islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5619
EURO
34,8545
ALTIN
2.434,35
BIST
9.722,09
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
22°C
İstanbul
22°C
Az Bulutlu
Perşembe Parçalı Bulutlu
20°C
Cuma Az Bulutlu
20°C
Cumartesi Az Bulutlu
18°C
Pazar Az Bulutlu
19°C

DİNDARIN HAYATININ “ŞEKİL VERİCİ FENOMENLERİ”

DİNDARIN HAYATININ “ŞEKİL VERİCİ FENOMENLERİ”

Dinler Tarihine göre dinlerde “fenomen” dediğimiz kutsal kişiler, objeler, imgeler, zamanlar, mekanlar, kutsal yazıların yanı sıra din kurucuları gibi hayati öneme sahip somut olgular bulunur. Bunlar içinde belki de Kutsal Varlık ile gerçek karşılaşmayı ve kutsal alem ile asli bağlantıyı bulan en önemli fenomenlerden biri mukaddes kimliğe sahip olan din kurucusudur.  Bu anlamda din kurucusu, kendi toplumunu ve bireyi şekillendirirken geleceğe ait bir dindar ise üç temel fenomenden derinden etkilenerek kendine form kazandıracaktır; “din kurucusunun özel hayatı (siyer)”, “dindarın bizzat içinde yaşadığı toplum (sosyo-kültürel ümmet tarihi)” ve “kendisinin özgür iradesiyle ve metafizik basiretler veya inayetler yoluyla inşa ettiği dindarlık tecrübeleri”.

Daha somut olarak Dinler Tarihi’ne göre dindarın en temel fenomeni olarak din kurucusu, bir gelenekte Kutsal ile doğrudan karşılaşan, ilk ve en önemli kişi hükmündedir. Bu açıdan bir dini gelenek için din kurucusu “dini ilk tecrübe eden kişi”, “vahyin ilk şahidi”, “dini ilk anlayan”, “dindeki olağanüstülükleri ilk şehadet eden”, yaşadığı öğretilerin ilk metafizik öğrencisi ve fiziksel aleme aktarıcısı (öğretmeni), geleneği (yani geleceği) şekillendiren, son formuyla teolojiyi en başından ikame edebilecek temel unsurları söyleyen ve bulunduğu toplumu muhatap alan, ondan memnun olmayan, memnun olmadığı için de değiştirmeye çabalayan, bu uğurda işkence görebilen, kovulan, mücadele eden, yaralanan ama sonunda muzaffer olan  temel şahsiyet olarak metafizik alem ile hedef aldığı alem arasındaki mutlak aracı rolündeki en temel model olup şekil verici yani bütünlük sağlayıcı kimlikteki (konfigüratif) asli unsurdur. Her din mensubu kendisine aktarılan bu geleneksel verilerle yaşayabilecektir.

İkinci olarak dindar için toplumun tarihsel serüveni dindar için temel fenomendir. Öncelikle, her lider veya toplum kurucusu, kendi kavminin/ümmetinin kaderidir. Bir başka ifadeyle her dini veya seküler önder, kendi toplumunun ileride çekeceği acıları, tadacağı mutlulukları peşinen yaşar. Bu anlamda her peygamber, kendi toplumunun “mikro ölçekli bir kavim tarihi” bir aynası ve geleceğe olduğu gibi aktarılan tarihsel yansımasıdır. Budizm’de başlıca model kabul edilen Bu anlamda her toplum, tarihsel düzlemde kendi kurucusunun veya peygamberinin siyerini hatta o toplumu şekillendiren seküler dahi olsa liderinin hayatını makro planda yaşar: Bu anlamda toplumlar, “makro birer siyerdir” veya her kavim kendisini inşa eden liderin “makro açıdan birbirbirine bağlı seküler veya mukaddes biyografiler zincirleri” hükmündedir”. Ümmetlerin tarihsel düzlemdeki kaderleri, gelecekleri veya dünyaları kendilerini oluşturan unsurlara sahip olan bu liderlerin elinde büyük ölçüde şekillenmektedir.

Üçüncüsü dindarın kişisel dindarlık tecrübesi bilişsel açıdan öne çıkmaktadır. Buradan hareketle bir topluluğa mensup olan bir kişi hem o topluluğun tarihinden hem de liderinin (veya peygamberinin) hayat hikayelerinden parçacıklar taşıyacak ve sosyolojik olarak çağlardan veya tarihsel örneklerle dolu hayatlardan birer bukleler yaşamak zorunda kalacaktırlar. Mesela kendinde siyerden bir parça taşımayan dindarlar kendi peygamberine ait ve mensup olamaz veya hissedemezler aynı zamanda yaşadığı toplumun çektiği acıları veya mutlu anlarını algılayıp empati ötesi aynı kalıplara giremezse o toplumdan sayılamazlar.

Dinler Tarihi boyunca din kurucuları, söz gelişi Budha, Konfüçyus, Lao-tzu gibi uzak doğudan dini önderler veya Hz. İbrahim’in (as) “zürriyetinden imamlar” olan Hz. Musa (as), Hz. İsa (as), Hz. Muhammed Mustafa (sav) kendi hayatlarında, özgün dünya ve insan görüşleri birebir aynı olan bireyler ve toplumlar meydana getirmek için çaba göstermişler. Hatta onlar, bazen bu hayati görüşleriyle getirdikleri inancın kendisi veya inşa ettikleri felsefenin adını belirlemişlerdir. Söz gelişi Budha, her şeyiyle kendi hayatı ve şahsına dönüşen inananlarını Budizm diye bilinen “Budha Öğrenciliğine (Sanghaya Budha)” dönüştürürken, Konfüçyus ise tıpkı fikirde, amelde ve yaşantıda kendisi gibi aksiyoner kimlikte hayat süren, adil, sosyal projeler üreten, hakkı üstün tutan, zulme karşı korkusuzca ses çıkarabilen, değiştirmek için hayatını ortaya koyan, acı çeken hatta bizzat teopolitik güç elde ederek eyalet başbakanı olabilen üstün model bir hayat yaşayarak “Sosyal İnsan ( Jun-zhe) kavramını bizzat şekillendirmiş ve kendi ifadesiyle mensuplarına ona benzemeyi anlatmak için “ayakkabılarını giymeleri” gerektiğini mensuplarına emretmiştir.

Yahudilik’te saraydaki insan, Medyen’de çoban, Mısır’da örgütleyici halk kahramanı, Çölde lider ve kavmin Tanrı karşısındaki mutlak sözcüsü, Sina dağında Tanrı’nın kavimle yaptığı mutlak ahdinin şahidi ve O’nun şeriatındaki  gerçek yorumcu ve aracısı Hz. Musa (as), kavminin modeli olarak her şeyi peşinen yaşamıştır. Daha açık ifadeyle Hz. Musa, Yahudilerin gelecekteki dünyayı teyit edici maddi refahını, zenginliğini, dünyayı şekillendirici yönlerini, Medyen’deki sürgün yıllarıyla kavmin diyasporadaki acıları bilhassa Hitler’in eliyle gördükleri holokost zulmünü veya yurdundan kovulmasını, vatansız kalışını, köle gibi çalışıp kendine yeni bir hayat çizebilmesini, çöldeki hayatıyla (teşavot) diyasporadaki Yahudinin her şeyi sil baştan kendini yenileyerek tutunabilmesini etkin rol oynamasını ve diğer insanlara baskın olabilmesini peşinen yaşayarak hem uzun soluklu inişli çıkışlı Babil Sürgünü öncesi İsrail tarihinde  hem de sonrasındaki Rabinik Yahudi tarihinde bizzat göstermiştir.

Yine olağanüstü doğumu, mucizeleri, organize ettiği havarileri, bu uğurda çektiği çileleri, şüphe içindeki ihtilaflarla çevrili mücadeleleri ve göğe çekilmesi ref’i ile Hz. İsa Mesih (as), aslında kelimenin tam anlamıyla ona mensupluk iddiasındaki Hıristiyanların tarih boyunca yaşadıklarını “peşinen” tecrübe ettiğini bizzat izhar etmektedir. Daha somut ifadeyle Hıristiyanların göklere ilgi duymaları, tarih boyunca her zaman olağanüstülükler veya yeni icatlar peşinde koşmaları, organizeli olarak bütün insanlığı bir araya getirme hevesleri, son günlerde inşa edilecek Tanrı krallığı adı altındaki teopolitik yapıya uygun teşkilatlar inşa etmeleri, planlı gelecek görüşleri her zaman teorik paradigmalar inşa etmeleri bu peşin hayatın en temel etkileridir.

Müslüman dünya adına Hz. Peygamber (S.A.V.)’in Mekke hayatında yaşadığı zulüm ve işkenceler, ilahi nurdan mahrum bırakıcı şanlı hicreti, Medine’de inşa ettiği İslam devleti, galibiyet, mağlubiyet veya fetihleriyle dolu savaşları, müşriklerle veya münafıklarla bıkıp usanmadan mücadeleleri, üsve-i hasene olan cemiyet ve aile hayatı kendi ümmetinin geniş tarihi içinde dalga dalga tekrarlanarak yayılacak yaşanmış olmuş bitmiş “bir peşin hayat” hükmündedir. Müslüman bir dindar hayat, hem siyerden hem de İslam tarihinden canlı örneklerle tekrarlanarak, içselleşerek, hissedilip yaşanarak, samimice tekrarlanmakta ve huşu içinde tecrübe edilmektedir.

Prof. Dr. Mustafa ALICI

Yorumlar
  1. İsmail Bingöl dedi ki:

    Hocam, kaleminize ve emeğinize sağlık. Çok bilgilendirici aydınlatıcı ve aynı zamanda değişik noktaları birarada dile getiren derinlikli bir yazı. Selam ve saygıyla.