islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5245
EURO
34,8905
ALTIN
2.435,28
BIST
9.752,60
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
20°C
İstanbul
20°C
Az Bulutlu
Cuma Az Bulutlu
19°C
Cumartesi Az Bulutlu
16°C
Pazar Az Bulutlu
16°C
Pazartesi Az Bulutlu
18°C

Çevre ahlakı

Çevremizi kirletmemeli, yakmamalı, yıkmamalı, tahrip etmemeli, kurulu düzeni bozmamalı, çevre kirliliğine neden olacak davranışlardan uzak kalmalıyız. Onun için tabiatı ölçülü ve dengeli kullanmalı, temiz tutmalı ve bu konudaki ahlakî sorumluluklarımızı yerine getirmeliyiz. Dolayısıyla ekolojik dengeyi korumak için hayvan ve bitki topluluklarını korumak zorundayız. Eğer bu toplulukları koruyamayıp da bunların yok olmasına izin verirsek, ekosistem ve biyolojik denge bozulur.

Çevre ahlakı

Prof. Dr. Celal Kırca

Ahlak, iman ve ibadet gibi dinin en temel  ilkeleri  arasında yer alır;  insana bireysel sorumluluğunu ve görevlerini  hatırlatan kuralları ihtiva eder.  Ahlak, daha ziyade sosyal içerikli bir kavram olmasına rağmen, son zamanlarda özellikle çevre bilincinin gelişmesi ile birlikte anlam genişlemesine uğramış ve bu kavramın çevre ile olan ilişkisi dikkate alınarak “çevre ahlakı”  kavramı üretilmiştir. Bir başka ifade ile insan-insan ilişkilerindeki  kurallara  tahsis edilen  ahlak  anlayışına,  insan-çevre  ilişkilerini düzenleyen kurallar da dâhil edilmiştir. Böylece  insanın,  ahlakî sorumluluk içinde hareket   etmesi  ve çevreye karşı daha duyarlı olması amaçlanmıştır.  Aslında gelinen bu nokta, insanlık adına  önemli bir aşamadır ve çevre bilincinin gelişmesine  de önemli  katlısı olmuştur.

  Çevre ahlakı, genel ahlaktan ayrı, farklı bir ahlak anlayışı  değildir. Bilakis genel ahlakın içinde özel bir yeri  olan bir ahlak anlayışıdır ve  amacı da insanın çevreyi  tahrip etmesine  engel olmak ve korumaktır. Çünkü  tarihin hiçbir döneminde  çevre,   çağımızdaki kadar tahrip edilmemiştir. Ne zaman ki insanoğlu tarafından  çevre  ve  tabiat   varlıkları hoyratça tahrip  edilip  de sorun  olunca,  çareler  aranmış;  bunlar arasında  belki faydası olur düşüncesiyle   çevre ahlakı   kavramı da üretilmiştir.    “Çevre  ahlakı”  yeni  bir kavram olsa da içerik olarak yeni değildir.  Nitekim  bir çok kültürde çevre-insan ilişkisi  ile ilgili bilgiler yer aldığı gibi,  İslam dininin iki  ana kaynağı Kur’an ve   sünnette de  çevre ile ilgili  bilgilerin   yer aldığı  görülür.  Ne var ki  bu bilgiler, bu kaynaklarda  yer alsa da yeterince  gündeme  taşınmamış veya taşınma ihtiyacı  hissedilmemiştir.

Kur’an, doğal  çevre içerisinde var olan  her şeyin, Allah’ın kudret sıfatının bir  tecellisi olduğunu ve yeryüzünde var olan bazı  varlıkların da insanlar gibi  bir “ümmet/topluluk” olduklarını hatırlatır[i]. İnsan ve çevre ilişkilerine dair önemli tavsiyelerde  ve önerilerde bulunur ve  ondan evrenin niçin yaratıldığının bilmesini ve bunun bilincinde olmasını ister. [ii] Nitekim güneş ve ayın hareketlerinin  bir hesaba  göre  olduğunu, yeryüzündeki bitkilerin ve ağaçların   Allah’ın emrine  boyun eğdiğini  ve  kendisinin   göğü yükselttikten sonra ona  bir  ölçü/ denge koyduğunu  açıklar ve   insanlardan   kurulan  bu  dengenin  bozmamasını ister.[iii]  

 İnsanların  bir gün  kurduğu düzeni  bozacaklarını bildiği  için de “ İnsanların işledikleri kötülükler sebebiyle karada ve denizde bozulmaların  olacağını” [iv]  haber  verir ve   uyarıda  bulunur.    Bu uyarısını da   insanın en can alışı noktasından  yapar:

 “Herhangi biriniz ister mi ki, içerisinde her türlü meyveye sahip bulunduğu, içinden ırmaklar akan, hurma ve üzüm ağaçlarından oluşan bir bahçesi olsun; himayeye muhtaç çocukları var iken ihtiyarlık gelip kendisine çatsın; derken bağı ateşli (yıldırımlı) bir kasırga vursun da orası yanıversin? Allah, düşünesiniz diye size ayetlerini böyle açıklıyor” [v]

Yeryüzündeki varlıkların önemini ve değerini ise  şöyle  ifade eder:

 “Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan herkes O’nu tesbih eder. O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur” [vi] 

 “Görmez misin ki, göklerde olanlar ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu Allah’a secde ediyor”[vii] 

Bu ifadeleri ile Allah Teala bizden   kendisini anan ve tesbih eden  bu varlıkları yok ederek   onların tesbihlerine  ve secdelerine mani olmamamızı  ister.  Gerekli olmadıkça  yeryüzünde  var olan bir canlıyı  yok etmek,  Allah’ı anan ve tesbih eden  bir canlıyı yok  etmek demektir.   Bu da Allah’ı memnun eden  bir davranış olmaz.  Haksız yere bir insanı öldürmek nasıl, bütün insanlığı  öldürmek ise, gereksiz  yere  bir tabiat varlığını yakarak yıkarak yok etmek de  aynı ölçüde bütün tabiatı  yok etmek demektir.  Bu nedenle  insan,  çevresini ve yeryüzünü Allah’ın bir emaneti olarak algılamalı, kendisinden sonra gelecek nesillere tahrip etmeden aktarmak zorunda olduğunun bilincinde olmalıdır.  Çünkü yeryüzü,  bizim şahsi mülkümüz değil, intifa/kullanma hakkına sahip olduğumuz bir varlıktır. Onda bütün insanlığın intifa hakkı vardır. İçinde yaşadığımız çevreyi, bizim hakkımıza düşen kadarıyla kullanmalı, gerektiği gibi korumalı ve bizden sonra gelecek  insanların hakkını  kullanmamalıyız. Bunun  bir kul hakkı olduğunu bilmeli ve bunun bilinci içinde hareket etmeliyiz.

Çevremizi kirletmemeli, yakmamalı, yıkmamalı, tahrip etmemeli, kurulu düzeni bozmamalı, çevre kirliliğine neden olacak davranışlardan uzak kalmalıyız.  Onun için tabiatı ölçülü ve dengeli kullanmalı, temiz tutmalı  ve bu konudaki ahlakî sorumluluklarımızı yerine getirmeliyiz. Dolayısıyla ekolojik dengeyi korumak için hayvan ve  bitki topluluklarını korumak zorundayız. Eğer bu toplulukları koruyamayıp da  bunların yok olmasına izin verirsek, ekosistem ve biyolojik denge bozulur. Bozulduğu zaman da yeryüzünde bozulmalar başlar. Kur’an’ın ifadesiyle fesatlıklar meydana gelir. Nitekim son zamanlarda  Doğu Karadeniz’de yılanların yurtdışına kaçırılması nedeniyle,  farelerin çoğaldıkları görülmüştür .

Küresel ısınma ve buna bağlı çevre felaketleri, insan eliyle olmuştur ve olmaya da devam etmektedir. Bir taraftan çevre tahrip edilirken, diğer taraftan teknolojinin meydana getirdiği olumsuzluklar doğal dengeyi bozmakta; hava  kurşun ve kükürt atıklarıyla kirletilmekte, neticede sera gazı etkisi meydana gelmektedir. Bu da, bilindiği gibi kuraklığa veya dengesiz yağmurlarla çevre felaketlerine sebep olmaktadır.  Kur’an, bir yandan insanın toprağa yani doğal çevreye aidiyetini hatırlatıp, ondan bunu unutmamasını isterken; diğer yandan yaşam kalitelerini artıracak şekilde çevrelerini güzelleştirmelerini istemektedir. Zira çevresini güzelleştiren insan, iç dünyasını da güzelleştirir. Çevreleri güzel olmayan insanların, iç dünyaları da zengin olmuyor. Çevresini çölleştiren insanlar farkında olmadan iç dünyalarını da çölleştiriyorlar. 

  Çevre sorunları öyle bir boyuta geldi ki, belki de ileride, dinlerin etkileri veya etkisizlikleri çevreye karşı duyarlılığında ve çevreye dair  ne söylediğinde aranır hale gelecektir. Şimdiden bunun işaretlerini görmekteyiz. Zira insanlarla diyalog kurmak isteyen,  ve onlara dini anlatmak isteyen  herkes, özellikle de din adamları mutlaka çevreye önem vermek zorundadır. Sayıları az da olsa bunun bilincinde olan  bazı din adamlarının  çevre sorunlarına   önem verdiklerini görüyoruz.  Ne var ki  bunun bilincinde olamayan kimi Müslümanlar,  din adamlarının bu tür konuşmalarından  hoşlanmamakta, hatta rahatsız  olmaktadırlar.  Bunlar, Hz. Peygamber’in  sünnetini  belli  davranış kalıplarına  hapsettiklerinin  farkında  olmayanlardır. Zira Hz. Peygamber’in  sünneti  sadece birkaç alanı değil, hayatın bütünü   kuşatmaktadır.  Bu bütünün içine  yeryüzü  ve   çevre de dahildir.

“Fahreddin Râzî’nin   anlattığına göre astronomi ile meşgul olan bir âlime, bir fıkıhçı ne yaptığını sorar. O da “Üstlerindeki göğe bakmadılar mı, onu yarattık, süsledik, hiçbir çatlağı yoktur”(Kâf,50/7) ayetini tefsir etmeye çalışıyorum” diye cevap verir.  Râzî, bu menkıbeyi anlattıktan sonra astronomi ile meşgul olan âlimin cevabını çok beğenir ve şöyle der: “ O çok isabetli bir cevap vermiştir. Çünkü bir insan, Allah’ın sanatı ve mahlûkatı ile ne kadar meşgul olursa, o ölçüde O’nun kudret ve azametini anlar.”  

             Kur’an’ın ilk  tebyincisi/ açıklayıcısı olarak Hz. Peygaber, ümmetine  bu bütünlüğü yansıtan  örnekler  sunmuş ve açıklamalarda bulunmuştur.  Bunlardan bir kaçısını zikretmek, meramımı anlatmaya yetecektir. O şöyle demektedir:

            “Ümmetimin iyi-kötü bütün amelleri bana gösterildi. İyi işlerinin içinde, gelip geçenlere eziyet veren şeylerin yollardan kaldırılmasını da buldum. Kötü amelleri arasında da mescidde temizlenmeden bırakılmış balgamı gördüm.” [viii]       

           “Müslüman bir kişi bir ağaç diker de ondan insan, hayvan veya kuş yerse, bu yenen şey kıyamet gününe kadar o Müslüman için sadaka olur.” [ix]             

            “Ağaç diken bir Müslümana o ağaçtan yenilen mahsul onun için sadakadır. Yine o ağaçtan çalınan meyve da onun için sadaka olur. Vahşi hayvanların yediği de o kimse hesabına bir sadaka olur. Kuşların yediği de sadakadır. Her insanın ondan yiyip eksilttiği mahsûl de onu diken Müslümana âit bir sadakadır.”[x] 

         “Herhangi bir Müslümanın diktiği ağaçtan yenen şey, onun için sadakadır.”[xi]  

Peygamberimizin bu sözlerinden ve davranışlarından yeşil alanların korunmasını, ağaçların kesilmemesini, hayvanların ve bitkilerin korunmasını yani tabiat varlıklarının korunmasını dinî bir kural olarak  vaz  ettiğini anlıyoruz.   Nitekim Mekke ve Medine’nin sit alanı olarak ilan edilip buraların korunma altına alındığını görüyoruz. Özellikle Hac sırasında bir otun bile koparılmaması ve orada yaşayan hiç bir canlının öldürülmemesi emri, çevreyi korumaya dinî bir nitelik kazandırıyor. Aynı şekilde Taif bölgesinde yaşayan hayvanların avlanmasını ve buradaki ağaçlarının kesilmesini yasakladığını  öğreniyoruz. Peygamberimizin tabiat varlıklarını korumaya verdiği önem kadar, ağaçlandırmaya da önem verdiğini, ağaç dikmeyi teşvik ettiğini de biliyoruz.

         “Kıyamet koparken bile her kimin elinde bir hurma dalı varsa ve bu hurma dalını dikmeye gücü yeterse onu mutlaka diksin.”[xii]

         Onun  bu sözünden her insanın son anına kadar ne yapması gerekiyorsa onu mutlakla yapmasını, asla te’hir etmemesini ve bu dünyada yaptığı her işin sonucu itibariyle bir ahiret işi olduğunun bilincinde ve farkında olmasını  hatırlatmaya yönelik olduğunu anlıyoruz.  Ama insan bunun ne kadar farkındadır? İşte bu, net olarak bilinmiyor. Bununla birlikte  insanların  bu konuda bilgilendirilmeye  ve eğitilmeye  ihtiyacı  bulunuyor.  

Bu nedenle   çevre- insan ilişkisini  duygusal bir  boyutta ele alıp anlatan    Duwarmish Kızılderililerinin Reisi Seattle’ın   1854 yılında ABD Başkanı Franklin Pierce yazdığı mektuptan  bir bölümü,  aktarmak istiyorum:

        “Şu gerçeği iyi biliyoruz: Toprak insana değil, insan toprağa aittir. Ve bu dünyadaki her şey, bir ailenin fertlerini birbirine bağlayan kan gibi ortaktır ve birbirine bağlıdır. Bu nedenle de dünyanın başına gelen her felaket insanoğlunun da başına gelmiş sayılır.

          Bildiğimiz bir gerçek daha var; sizin Tanrınız bizimkinden başka bir Tanrı değil. Aynı Tanrının yarattıklarıyız. Beyaz adam bir gün bu gerçeği de anlayacak ve kardeş olduğumuzu fark edecektir. Siz Tanrınızın başka olduğunu düşünmekte serbestsiniz. Ama hepimizi yaratan Tanrı için kızılderili ile beyazın farkı yoktur.

Ve kızılderililer gibi Tanrı da toprağa değer verir. Bu toprağa saygısızlık, Tanrının kendisine saygısızlıktır. Beyaz adamı bu topraklara getiren ve kızılderiliyi boyunduruk altına alma gücünü veren Tanrının adaletini anlayamıyoruz. Tıpkı buffaloların öldürülüşü, ormanların yakılışı, toprağın kirletilişini anlamadığımız gibi.

            Bir gün bakacaksınız gökteki kartallar, dağları örten ormanlar yok olmuş, yabani atlar ehlileştirilmiş ve her yer insanoğlunun kokusuyla dolmuş. İşte o gün insanoğlu için yaşamın sonu ve varlığını devam ettirebilme mücadelesinin başlangıcı olacak.”


Bu makalede Celal Kırca, Kur’an ve Sosyal Hayatımız, Ankara,2018, s.167-174’de yer alan  röportajdan yararlanılmıştır.

[i]En’am,6/38.

[ii] Rûm,30/22-24

[iii] Rahmân,55/5-9.

[iv] Rûm,30/41

[v] Bakara, 2/266.

[vi] İsra, 17/44.

[vii] Hac, 22/18.

[viii] Müslim, Mesâcid 57.

[ix]  Müslim, Müsâkât 10

[x] Müslim, Musâkat, 2 

[xi] Müslim, Müsâkât, 7.

[xii]   Heysemî, Mecmeu’z-zevâid, IV, 63 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.