islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,7512
EURO
36,4587
ALTIN
2.951,59
BIST
9.681,11
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Hafif Yağmurlu
11°C
İstanbul
11°C
Hafif Yağmurlu
Çarşamba Hafif Yağmurlu
12°C
Perşembe Çok Bulutlu
13°C
Cuma Parçalı Bulutlu
14°C
Cumartesi Açık
16°C

Araba Sevdası

Araba Sevdası
A+
A-

Osmanlı döneminde, görülmesi lüzum eden işleri görmekte kullanılan at ya da başka yük hayvanlarınca çekilen çeşitli arabaların ardından, batılılaşmaya azmeden tuzu kuru zümrenin sayfiye yerlerinde temaşa ve eğlenceye düşkünlüğü ile birlikte ortaya bir “araba sevdası” gerçeği çıkıyordu.  Atların çektiği birbirinden gösterişli arabalarla bilumum eyyamcılar, azınlık varyetesi ve kalem erbabı/memurin sayfiye yerlerinde boy gösteriyor, fiyaka satıyordu.

            Araba sevdası/iptilasının o ilk nüksedişlerinin üzerinden bir buçuk asır geçti. Bu sevda katmerlendi ve yalnız seçkinleri değil toplumun bütün katmanlarını pençesine alan müzmin bir maraz halini aldı.

            Tarihçi Erhan Afyoncu’nun 5 Kasım 2017 tarihinde Sabah gazetesinde yazdığı yazıya göre, Osmanlı ülkesine elektrikli motorlu, benzin motorlu ve gazlı motorlu otomobiller getirmek için çeşitli teşebbüslerde bulunulur. Ancak yetkililer bu talepleri her seferinde reddederler. Hatta ilk olarak İstanbul’da Kartal – Yakacık arasına ve Balıkesir – Bandırma arasına hat açma talepleri gelir ancak kabul edilmez.

            Araba sevdasının dünyada ve ülkemizde geldiği durumu, 19. Yüzyılın pozitivist ve ilerlemeci mantığından sıyrılarak, bu sevdanın insana ve tabiata kestiği faturayı dikkate alarak değerlendirdiğimizde, o gün, o talepleri reddedenlerin endişelerinin haklılığını teslim etmek durumundayız.

Ülkemizde tam anlamıyla bir araba fetişizmi yaşanıyor. Şehirler, kasabalar, köyler arabalar tarafından zaptedilmiş durumda. İnsanlar yeni çıkan araba modellerini edinmek için yarış halinde. Bir araba, binek olmakla beraber, markası ve özellikleri aynı zamanda sahibinin toplumdaki yerini ve itibarını belirliyor. Araba tekerleklerinin çapı ve yüksekliği büyüyüp yerden yükseldikçe, malikleri, “küçük dağları ben yarattım” havasına çok çabucak kapılıyorlar.

            Öğretmenler odası sohbetlerinden alın da, iş görüşmelerine, kamu ve sivil toplum örgütü ortamlarına, eş dost yâran muhabbetlerine en mühim yeri işgal ediyor araba eksenli mükâlemeler.

-Kaç motor?

– 2.500

-Kaç beygir?

-200 beygirmiş

-Seninkinde yokuş kalkış desteği var mı?

-Olmaz mı abi/ayol!

-Şanzımanı ne; manuel mi, otomatik mi yoksa triptonik mi?

-Otomatik, çok rahat oluyor abi/Ay, otomatik tabii ki, çok rahat ettim

-Yol tutuşu nasıl?

-Acayip tutuyor?

-Sıkılmadın mı hâla bundan?

-Satacağım da, yeni bir modeli çıkıyor onu bekliyorum. Bayiye peşinat verip sıraya yazıldım.

Aklınıza gelecek hemen her ortamda bu kabil muhabbetler uzayıp gidiyor. Arabalar her yeri teklifsizce istilâ ediyor. Onlar her yanı istilâ ederken, insanlık gitgide kenara köşeye itiliyor. Sohbetlerin ana ekseni “araban kadar konuş” oluveriyor tabii olarak.

Otomotiv üreticileri, finans kuruluşları ve onların nesnesi haline gelmiş idareler araç satışlarının durmaksızın artması için her çareye başvuruyor. Hiç birini yerli olarak üretmediğimiz bu arabaların satışlarındaki durgunluk, ekonomik krizin göstergesi sayılıyor. Yetkililer teyakkuza geçiyor haliyle. Kimin ekonomisi krize girmiş oluyor, tahmin etmelisiniz?

Aman otomotiv sektörü hız kesmesin!!!

Arabaların özne, insanların nesne haline geldiği bir hercümerç zeminine döndü şehirler. Şehirler dediysem söz gelimi işte; devasa/azman kentler, sair vilayetler, ilçeler ve kasabalar…

Kimi insanlar çalışıp çabalayıp, yetmedi borçlanıp “araba sevdası”nda vuslata nail oluyor, ancak çok geçmeden peşinde koştuğu alımlı güzel, üreticileri tarafından sürekli yenileri geliştirilmek suretiyle, cadı görünümlü bir acuzeye dönüştürülüyor.

Haydi bakalım…!

Onun eskisi bir başkasının yenisi olurken, o yeniden tasarlanmış bir araba güzeli için elindeki avucundakiyle beraber bir finans kuruluşunun kapısına dayanıyor.

Kimileri için ise, pantolon-gömlek değiştirmek kadar tabii bir hâl almış durumda araba değiştirmek. Tatmin yeteneğini yitirmiş kişiliklerin arayış nesnelerindendir otomobiller.

Recaizâde Mahmut Ekrem Araba Sevdası adlı romanını 1889’da yazmış. Romanın baş kahramanı varlıklı bir babanın varisi olan, kendi milletine, memleketine, kültür ve medeniyetine dudak büken Bihruz karakteridir. Bihruz Fransız hayranıdır. Bütün davranışlarını özenti güdüsü şekillendirmektedir. En büyük eğlencesi, gösterişli arabalarla Çamlıca’da gezintiye çıkıp dilber peşinde koşmaktır. Zira Çamlıca, bahar ve yaz mevsimlerinde, benzer arabalar ve tiplerin cümbüşüne sahne olmaktadır.

Recâizâde, dönemin İstanbul’undaki bu özentiyi, karikatür bir tip olarak tasvir ettiği Bihruz ve onu türlü yalanlarla ayartan Keşfi karakterleriyle komikleştirmiştir. Fakat bu komik hâlin, düşünüldüğü zaman, “hazin ve elemli” bir hâl olduğunu kitabının mukaddimesinde ifade etmiştir.

Henüz motorlu arabaların hayatımıza girmediği bir zamanda, İstanbul ahâlisinin fayton gezintilerine düşkünlüğünü mesele yaparak “Araba Sevdası”nı yazan Recaizâde, acaba motorlu araçların devasa kentlerden mezralara kadar bütün dünyayı işgal ettiğini görseydi ne yazardı?

Ülkemizde, yılda, ortalama 7.000 kişinin trafik kazalarında öldüğünü, ortalama 300.000 kişinin de trafik kazaları sonucu yaralanıp sakat kaldığını bilseydi mesela…

Dünyadaki büyük iklim değişikliklerine ve tabiattaki büyük tahribe, araçların yaktığı fosil yakıtlardan havaya salınan gazların sebep olduğunu, dahası, insanın nesneleşip nesne olan arabaların insanüstü bir statü kazandığını görseydi ya…

Araba endüstrisi sayesinde küçük bir azınlık semirirken kâhir ekseriyetin köleleştiğini bilseydi, bütün bunlar karşısında ne düşünür ne yazardı acaba Araba Sevdası’nın müellifi. Günümüz entelijansiyası gibi üç maymunu oynamayacağı aşikâr.

Hakikat içler acısı bir hâl arz ediyor. Recaizâde’nin 19. Yüzyılın İstanbul’unda faytonlara düşkünlükte gördüğünü, tepesinden aşağıya mülevves gazları içkin yağmurlar yağan günümüz insanı göremiyor. İnsanların rüyalarını, hayallerini, muhabbetlerini, sokaklarını, kaldırımlarını, yeşil alanlarını arabalar işgal ediyor. Toprak, araba fetişizmini tatmin için asfaltla kaplanıyor hızla ve hoyratça. Tabiat, sinesine amansız kılıç darbeleri alanlar gibi duble/otoban yollarla yarılıyor enine ve boyuna. Hava diye egzoz dumanı soluyan insanlık ikinci el arabaların ve ikinci el havanın çöplüğüne dönüşüyor.

Bir sanrı, bir amansız hastalık halini alıyor araba sevdası.

Bir büyük çöküşün eşiğine doğru hızla yol alıyor insanlık.

Şaban ÇETİN

Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.