islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5004
EURO
34,6901
ALTIN
2.496,45
BIST
9.693,46
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
19°C
İstanbul
19°C
Parçalı Bulutlu
Pazar Az Bulutlu
21°C
Pazartesi Hafif Yağmurlu
23°C
Salı Az Bulutlu
24°C
Çarşamba Az Bulutlu
22°C

Diyanet- Lanet ilişkisi

Diyanet- Lanet ilişkisi

Başlığın ağır olduğu bilincindeyim. Ama bu ağırlık benim tercihimden değil, değinilecek konudan gelmektedir.

Diyanet İşleri Başkanlığı, Kurucu İrade’nin kurduğu ve İslâm’ın özellikle toplumsal hayatı yönlendiren esaslarını dışlayarak çerçevesini belirlediği laik bir yapıdır. Ülkemizde İlahiyat Fakülteleri de bu laik çerçevede din görevlisi yetiştirilmek üzere kurulmuştur. Anayasa’nın meri 24. Maddesi de bu durumu hukuken tescil etmektedir.

Yukarıda özetlenen ve son derece hayati olan gerçeklik risk içerdiği için olacak maalesef demokratik laiklik adına  bile dile  getirilmemektedir.

Bizim Meselemiz İslâm’dır

1985 yılında Diyanet’in ihbarı ile Devlet Güvenlik Mahkemesi ve Sarıyer Asliye Ceza’da yargılanma maceramız başlarken ilk kez ifade verdiğim Sarıyer Cumhuriyet Savcılığı’nda Baş savcı bana laikliğin ihlalinden söz edince; “Sayın Savcım laiklik sizin meselenizdir, benim davam ise İslâm’dır,” demiştim.

Aslında biz bu gibi konuları İslâmi duyarlılığımız sebebiyle ama sonuç almaktan çok hakkı söylemek görevimizi yerine getirmek için dile getiriyoruz. Fakat ana amacımız olmadığı halde jakoben laikliğe karşı demokratik laikliği savunur konuma geldiğimiz de bir hakikattir.

Diyanet İşleri Başkanlığı ve İlahiyat fakülteleri İslâm’ın insan ve toplum hayatına dokunan ve yönlendiren konularını dışlamak ve gizlemekle bir taraftan ilahi lanet gölgesi altına girerken diğer taraftan özgürlükçü demokratik laikliğe de ihanet etmektedir. Biz insanlara dayatmaksızın bütün gerçekleri olanca çıplaklığı içinde anlatabilmeli, halkın demokratik tercihlerine sunabilmeliyiz.

Devletin Yanlışta Israrı

Devlet İslâm’ı sınırlayarak jakoben laikliği savunmakla milletimizin geleceğini emperyalizmin kültürel ve ekonomik sömürüsüne açık tutmakta, devamına ortam hazırlamaktadır. Halkımızın özgür demokratik tercihlerine kapalı bir yapıyla belki İslâm bir ölçüde engellenebilir ama güvenli bir gelecek de kurulamaz.

Kur’ân’ın kaldırılmış (Mensuh) hükümlerinin olmadığını, şartlara göre uygulanacak hükümleri içermekte olduğunu hatırlatarak “Sizin inançlarınız ve yaşantılarınız sizin olsun, bizim dinimiz de bize yeter” diyelim ve müşahhas bir örnek üzerinden devam edelim. (Kâfirûn, 109/6)

Yüce Rabbimiz şöyle buyurur:

“ İndirdiğimiz hükümleri içeren açık delilleri ve dosdoğru yolu biz Kur’ân’da insanlara açıkladıktan sonra onları gizleyenleri hem ALLAH lanetler ve hem de tüm lanetçiler lanetler.” (Bakara, 2/159)

Yaşadığımız toplum düzeni, hayatımızın bütün yönlerini İslâm’la yer yer  uyuşan,  genelde çelişen ve çatışan yasalarla kuşatmıştır. Biz bu kuşatmayı kabul ettiğimiz gibi, iradelerini kullanarak güçleri ölçüsünde yaşamak isteyecekler için olsun  İslâmi doğruları miras hutbesinde olduğu gibi gereğince açıklamıyor, üstelik gizliyoruz. Bir diğer anlatımla konumlarımızı korumak için lanet gölgesi altına giriyoruz. Üstelik yanlı ve aldatıcı açıklamalarla İslâm’ı meri düzene payanda kılıyoruz.

Ne demek istediğimizi Diyaneti 15 Ocak 2021 tarihli hutbesi ile örneklendirelim. Kısa olduğu için önce hutbeyi sunalım.

Muhterem Müslümanlar!

Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Anne babanın ve yakınların miras olarak bıraktıklarından erkeklere pay vardır; yine anne babanın ve akrabanın miras olarak bıraktıklarından kadınlara da pay vardır; azından çoğundan, belli pay.”[ Nisâ, 4/7]

Okuduğum hadis-i şerifte ise Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: “Her kim öldükten sonra geride mal bırakırsa, o mal mirasçılarınındır.”[ Buhârî, Ferâiz, 25]

Aziz Müminler!

İslam’ın titizlikle üzerinde durduğu haklardan biri de mirastır. Dinimiz, hayatın her alanında olduğu gibi, miras paylaşımında da adaleti öngören ayrıntılı hükümler getirmiştir. Mümin, ahiret yolculuğuna uğurlanırken geride bıraktığı maldan, önce cenaze masrafları karşılanır. Sonra, eğer varsa borçları ödenir. Ardından üçte biri aşmamak kaydıyla mirasçıların dışındakilere yönelik vasiyeti yerine getirilir. Bütün bunlardan sonra ise miras varislere intikal eder.

Kıymetli Müslümanlar!

Miras taksim edilirken her hak sahibine hakkının verilmesi, kadın-erkek, büyük-küçük hiç kimsenin mağdur edilmemesi esastır. Kadınlara miras verilmemesine yönelik örf ve âdetler, dinimize göre adaletsizliktir, zulümdür, asla meşru değildir. Allah’a ve O’nun indirdiği Kur’an’a iman eden her Müslüman, mirastan payına düşene rıza göstermeli ve kardeşlerinin hakkına el uzatmaktan sakınmalıdır. Nitekim Rabbimiz mirasla ilgili hükümleri beyan ettikten sonra bizleri şöyle uyarır:

 “İşte bu, Allah’ın koyduğu sınırlarıdır. Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse, Allah onu, içinden ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokar. İşte bu büyük başarıdır. Kim de Allah’a ve Peygamberine isyan eder ve onun koyduğu sınırları aşarsa, Allah onu ebedi kalacağı cehennem ateşine sokar. Onun için alçaltıcı bir azap vardır.”[ Nisâ, 4/13-14. ]

Değerli Müminler!

Mirasın emanet olduğunu, miras ve kul hakkı arasında ince bir sınır bulunduğunu unutmayalım. Hırslarımıza yenilerek o sınırı asla çiğnemeyelim. Miras söz konusu olduğunda merhameti, insafı, adaleti ve hakkaniyeti elden bırakmayalım.”

Diyanet’in Bu  Hutbesi Eksik Olarak İslâm’a Aykırı

Bu hutbede yürürlükteki laik düzenin mîras hükümlerine destek var. İlk bakışta İslâm’a aykırılık yoktur gibi görünüyorsa da pek azim bir eksiklik vardır. Bu eksiklik de onu İslâm’a aykırı konuma getirmektedir.

Yapılması gereken, İslâm’ın mevcut laik mîras yasası ile farklılık arz eden kısımlarını örneğin mîras oranlarını gerekçeleri ile anlatmaktı. Hiç değilse ana babanın miras haklarını dile getirmekti.

Bilinmesi gerektiği üzere malların yaratıcısı olan Rabbimiz, geride eşini, çocuklarını ve ana babasını bırakarak vefat eden kişinin ama babasını da varis kılmaktadır. Nisa sûresinin 11. âyetinde ana babadan her birine mîrastan altıda bir pay ayrılmaktadır:

“…Ölenin çocuğu varsa, geriye bıraktığı maldan ana-babasından her birine altıda bir pay düşer…”

Mevcut mîras sistemi, çocukların ve torunların olması halinde ana babayı mîrastan dışladığı içim tam bir zulüm içermektedir.

İnsanlarımıza İslâm’ın hükmünü açıklasak, onlar ana babalar için Allah’ın belirlediği  hakkın dışlandığını bilirler, hiç değilse Rabbimizin bir diğer hükmü olan Bakara 180 ile amel ederek ana babaları için vasiyette bulunarak oluşacak zulme engel olabilirlerdi:

“Birinize ölüm geldiği zaman, eğer mal bırakıyorsa, ana babasına, yakınlarına, uygun bir tarzda vasiyet etmesi Allah’a karşı gelmekten sakınanlara bir borç olarak size farz kılındı.” (Bakara,2/180)

Vasiyet hükümleri İslâm’da da, meri laik hukukta da geçerli olduğu için vasiyet yoluyla zulüm bir ölçüde giderilebilirdi.

Şimdi soralım, biz İslâm mîras hukukunun hükümlerini örneğin son derece önemli olan mîras oranlarını ve ana babanın mîras hakkını gizleyip açıklamamakla lanet gölgesi atına girmiş, Nisa 13 ve 14 göre Cennet’ten mahrumiyete ve Cehennem’e kapı açmış olmuyor muyuz?

Hele o tarihselciler ve bazı benzerleri gibi, İslâm’ın bütünlüğünü değil de yaşadığımız hayatı ölçü alarak İslâm mîras hükümlerinin değiştirilebileceğini ileri sürebilen, sürerken de ana babanın dünyaya örnek oluşturabilecek mîras paylarına gözlerini kapayan kibirli Kurân cahilleri kesif mi kesif bir lanet gölgesi altına girmiyorlar mı?

Diyanetin İslâm’a değil daha çok laik düzene e hizmet eden hutbesi sebebiyle mîras örneğini işledik.

Milli Eğitim sistemimizde ve üniversitemizde milyonlarca çocuğumuz deizme kayarken, borca dayalı para sistemi ve faize dayalı ekonomik düzenimizle milyonlar aldığı asgari ücretle fakirlikle boğuşurken dilsiz şeytanlaşmakta olan  halimize değinemiyorum bile…

140 000 Diyanet personelimiz, yüzü aşkın ilahiyatımız, önbinlerce akademisyen, din ve ahlâk öğretmenlerimiz, tarikatlerimiz ve cemaatlerimiz var öylemi! Cehennem gereksiz değil.

İstanbul fethedilirken papazların meleklerin erkek mi kadın olduğunu tartıştıklarını yerme sadedinde anlatırız. Yazdığımız ve tartıştığımız konularımızla daha zavallı durumlara düştüğümüzü fark edebiliyor muyuz?

Devletimize Birkaç Söz

Bu arada reflekslerinin mağduru olduğum Devletimize de birkaç söz etmek isterim. Laikliğinizi demokratikleştirin. Yaşamlar üzerinde oluşturulabilecek şiddeti, şiddetle engelleyin. Engelleyin ama İslâm’ın bütünlüğü içinde tebliğ edilmesine karşı çıkmayın, kalplere, demokratik tercihlere ve geleceğe hükmetmeye kalkışmayın. Bırakınız İslâm milletimize ilham kaynağı, fertlerimize yaşam ölçüsü olsun. Ateizme, deizme, faize, zinaya ve, eşcinselliğe ve de komünizme açık olan düzeni İslâma kapalı tutmak akıl işi değildir. Aksi takdirde kaş yaparken göz çıkarır, Aziz milletimize telafi edilemez zararlar verirsiniz.

Altını bir daha çizelim; Diyaneti ve İlahiyatları ile bütün bilinçli Müslümanlar Allah’ın hükümlerini gizlediğimiz için Onun lanetinin gölgesi altına girmiş bulunuyoruz. Allah ancak kâfirlere, zalimlere ve yeryüzünde doğal dengeyi bozanlara lanet ettiğine göre acilen tövbe etmemiz gerekmektedir. Tövbeye, Allah’ın buyruklarını açıklamakla başlamalıyız. Rabbimizi dinleyelim:

“ İndirdiğimiz hükümleri içeren açık delilleri ve dosdoğru yolu biz Kur’ân’da insanlara açıkladıktan sonra onları gizleyenleri hem ALLAH lanetler ve hem de tüm lanetçiler lanetler. Ancak tövbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar başkadır. Zira ben onların tövbelerini kabul ederim. Ben tövbeyi çokça kabul eden ve çokça esirgeyenim.

İslâm Dini’nin iman esaslarını tanımayarak kâfir olmuş ve kâfir olarak ölmüşlere gelince, işte Allah’ın, meleklerin ve tüm insanların lâneti onların üzerinedir. Onlar ebediyen lânet içinde kalırlar. Artık ne azapları hafifletilir ne de onların yüzlerine bakılır.

İlâhınız bir tek Allah’tır. O’ndan başka ilâh yoktur. O, Rahmândır, Rahîmdir.” (Bakara2/159-163)

Ali Rıza DEMİRCAN

Yorumlar
  1. aslan dedi ki:

    fevkalade bilgiler için eline kalemine yüreğine sağlık hocam