islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5716
EURO
34,7125
ALTIN
2.418,37
BIST
9.645,02
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
24°C
İstanbul
24°C
Az Bulutlu
Çarşamba Az Bulutlu
22°C
Perşembe Az Bulutlu
20°C
Cuma Açık
20°C
Cumartesi Az Bulutlu
19°C

Dünya bizim için çok mu önemlidir?

Dünya bizim için çok mu önemlidir?
25 Haziran 2021 12:40
A+
A-

Prof. Dr. Ali Seyyar

Muhterem Okuyucularım;

Zenginliğin infakla ancak bir değer taşıdığını aksi takdirde sosyal ve manevî tehlikeler içerdiğini sık sık hatırlatan Hz. Muhammed (sav), takvasız bir zenginliğin kişi üzerindeki menfî etkilerini şu şekilde belirtmektedir:

“Siz fakirlik veya muhtaçlıktan korkuyorsunuz. Dünya sizin için çok mu önemlidir? Cenab-ı Allah, size Acem ve Rum topraklarını kazandıracaktır ve dünya üstünüze o kadar dökülecektir ki, ondan başka şımartacak bir şey yoktur.” (Terğib; C. 5; s. 142).

Yine bir keresinde Hz. Ebu Ubeyde bin Cerrah, Peygamberimizin (sav) emriyle Bahreyn’den topladığı cizyeleri Medine’ye getirip Peygamberimize (sav) teslim etmişti. Mecsid-i Nebevî’de sabah namazını kıldıktan sonra Hz. Ebu Ubeyde, oradan ayrılmıştı. Ne var ki sahabiler, bir türlü camiden çıkmıyordu ve Peygamberimizi (sav) izliyorlardı. Resulullah (sav) da onlara tebessüm ederek baktı ve şöyle dedi: “Zannederim ki Ebu Ubeyde’nin geldiğini ve onun bir şeyler getirdiğini haber aldınız”. Sahabiler, “Evet, ya Resulullah” dediler. Resul-ü Ekrem, bunun üzerine onlara şu çarpıcı gerçekleri anlattı:

“Sizi müjdelerim, hepiniz mesrur (mutlu) olacaksınız. Allah bilir ki, ben sizin yoksulluğa uğramanızdan endişe etmem. Endişem, dünyanın sizden öncekilere açıldığı gibi size de açıldığı zaman sizin rekabete düşmeniz, eskiler gibi rekabetle meşgul olmanız, onlar gibi iğfal olunmanızdır.” (Müslim; Züht:6).

Peygamberimiz (sav), bu sözleriyle ümmetinin ileride maddî yönden refaha kavuşacağını müjdelemekle beraber zenginliğin hırs ve rekabet gibi doğurabileceği değişik sosyal sapmaların manevî tehlikelerine işaret etme ihtiyacı duymuştu. Hakikaten Müslümanlar, Mekke’den Medine’ye hicret ettikten sonra belirli bir süre sonra Yahudilerin elinde bulundurduğu ticareti ellerine geçirmeye başladılar. Medine’nin ticaret hayatına yavaş yavaş hâkim olmaya başlayan muhacirler, zamanla Medine’nin de en zenginleri oldular. Mekke döneminde de ticaretle uğraşan Hz. Ebû Bekir, Hz. Osman ve Hz. Abdurrahman bin Avf gibi zengin muhacirler kazançlarını yine İslâm uğruna ve Müslümanların lehine harcadılar.

Peygamberimizin (sav) vefatından hemen sonra sahabiler, yeni bir sürece itilerek, yepyeni imtihanlarla karşı karşıya kaldılar. Özellikle yeni fetihlerle birlikte çok fazla ganimetler elde edildi. Bunlar da yatırıma yönlendirildi ve yeni gelir kaynakları oluştu. Böylece ticaret yapmayan Müslümanlar da zengin olmaya başladı. Ashabın en ileri gelenleri, toplumsal zenginleşme sürecinde gayri ihtiyari olarak epey tedirginlikler yaşamaya başladılar.

Bunların başında halife Hz. Ömer gelmekteydi. Kadisiye savaşı ganimetlerinden bir kısmı Müslümanlar arasında taksim edilmek üzere Medine’ye ulaştığında Hz. Ömer, hazineleri görür görmez sevineceğine hüzünlenip ağlamaya başladı. “Ya emirul-müminin; niçin ağlıyorsun? Bugün şükretme günü, sevinç günüdür.” denildiğinde dünya varlığı ile tanışmaya başlayan Müslümanların manevî hâllerini düşünmüş, sosyo-ekonomik gelişmelere başka bir perspektiften bakmış ve şöyle demiştir: “Bu öyle bir şeydir ki, Cenab-ı Allah, onu hangi topluma vermiş ise, mutlaka aralarında düşmanlık ve dargınlık girmiştir”. (El-Kenz; C. 3; s. 321).

Dünya nimetlerinin gafil kişiler için bir tuzak olacağından korkan Hz. Ömer, “Onlar, kendilerine verdiğimiz mal ve evlat ile iyiliklerine acele ettiğimizi mi sanıyorlar? Hayır, onlar işin (bu verdiğimiz dünya nimetleri, onlar için bir imtihandır, fakat onlar)farkında değillerdir.” (el-Müminin; 23/55-56) âyetinin sırrını iyi bildiği için, ümmeti üzerindeki endişesini bir türlü atamıyordu.

Allah, Müslümanları nasıl ki zulümle ve yoksullukla imtihan etti ise hicretten sonra onları artık başka bir durumla imtihan etmeyi murat etmişti. Bu sefer ki imtihanın türü, hemen herkesin arzu ettiği maddî refah ve zenginlik idi. Allah, Kur’ân-ı Kerim’de özellikle Mekke’de zulme maruz kaldıktan sonra, memleketlerinden, özgürce Allah’a kulluk ve ibadet etmek, güç ve gönül birliği yapmak için Medine’ye hicret edenleri, bir taraftan yoksulluğa ve sıkıntılara karşı gösterdikleri sabır ve tevekkül hasletlerinden dolayı övmekte, diğer taraftan da onlara bunun bir sonucu olarak hem dünyevî hem de uhrevî mükâfatlarla müjdelemektedir.

Demek ki zenginliğin sosyal ve manevî sorumluluğunu yerine getirebilen müminler için maddî refah, gerçek anlamda uhrevî bir risk unsuru olmaktan uzaktır. Dünyada iyi imkânlar içinde ve güzel ortamlarda yaşayıp, bunun aktif şükrünü ifa edebilen müminleri ahirette daha güzel sürprizler beklediğini ilgili âyet teyit etmektedir:

“Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince, onları dünyada hasenelerle yerleştireceğiz. Eğer bilirlerse ahiretin mükâfatı elbette daha büyüktür. Onlar (müşriklerin eziyetlerine ve değişik maddî sıkıntılara) sabredenler ve Rablerine tevekkül edenlerdir.” (Nahl 16/41-42).

Allah, muhacirlere ileriki süreçler için haseneler, yani dünyevî bazı maddî iyilikler, güzellikler, bolluklar ve(ya) güzel yurtlar vaat etmektedir. Bununla birlikte Allah, Müslümanların belki de maddî refaha bel bağlama riskine karşı ahirette elde edecekleri daha büyük mükâfatları hatırlatarak, sabır ve tevekkül gibi ahlâkî erdemlerini hiçbir zaman yitirmemeleri gerektiğini hatırlatmaktadır. Sonraki devirlerde gerçekten güzel yurtlara, evlere ve nihayetinde zenginliğe kavuşan birçok sahabi, Allah’ın ikazları doğrultusunda manevî ve sosyal sorumluluklarını hiçbir zaman unutmamış ve bunun şuurunda olarak hareket etmiştir? Ya bizler? Bizler de yoksulluk ve zenginlik görmüş/görecek olan ahir zaman Müslümanları olarak insanlığın prototipi düzeyinde olan sahabileri örnek alabiliyor muyuz ve alabilecek miyiz?

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.