islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,4375
EURO
34,7411
ALTIN
2.439,70
BIST
9.915,62
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
16°C
İstanbul
16°C
Az Bulutlu
Pazar Az Bulutlu
16°C
Pazartesi Az Bulutlu
16°C
Salı Az Bulutlu
18°C
Çarşamba Az Bulutlu
19°C

CAMİDE DİNE TEPKİ

CAMİDE DİNE TEPKİ
1 Mart 2024 10:00
A+
A-

Doğru bir antropoloji yapıldığında beşeriyetin tarihinde Tek Tanrıcılık’tan çok tanrıcılığa, tesettürden üryanlığa doğru bir gidiş olduğu görülür. Başlangıç noktası öyle olsa da seyir düz bir çizgi (lineer) takip etmez, tarih zikzaklar çizer. Hz. Adem’in tebliğ ettiği tevhid inancının yerini sonraları putperestlik almış, eş zamanlı olarak dünyanın bir yerinde tevhid inancı üzere yaşayanlar olduğu gibi başka yerlerde putperestler de yaşamıştır.

Beden algısı, bedenin kullanımı ve giyim kuşamın referans alınan inançla yakın ilişkisi var.

Tek Tanrıcılık-çok tanrıcılık çerçevesinde tesettür-çıplaklık ilişkisinoeki seyir biraz daha farklılık arzeder. İstisnalar hariç, baskın karakterde asıl olan tesettür, arızi olan ise çıplaklıktır. Sadece semavi dinler değil, hikmet merkezli dinler ve inançlarda da aslolan tesettürdür; istisna dış dünya ile zaman içinde ilişkileri tümüyle kopmuş Afrika, Avustralya veya Amerika kıtasında, özellikle ormanların içinde yaşayan ve batılı antropolgların adına “ilkel” dediği kabilelerdir. “İlkel kabile” dış dünya ile yani başaka beşeri topluluklarla ilişkisini tamamiyle kesmesi sonucu kültürel psikoza uğrar. Söz konusu kabile hayatında erkekler ve kadınlar üryan gezerler, bazılarında sadece ön ve arka avret yerleri örtülür.

Yüksek medeniyet ve şehir hayatının geliştiği beşeri toplulukların tamamında kadınların giyim kuşamının tesettüre uygun olması bunun gösterir. Medeni hayattan uzaklaşıldıkça tesettürün yerini dekolte kıyafetler ve çıplaklık alır. Dekolte kıyafet Hz. Peygamber (s.a.)’in dilinde “giyinik örtü (ariyâtün kâsiyât)” olarak geçer.

Mü’minler nasıl giyeneceklerine, bedenlerini nasıl kullanacaklarına kendileri karar veremezler. Beden bize ait değildir, bize –bilincimize- verilmiş emanettir. İntihar gibi zina da haram olduğuna göre, bedenin kullanımı da ilahi hükümlere uygun olmak durumundadır. Liberal felsefe, bedenin her türden kullanımını kişinin bireysel özgürlüğü ve kişisel tercihine bırakır. Liberal düşünceye göre, kişinin bedeninin şu veya bu tarzda kullanması, çıplak gezmesi, örtünmesi onun tercihidir, kişisel tercihe kimse karışamaz; kamu otoritesi bunu öyle kabullenir.

Başörtüsü dahil bedeni örtme emri Yahudilekte ve Hıristiyanlık’ta da emirdir. 1910 yılına kadar Avrupalı kadınlar genel olarak tesettüre riyate ederlerdi, bu tarihe kadar denize girme bid’atı yoktu. Halen Kuzey İtalya ve Avustralya’da rahibe olmayan kadınlar bedenlerinin tamamını örttükleri gibi başlarını da örterler. New York’un göbeğinde kapalı gezen Yahudi kadınlar vardır.

Bilhassa İkinci Dünya Savaşı’nda 50 küsur milyon insanın –ki kahir ekseriyeti elbette erkekti- ölmesi üzerine erkeksiz kalan milyonlarca kadın yeni bir kültürel dönüşümde belirleyici rol oynadı. Bu kadınlar geçimlerini temin etmek zorundaydılar, onları koruyan, yuvayı beraber yürüttükleri kocaları veya babaları yoktu artık. Almanlar bir ara İslam’daki ruhsata bakıp bir erkeğin birden fazla kadınla evliliği (taaddüt-ü zevcat) medeni kanuna dahil etmek istedilerse de, bu olmadı. Bence savaş sonrasında çokeşli evlilik benimsenmiş olsaydı, durum farklı mecrada seyredecekti.

Yeri gelmişken, Socvyet Rusya’nın, arkasından Amerika’nın Afganistan’ı işgal etmesiyle 4 milyon 100 bin insan hayatını kaybetti; Amerika’nın Irak’ı işgal etmesinden sonra hayatını kaybedenlerin sayısı 1 milyondur. Suriye iç savaşında şu ana kadar 700 bin kişinin hayatını kaybettiği bildiriliyor, ülke içinde veya dışına çıkarak yer değiştirmek zorunda kalanlar (mülteciler) 7 milyonun üzerinde; Yemen ve başka yerlerde de patlak veren savaşlarda kitlesel ölümler vuku buluyor. Kolayca tahmin edilebileceği gibi ölenlerin çoğu erkektir; geriye milyonlarca kadın dul, milyonlarca çocuk yetim kalıyor.

Ortada, korumasız kalmış milyonlarca kadının nasıl hayata tutunabileceklerini tahmin edelim. Çocuklarıyla çaresiz bir kadın ne yapar?

Müslümanlar, sahiden dinlerini, hele Kur’an’ın ahkamını ciddiye alacak olsalardı, ortada muhtaç ve çaresiz tek bir kadın veya yetim çocuk kalmazdı. Öyle çaresiz kadınlar var ki, sadece başını sokacak, ekmek-soğan da olsa karnını doyuracak imkandan mahrum. Bu müslüman dünyanın pek telaffuz edilmeyen, neredyse telaffuz edilmesi tabu muamelesi gören bir sosyal yarasıdır. Oysa çözüm gayet basit: Müslüman erkekler Kur’an’ın gösterdiği gibi bir iki kadını daha nikahlayacak olsalar, bu derin sosyal yara bunca kanamaya yol açmazdı.

Elbette birtakım zorlukla var, zorluklar sadece medeni kanunun amir hükümlerinden kaynaklanmıyor. Medeni kanun önemli bir faktör olmakla beraber, kabul edelim ki müslümanların da maruz kaldıkları zihni dönüşüm çokeşli evliliği kabullenecek gibi değil. Bu konuda Kemalist ve laik çevreler öylesine baskın bir kültürel atmosfer oluşturdular ki, çokeşlilikten bahsetmek neredeyse suç.

Sadece Kemalist laik çevreler değil, bizzat “dindar muhafazakâr” çevreler, özellikle feminist müslüman kadınlar da diğerleri gibi, hatta zaman zaman daha şedit bir tutum ve söylem içindedirler. Kadının çokeşliliğe tepki vermesi fıtridir ve bunu anlamak mümkündür ama zaten fıtri olan mü’min kadının sınavıdır. Ortada bylesine canr yakıcı bir sorun varken, yani binlerce kadın kötü yollara düşer, istismara maruz kalırken, mü’min kadın fıtri bencilliği ve ondaki kıskançlık tohumlarını yeşerten duygularıyla mücadele edecek, kötülük girdabından kurtulduğunu gördüğü mü’min bir kadını görüp mutlu olacaktır.

İnsanlar durup dururken böylesine yüksek bir bilince erişemez. Bunun en başta muteber ve makbul kanaat önderleri, müslüman alim ve mütefekkirler, sonra da elbette kamu otoritesi tarafından gündeme getirilmesi, topluma akılcı bir dille anlatılması gerekir. Sadece bu değil diğer İslami hükümler de örgün ve yaygın eğitimi ağının ana konuları arasında yer alması icab eder, yoksa “müslüman” geçiniriz, pratik hayatımızda müslümanlıkla ilgimiz kalmaz.

Öyle bir noktaya geldik ki, değil çokeşlilik, hırsıza verilecek ceza vs. gibi konulardan bahsetmek, camiide çıplaklık aleyhinde  konuşmak bile zorlaşıyor.

Geçtiğimiz sene Eylül (2023) ayında tam da bu konuda ibret verici bir hadise yaşandı:

Zonguldak merkez Ulu Cami’de öğle namazından önce vaaz veren Vaiz Ali Koblay’ın Avrupa Şampiyonluğunu kazanan A Milli Kadın Voleybol Takımı’ndaki sporcu kızların kıyafetleriyle ilgili sarfettiği bir cümle yetkili kamu otoriteleri tarafından değil, cemaatten tepkiyle karşılandı.

İl Vazi’nin sarfettiği cümle şuydu: “Zafere giden yolda her şey mübah değildir.”

Cemaaten bir zat “Siz Kuran kurslarında erkek çocuklara tecavüz edilirken burada konuştunuz mu da Voleybol Milli Takımı hakkında konuşuyorsunuz” dedi. Cemaatten bir başka kişi de “Neymiş sakıncalı olan hocam açıkla da bilelim” ifadelerini kullandı. Cemaatten bazı kişiler öğle namazını kılmadan camiyi terketti.

İslam’ın tesettür emrini hatırlatan Vaiz’e karşı takınılan bu tavır karşısında Zonguldak İl Müftüsü’nün yaptığı açıklama ise çok daha manidardı:

“Bizler Diyanet İşleri Başkanlığı olarak Anayasa’nın 136’ncı maddesinde de belirtildiği gibi laiklik çerçevesinde her türlü siyasi düşünce dışında kalmak zorundayız. Milletimizin gururu olmuş, milli sporcularımız hakkında yani hedef gösterilerek böyle bir konuşma yapılması kabul edilmez.” (https://www.odatv4.com/guncel/vaiz-milli-takimi-hedef-gosterdi-cemaat-camiyi-terk-etti-120000276)

Çoğu zaman birtakım aksaklıklardan Diyanet sorumlu tutulur. Bu konuda da İl Vaiz’i neden saraheten korunmadı diye yakınanlar oldu. Ama Diyanet’in yaptığı açıklama kurumla ilgili mevzuata uygundu, başka bir tutum da takınamazdı.

Burada söz konusu olan bazı İslami hakikat ve ana hükümleri tebliğ etmede nasıl bir noktaya gelmiş olmamızdır. Tesettürle ilgili temel bir hükmü dahi artık dile getirmek suç. “Milli” olan “din”in önünde ve üstünde tutuluyor. Değil mi ki voleybol takımı şampiyon olup “milli gururumuz”u yükselltti, herkese milli marşımızı dinletti, bunun dinimizin temel bir hükmüne aykırı yapılmış olmasının da bir önemi yok.

85 milyon bunu alkışmalı, İslam’ın tesettür emrini dile getiren vaize haddi bildirilmeli.

İslam alemi tehlikeli bir sürecin içinde. Suudi Arabistanlı kız üryan-yarı çıplak bedeninin üzerine Kelime-i Tevhid’i geçirip resimler veriyor. Kelime-i Tevhid’e bundan daha büyük bir hürmetsizlik olamazrı. Ama mademki Suud milli devletini temsil etti, Kelime-i Tevhid artık bir devletin bayrağıdır, o bez üzerindeki yazı ve ibarelerin bir önemi yoktur.

Tesbihin imamesi kopmuş gibi, taneler sağa sola savruluyor. Helal haram birbirine karışmış. İncecik ve sıkı tayt giymiş başörtülü kızlar kafelerde bacak bacak üstüne atıp sigara veya nargile içiyorlar. Laik kesimin hayat tarzı, giyim kuşamı, çıplaklığı onları ilgilendirir. Rahatsızlık verici olan başörtülü kadınların giyinik üryanlar olması, dinin bir hükmünü dile getiren bir vaizin camiide tepkiyle karşılanması.

Altı çizilmesi gereken husus şudur:

Devletler, hükümetler bu türden ihlaller yapabilir. Peki, Müslüman alimler, fakihler, hocalar niye susuyor? Neden Allah’ın ve Resülullah’ın hükümlerini, emir ve yasaklarını gür sesle haykırmıyor, kitlelere “Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak” demiyorlar?

Ali Nalbantoğlu

MİRATHABER.COM -YOUTUBE- 

 

 

ETİKETLER: ÜSTMANŞET
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.