşmanlığa tahrik edenlerin bir iç dünyalarına bakınız! Hemen hepsinde merhamet duygusu kaybolmuş, canavarlaşmış tiplerdir. Kalpleri kararmış, ruhsuz ve vicdansız bu tipler, en küçük bir hata yapan idarecilere veya kişilere karşı, sanki haklılarmışçasına hiç çekinmeden alenî bir şekilde tehditte bulunur ve bunu bir ideoloji kılıfına sokarak, marifet zanneder.

Böyle acımasız bir yaklaşım yaygınlaşırsa, kişi veya gruplar arasındaki anlaşmazlıklar, uyuşmazlıklar giderileceği yerde bir çarpışmaya dönüşebilir. Çatışma kültürü; kişinin kendisiyle, başkasıyla veya mensubu olduğu toplumuyla anlaşamaması sonucunda kendisiyle veya başkasıyla barışık olmaması ile birlikte kendisine veya başkalarına zulmetme eğilimine girme sürecidir.

Bir toplumda yaygın olarak adaletsizlik, haksız rekabet ve paylaşımın bir sonucu olarak düşmanlık, haset, öfke, endişe, korku, kıskançlık, hırs, değerlerin ve(ya) menfaatlerin uyuşmazlığı, saldırganlık dürtüleri, fakirlik ve akl-i selimden uzak düşünce arızaları olduğu sürece toplumsal çatışmanın her çeşidi meydana gelebilir. İki veya daha fazla sayıdaki kişi, grup, mahalle, yer altı örgütü veya siyasî parti arasında çatışma durumu olabilir. Türkiye’de 70’li yıllarda görüldüğü gibi “sen komünistsin”, “sen faşistsin” diye diye yabancı ideolojilerle beslenmiş Ahmet, Mehmet ismi taşıyan sözde “idealist” ammâ radikalleştirilmiş gençlerin birbirleriyle alenî bir biçimde savaşmaları, bunun en fecî tezahürüdür.

Bertrand Russel’in şu sözü bile bu bağlamda bizi düşündürmelidir: “En şiddetli çatışmalar, her iki yönde de kuvvetli deliller bulunmayan konularda olur.” Yani sorunlarımızı ortak akılla, müzakere ile birlikte çözmek yerine taraflar, kendilerini haklı zannederek, karşı tarafı sürekli olarak saldırırsa, çatışma tuzağına düşen bir toplum olmaya devam ederiz. İletişim, dayanışma ve işbirliğinin olmadığı toplumlar da sosyal ve ekonomik yönden daha büyük bir kriz bataklığının içine sürüklenir. Toplumsal alanda sosyal çözülme ve çatışma ortamı, kurumların ve sosyal yapının bağlayıcı fonksiyonu ortadan kalkar. Manevî birliği oluşturan âmillerin sarsıntıya uğraması neticesinde, toplum hayatının parçalanması, sosyal birliğin bozulması neticesinde kaos ve anarşi hâkim olur.

Velhâsıl

Başta devlet/hükümet olmak üzere fertlerin ve sosyal grupların, adaletten, maneviyattan, millî kültürden sapma göstermesini istemiyorsak, iktisadî, sosyal, ahlâkî ve siyasî yozlaşmaların, kaygıların ve kargaşaların ortaya çıkmasını arzu etmiyorsak, toplum olarak parçalanıp ayrılığa düştükten sonra dünyevî ve uhrevî azaba sürüklenmekten korkuyorsak (Âl-i İmrân: 103), hepimiz tek tek ve hep birlikte aklen ve kalben Allah’ın kurtuluş “ipine” sımsıkı sarılıp, O’nun adaletine ve emirlerine uymalıyız (Âl-i İmrân: 103) ve pratikte ulu önderimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın mübarek yolundan gitmeliyiz. Kur’ân’ın sosyal çözülmelere karşı bizlere buyurduğu işte budur:

“Allah ve Resulüne itaat edin, birbirinize düşmeyin (birbirinizle çatışmayın), sonra zayıflarsınız ve zaferi (sosyal birliği ve iktisadî başarıyı) elden kaçırırsınız. (Birbirinize, sıkıntılarınıza karşı) Sabredin; şüphesiz Allah sabredenleri sever.” (Enfal: 46).

Her yönüyle sabır gösteren bir toplum, birbirine anlayış, merhamet, saygı ve sevgi de göstermeye başlar. Sevginin bir tezahürü olan ülfet ve ünsiyet hasletimiz de bizi cennete götüren en önemli amelimiz olacaktır, inşallah. Öyle buyurmaktadır ulu önderimiz Hz. Hz. Muhammed Mustafa (sav):

“Allah’a yemin ederim ki, sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş sayılmazsınız.” (Müslim, İman-54).

Prof. Dr. Ali SEYYAR

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.