islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5707
EURO
34,9946
ALTIN
2.460,16
BIST
9.897,60
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Az Bulutlu
Cumartesi Yağmurlu
16°C
Pazar Az Bulutlu
18°C
Pazartesi Az Bulutlu
18°C
Salı Az Bulutlu
18°C

DÜNYANIN SÜSÜ VE BAĞIMLILIK

DÜNYANIN SÜSÜ VE BAĞIMLILIK

 

Hasan-ı Basrî hazretleri diyor ki: ”Dünya üç gündür: Dün, içindekilerle beraber geçip gitti. Yarına gelince ona ulaşamayabilirsin. İşte bugün senin günündür, onu iyi değerlendir.”

Bağımlılık beyinde birçok etkene bağlı olarak gelişen kimyasal dengesizliklerin, benliği tehdit eden travmaların, benliğe yönelik negatif inanışların, bozulmuş davranış, karakter ve kişiliğin sebep olduğu, dürtü kontrol bozukluğunun sonucunda gelişen bazı uyaranlara karşı önlenemez bir istek, arzu ve tutku duyma halidir.

Bağımlılıklarımızı yönetememek ve onların birinden kurtulmadan diğer bağımlılıkların mayalanmasına müsaade etmek sanki hayatımızın normali olmuş. Dünya ve dünyanın süsü bizde bağımlılık oluşturmuş. Bu hali tabii bir hadise olarak gören ve seküler zihniyetin tesiri altında kalan nakıs bakışlarımız, içine düştüğümüz derin kuyuyu görmemize engel olmuş. Kapitalist bir dünya görüşü, pozitivist bir hayat düsturuna uydurmaya çalıştığımız İslamiyet, süslü yaşamlar içerinde kaybolan değerlerimiz, dağılan toplumsal birliğimiz, parçalanan aile bütünlüğümüz, oradan oraya savrulan nefislerimiz, nesillerimiz Allah’ın boyası ile süslenecek meziyetini yitirmiş. Öyle ki bu meziyetleri yitirmekle kalmamış, fıtrata özgü, inancımıza özgü hallerde dahi kendimizi kaybetmiş bir topluma dönüşmüşüz.

Müslüman kadınlar, Müslüman erkekler olarak hafıza kaybına uğradığımız besbelli. Yıllarca dini ve milli değerlerimizi tarumar eden, insani haklarımızı dahi zalimce gasp eden nice insafsız yönetici elitlerin elinde bedel ödedik, bütün bunlara sabrettik. Daha iyi yöneticiler ile daha iyi Müslümanlar olacağımız günleri hayal ettik, Rahman’a naatlar ile el açtık, dua ettik. O vakit gelince de evvela sözlerini verdiğimiz nebevi adayışları terk ettik. Allah’a yakışır muttaki duruşlardan vazgeçtik, ödün verdik. İnancın temelini teşkil etmesi gereken kişisel ve toplumsal tevhidin yüklediği ferdi ve toplumsal sorumlulukları ihmal ettik.

Oysa ki, 28 Şubat ve sonrası yaşanan darlıklar, İslam’a adanan hayatlar, ısrarla yapılan dualar daha iyi günlerin davetçisi idi. Gerçek o ki, o dar günlerin yerini geniş günlerin aldığı, mağduriyet ve mahrumiyet halkasının günden güne daraldığı ayları, mevsimleri, yılları gördük elhamdülillah.
”Şüphesiz her zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Elbette her zorlukla beraber bir kolaylık vardır.” İnşirah 94/6-7
Yorgunluğumuzun, mücadelemizin, sabrımızın ve samimi inancımızın karşılığı olarak hepimizin şahitliğinde pek çok parametrede o zorlu günlerimiz; değişim, dönüşüm geçirerek şükür günlerine evirildi….

Zaman içerisinde dünyevi tercihlerimiz, uhrevi tercihlerimizin çok ötesine geçti. Dünya telaşı ve sevgisi bağımlılık yaparak takva boyamızın rengini bulanıklaştırdı. Bu bulanıklık ruhumuzun kimyasal dengesini bozdu. Benliğimizi tehdit eden travmaların cümlesini bize ve evlatlarımıza yaşattı. Fıtrata özgü pozitif düşüncelerin yerini fıtrata aykırı negatif inanışlar aldı. Bozulmuş karakter ve kişiliğin sebep olduğu dürtü kontrol bozukluğu canlarımızda vücut buldu. Sonucunda gelişen tutkular, zevki sefaya dair uyaranlara karşı önlenemez istek ve arzular oluşturdu. Yol açıktı, ne yürüdük, ne de yürümeye çalışana yar olduk, yardımcı olduk. “Efendimiz as’ ın büyüklüğü ve ümmetine düşkünlüğü bize örnek olmalıydı. O’nun erdemli ve üretken kimselere karşı muazzam koruyuculuğu ne güzel bir ahlak, ne vefalı bir duruştu. Çalışan buna çalışsın, yorulan buna yorulsun….
Meğerki hiç yorulmadın, dedi meczup. ”Demek ki sen hiç yaşamadın!.!
Rahman’ın bize layık bulduğu izzete uygun hayatlar yaşamak ne büyük nasip şu kısacık hayatta.
Tıpkı Hasan’ı Basri hazretlerinin de buyurduğu gibi : “Dünya üç gündür: Dün içindekilerle beraber geçip gitti. Yarına gelince ona ulaşamayabilirsin. İşte bugün senin günündür, onu iyi değerlendir.”

Rahman affetsin bizi ve dünü kaçırsak dahi bu günü ve yarını kurtarmaya azmetmeyi nasip etsin. İçimizde karanlık ve nurun kavgası, savaşı sürüyor, sürecek. Bu savaşın asla barışı olmayacak. Saflardan biri ezilene kadar, sesi soluğu kesilene kadar sürecek olan bir savaş bu. Yeni dünya düzenine sürüklenmeye çalışılan ve bu sebeple sürekli olarak körüklenen Kaos ve Savaş dalgalarından ülkemiz ancak birlik ve beraberlik ile mukavemet gösterebilir. Bu sebeple saflarımızı iyi belirlemeliyiz. Şeytan azapta bunu iyi görmeliyiz. O yüzden atlı ve yayaları ile yaygara koparmakta. Şeytan ifrat ve tefrite sürükleyerek bizleri hikmetten uzak tutmaya çalışmakta. Bu farkındalık ile hareket etmeliyiz.
Bir topluluğa ya da kişiye olan kızgınlığımızın alevi bizi yakmadan Kutadgu Bilig’in o meşhur sözünü ihya etmeliyiz:
”Dostum; dostumun dostu, düşmanımın düşmanı dostumdur.
Düşmanım; düşmanımın dostu, dostumun düşmanı düşmanımdır.”

Ezeli ve ebedi düşmanlarımız Yunan aşıkları, Avrupa sevdalıları, Amerika ve İngiliz hayranlarına karşı saf tutan duruşumuz ve onlara karşıt bir pozisyonda olanlara karşın yakınlığımız bir turnusol kağıdı timsali bizim karanlık ya da nura olan dostluk seviyemizi belirleyecek.
Kişi celladına aşık bir hayat sürmemeli. Uyanık olmak her Müslümana FARZ DEĞİL Mİ? Bu durum bana fillerin evcilleştirilirken Hindistan’da kullanılan ilginç ve rahatsızlık verici halini anımsatıyor:
”Orman zeminine, filin içine düşebileceği büyüklükte bir çukur kazılır ve üzeri dallarla örtülür. Yavru fil gelip dallara bastığında çukurun içine düşer.
Fil, çukurdan çıkmaya çabalar ama başaramaz, takatsiz kalır, kurtulma ümidi kaybolur, hayatına dair müthiş bir korkuya kapılır, çaresizce bir mucize kurtuluş yolu veya ecelini beklemeye başlar.
Fil avcıları yüzlerini de kapatan tümüyle simsiyah giysiler içinde, ellerinde sopalarla gelip fili şiddetli bir şekilde döver, yara bere içinde bırakırlar.
Hayvan, yediği sopaların ve yaralarının verdiği acıdan ve çukura düşmesi nedeniyle yaşadığı korkudan dolayı, hayatında görmediği bir bunalım ve ruhi çöküntü yaşar, birkaç saat içinde.
Sonra aynı avcılar, ağaçların arkasına gider ve üzerlerindeki siyah elbiseleri tümüyle çıkarıp baştan aşağı beyaz elbiselerle ve ellerinde çeşit çeşit yiyecek ve meyve sepetleriyle geri gelirler. File şefkatle yaklaşır, onu besler, yaralarına pansuman yapar, okşayıp sever, güzel sözler söyler ve onu düştüğü çukurdan çıkarırlar.
Fil, bu beyaz giysili kurtarıcılarının kendisine gösterdiği karşılıksız sevgi ve ilgiden dolayı o kadar minnettar kalır ki, o andan itibaren ömür boyu onların gönüllü kölesi olur, her istediklerini yapar ve asla sözlerinden çıkmaz. Onların kendisini az önce tuzağa düşüren, bunalıma sürükleyen ve döven siyah giysili adamlar olabileceği aklına dahi gelmez..” (Alıntı)
Bosna-Hersek katliamı da bizim için gereken ibretin okumasını yaptırmalı. Günümüzde yaşanması muhtemel anarşist akımların mantığı ve sürecin ipuçları oradadır.
Buyurun:
”Bosnalılar, bir gün ansızın Sırp komşuları tarafından saldırıya uğrarlar. Vahşice katledilmektedirler. Bir Bosnalı, yıllarca yan yana yaşadığı komşusu Sırp’a, müthiş bir şaşkınlık içinde sorar:
Biz komşu ve dost değil miyiz? Bize niçin saldırıyorsunuz? Bizi niçin öldürüyorsunuz?
Senin adın ne, der Sırp.
Bosnalı cevap verir:
Ahmet.
Sırp’ın bu cevaba karşılığı ibret doludur:
İşte der, bu isminizden dolayı sizi öldürüyoruz. Bir gün İsminizin anlamını öğrenmenizden, AHMET olmanızdan korkuyoruz. Bunu duyan Ahmet, AHMET olmuş ve cephede iki bacağını feda etmiştir.”
İşte, Ahmetlerin, AHMET olacağı zamanlar için çalışalım.
Son pişmanlığın fayda vermeyeceği gün gelmezden önce rövanşı iyi ve bereketli olacak tercihlere imza atalım.
Allah yar ve yardımcımız olsun.
Selam ve dua ile kalınız.

 

Hatice Şebnem Diktürk

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar
  1. Hiç dedi ki:

    Amin amin amin çok sevgili ve kıymetli kardeşim. Rabbim gaflet uykusundan uyandırıp Ahmet ve Aişeler olmak nasip etsin bize evlatlarımıza…