islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,3403
EURO
34,8437
ALTIN
2.391,19
BIST
10.276,88
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Hafif Yağmurlu
16°C
İstanbul
16°C
Hafif Yağmurlu
Cumartesi Parçalı Bulutlu
18°C
Pazar Açık
20°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
21°C
Salı Az Bulutlu
24°C

Feminist Hareket Kaç Aileyi ve Erkeği Nasıl Yıktı? Ocakları Nasıl Söndürdü?

Feminist Hareket Kaç Aileyi ve Erkeği Nasıl Yıktı? Ocakları Nasıl Söndürdü?
13 Mart 2023 10:07
A+
A-

Geçtiğimiz hafta dünya kadınlar günü kutlandı. Kutlamanın yanı sıra protestolar da vardı. Bizi, bu güzel haftanın yapıcı mesajlarla yaşanması gerektiğine ikna edenlerin yanı sıra, başka amaçları olanların verdiği rahatsızlıklar da düşündürdü. Kadın cinayetleri ülkemizin yarası, ancak erkek cinayetleri de öyle. Bu meseleyi tarafsız bir gözle incelemeyen bazı örgütler, cinsiyetçilik yaptıkları halde cinsiyet eşitliğini savunuyor gibi gözükerek meseleyi çarpıtıyordu. Çok uzun zamandır, çok çirkin pankartlarla ve sloganlarla erkek düşmanlığı yapılıyor. İşbu yazı bu konuyu dile getirmektedir. Kadınlarımızın bir gün değil, her günü kutlu olmalı. Bu da toplumun her kademesinde Allah rızası için birbirini seven insanların kurduğu iletişimle ve ilişkiyle mümkündür. Onlar birbirlerine moral verirler, birbirlerinin işlerini kolaylaştırırlar.

Maalesef, ayetlerin ve İslam Ahlakı’nın bize gösterdiği yol neticesinde feminist olduğunu iddia eden grupların bazı çarpık iddialarının ve ifadelerinin toplumun genelini kapsamadığı görülmektedir. Aksine onlar marjinaller üzerinden bir toplumu dönüştürmek istemektedir gibi durmaktadır.

Daha önceden sosyolog Saadet Berna Orakçıoğlu da bu meseleye dair önemli açıklamalarda bulunmuş ve feminist örgütlenmenin ve propagandanın, küresel oligarşi tarafından dayatılan algı operasyonunun beşinci kol faaliyeti olarak yapıldığını ve bunu ülkede gündeme getiren belli başlı kurumların da yurtdışından fonlandığını söylemiştir. Aile Bakanlığımız, RTÜK ve hukukçularımız umarız bu durumu dikkate alacaktır.

Günümüzde gizli gündem sahibi olan ve sessiz savaş yöntemiyle kendi menfaatini toplumsal değerlerin üzerinde gören nice sapkın alt kültür sahibi grup, modern kültürün içerisinde kendisine yer buluyor. Pekiyi zararlı faaliyetlerde bulunan bu gruplar ve bunların yayınları ve yaygaraları nasıl oluyorda halka hele de kanunların olduğu bir ülkede benimsetilebiliyor?

Basın Mevzuatı’nı okuduğumda aileye karşı yapılan saldırıların, aile kurumuna zarar veren veyahut da aileyi küçülten veya aile anlayışını veya bir kimseyi veya bir grubu hedef gösteren, tahkir eden ve onurunu zedeleyen anlayışın suç olduğunu Türkiye Cumhuriyeti’nin kanunları yazmaktadır. Belki sonradan çıkan kanunlarla bu değişmiştir, takip edemiyoruz. Şurası var ki aile kurumu son kırk yılda yerle bir edildi, erkeğin kendisi ve konumu da bununla paralel olarak devamlı aşağılanmaktadır. Bugün boşanma oranlarının evliliklerle kıyaslandığında daha ilk beş yılını doldurmayan çiftler için yarı yarıya olduğu söylenmektedir. Bunun bir kaç ayrı nedeni vardır. Ancak hukuki, ekonomik ve kültürel yanı hepimiz için ayrı incelenmesi gereken meseleler gibi gözüküyor. Fakat bir de gençlerin farklı bir şuur sahibi olduğu ve evliliğe karşı bir tavır takındığı da görülmektedir. Geç evlenme ya da evlilikten kaçma bir kaç farklı şekilde izah edilebilir. Meselenin ekonomik ve hukuki tarafını bir kenara bırakırsak bir de bir propaganda biçimiyle veyahut beyin yıkama yöntemiyle gençlere bir şeylerin empoze edildiği görülmektedir. Söylemek istediğimiz, gençlerde evliliğe karşı bir alt şuur oluştuğudur.

Aile kurumu toplumun temelindedir. Sağlıklı nesillerin yetişmesi buna bağlıdır. Aile kurumuna yapılan bir saldırı, çocukların ortada kalmasına veya mağdur olmasına yol açacaktır. Ayrıca bireysel olarak mutsuz olan her şahıs toplum için de gelecekte tehdit olabileceği gibi onun mutsuzluğu da toplum için bir kayıptır. Dayanışma ruhunu milli bütünlüğe çevirebilmemiz için kenetlenmeliyiz. Burada maalesef söylemek zorundayız ki birlik ruhunun tam tersine toplumda bozgunculuk ve bununla ilgili olarak yaygın biçimde mağdur çocuklar cemiyetimizin her köşesinde bulunmaktadır. Mağduriyetler sadece birebir suçlarla ilgili değil, ihmal edilme, erken yaşta çalıştırılma, sevgisizlik ve psikolojik baskı veyahut da türlü aile dramlarıyla daha da ayrıntılı olarak incelenebilir. Ancak bütün şu yazılanların arkasında aile gibi bir kurumun çoğunlukla olmayışı veya sağlıksız bireylerce kurulmasından kaynaklı sorunlar olarak ortaya çıktıkları görülmektedir.

Aile kurmak bugün için çok ciddi bir külfetin altına girmek demek, aile kurmak benzer şekilde sorumluluk demek, daha başka nice ufak meseleyi kendi içinde çözmek ve bir yolculuğa çıkmak demek. Hayat arkadaşlığı yerine bugün gençlerin zihninde kadın erkek çekişmesi var. Bilinçaltlarında gizli husumetler var. Bunlar evliliğin sağlam zeminler üzerinde oturamaması için yeterlidir. Bilinçaltına format atılmış, yani bilinçaltına biçim verilmiş bireyler, sonra hangi eğitimi alırsa alsın, hangi faaliyetlerde bulunursa bulunsun ya da hangi söylemleri benimsiyor gözükürse gözüksün gerçekte bilinçaltlarının esiridir. Türkiye’deki durumu bir başka açıdan ele almaya çalıştığımız bu yazının esas konusu olarak “bilinçaltlarına yerleştirilen erkek düşmanlığıdır” diyebiliriz.

Tahlillerimizi bakınız muhatapların istediği şekilde cinsiyetlerden bağımsız ele alıyoruz. Bilimsel yaklaşımla meseleleri incelediğimizde bazı sonuçlar ortaya çıkıyor. Cemiyet hayatındaki bozuklukların kökenleri çok eskiye dayanıyor olabilir. Yozlaşmış bir toplum olduğumuz izlenimi bizde hasıl oluyor. Örneğin, ikili oynama kültürü, maddeci olduğu halde maneviyatçı gözükme durumu bizim gibi toplumlarda benimsenen ikiyüzlülüğü açıklamak ve özetlemek için yeterlidir. Bu kısmen münafıklıkla da ilişkili olan yaygın bir kişilik hastalığıdır. Hayatı tozpembe görmek de bir diğer rahatsızlık. Tahakküm kurma ve galebe çalma anlayışı da kişilerde önceleri olmasa da çevrenin ve ailelerin olaya dahil olmasıyla benimsetiliyor. Dedikodusu, gıybeti, kınaması, çekiştirmesi ve suçlaması bir yana toplumsal baskı da işin başka boyutu. Gençler peygamberin öğütlediği bir aileyi kendi hayallerinde bile göremiyor. Zira hayat çok acımasızlaştı ve dünyamız çok kirli. Hepimiz bundan nasibimizi de alıyoruz.

Toplumumuz sekülerlik adı altında her gün türlü türlü huy öğreniyor. Televizyonlarda vıcık vıcık bir kültür, aileyi bahsettiğimiz yasağa rağmen saçma bir kurum gibi gösteriyor. Ailenin gereksiz gösterilmesi, aldatma kültürünün yaygınlaştırılması, ilişkilerin laubalileşmesi ve karı kocanın kuvvetli bağlara sahip olamaması başlıca sorunlar. Olayın daha başka yanları da var. Kadınlarımıza özgürlük adı altında geleneğe ve değerlerimize aykırı işler yapmaları öğütleniyor. Eve gece onikide gelme her yaştan ve kesimden insan için alışkanlık oluyor, eşini, kızını, kardeşini merak eden kimse bunu sorduğu zaman suçlu sayılıyor. Oysa bir erkeğin bile evine geç saatte gelmesi bir aile için sorun teşkil etmektedir. Kadınlar kocalarına veya ailelerindeki erkeklere bir çok durumda görülüyor ki saygı duymuyor. Feministlerin radikalleri ve onların takipçileri erkeklere iş emrediyor ama bir bardak suyu vermeye tenezzül etmiyor. Uzman ve otorite biri olarak Nevzat Tarhan hocanın; “İkiyüz kişiye hizmet özgürlük, iki misafire kahve yapmak kölelik öyle mi?” şeklinde bir çıkışı vardı. Bu bize algıların nasıl bozulduğunu çok iyi gösteriyor. Benzer şekilde evlilik pahalılandıkça zina ucuzlayacaktır (çoğalacaktır) sözünü söyleyen Elmalılı Hamdi Yazır, Anadolu’daki modern devletin kurucu yapı taşlarından biri olmasıyla burada hatırlatılabilir bir isimdir. Türkiye, kurucu değerlerine sırt çevirmiş bulunmaktadır. Türkiye’de aile bahsettiğimiz gibi basın mevzuatı ile yarı kutsal durumdadır, yani Modern Cumhuriyetimiz laik olsa da İslam’ı ve aile kültürünü halkının değeri olarak saygın ve kutsal görmüştür. Bugün ise televizyonlar, influencerlar değerlerin yerine başka anlayışları ve yaklaşımları gençlere aşılamaktadır.

Farkederseniz yazımızda konunun İslami boyutuna gelemedim. İşin o kısmı sadece uhrevi yönden değil vicdani ve hukuki yönden de bir meseledir. Türkiye’de zina yakın dönemde suç olmaktan çıkarılmıştır. Bunun bir devamı olarak İstanbul sözleşmesi ile erkek, yatakodasında karısı tarafından aldatılsa ve ona bağırsa suçlu konumuna düşürülmüştür. Bu son sözleşmedeki maddelerin bir çoğu insanın akıl sınırlarını zorlayan şeyler olmasının yanı sıra destekçisi olan taleplerdir. Oysa hemen herkesin gıpta ile okuduğu Thomas More bile eşini ikinci kez aldatan kadına ölüm cezası uygulansın demiştir. İslam Dünyası’nda zinanın müsamahayla karşılanmaması ve ağır cezalara tabi olunması sürekli bir karşı propaganda malzemesi olarak sunuluyor, fakat Batı’da da çok farklı fikirler olmadığı görülüyor. Bizler, modern hukukçular, psikologlar ve sosyologlar bu duruma çare bulsun dediğimizde ciddiye alınmıyoruz. Fakat ilahiyatçı biri olarak soruyoruz, evlilerin zinaları toplum için bozgun değil midir? Aileler bu sebeple yıkılmıyor mu? Bunlar aşırı boyutlara ulaşmadı mı ve insanlık onurunu zedelemiyor mu? Şahit olduğumuz durumda modern ve seküler kültürün mensupları neden susuyor? Neden bir çare üretmiyor? Toplumsal değerlerin çiğnenmesi özgürlük müdür? Örneğin namusu kirletmeden duramam diyen ve daha çirkin pankartları taşıyanlar masum görülebilir mi? Öte yandan aile kuran kadınlarımız, sağcısı solcusu, Alevisi Sünnisi, her dinden, mezhepten insan bu kimseler nezdinde nedir? Bunların aile kurmalarına feministler nasıl bakmaktadır? Aile hakkında neden olumlu sloganlar üretmemektedirler? İyi erkekleri neden dışarıda tutmamaktadırlar? Bunlar bahsettiğimiz konunun bir sapma olduğunu görmemiz açısından yeterlidir.

Feminizm’in Avrupa’da kadınlara yapılan eziyetlerden ve işkencelerden sonra ortaya çıktığı ve kadın haklarının daha sonra 8 Mart olayı sayesinde gündeme geldiği ve işçi ve emekçi kadınlar günü vesilesiyle yerini sağlamlaştırdığı görülmektedir.  Oysa feminizm, bizim gibi geri kalmış ülkelerdeki örgütlenme ve anlayış biçimiyle sanıldığı kadar masum bir hareket değildir. Temelinde kadın erkek eşitliğini savunduğu söylense de aslında erkek düşmanlığını altbilinçte barındırmaktadır. Her yıl feminist yürüyüşlerde onlarca pankart bulunmakta. Orada “Kocanı öldür” gibi sloganlar yer almakta ve bunlar suç unsuru olmasına rağmen örtbas edilmektedir.

Feminizm, erkeklerle oynamayı, erkekleri kadına hizmetçi kılmayı, insan onurunu zedelemeyi, erkekleri boynuzlamayı, peşine takmayı ve erkekleri birbirine düşürüp zarar görmelerini hedeflemekte ve kızlarımıza bunları benimsetme ve misyonerliğini yaptırma çabası içindedir. Sağlıklı ilişkilerin kurulamaması için bilinçaltına format atmakta bunu da kadın mağduriyeti üzerinden yapmaktadır. Bu hareket topluma ve aile kurumuna ve de erkek cinsiyetine bir saldırı mahiyetine dönüşmüştür.

Oysa, bunların tam tersine olacak şekilde ailenin önemine vurgu yapan ve erkek kadın ayırmadan ana ve ata birlikteliğinin altını çizen başka kuruluşlar da mevcuttur. Örneğin ülkemizde kadın akademisyenler birliği, Umay Ana gibi fevkalade yapıcı işlerde bulunan kadın dernekleri bulunmaktadır. Kadınlarımız, bizim analarımız, kardeşlerimiz, dostlarımız ve yoldaşlarımız olarak asırlarca milletimizin neferi oldular. Tarlada çalıştılar, cepheye kurşun taşıdılar, çocuklarımızı büyüttüler. Onlar erkeklere iftira atan, kazık atan, erkekleri sokağa atan ve bütün bu kötülükleri yapıp üstüne mağduru oynayan kimseler olarak yaşasın istenmektedir. Bu nüfus azaltma ve kaos çıkarma projelerinden biridir. Bunu cinsiyet savaşı olarak Sn. Banu Avar gündeme getirmiştir. Canlarımız, hayatımızı paylaştığımız ve adadığımız insanlar olan kadınlar, bugün bambaşka duygularla ve düşüncelerle hayatlarına erkeksiz yön verme eğilimindeler. Hatta ailemizdeki bireyler bile karşımızda örgütlenmiş olarak durmakta, erken yaşlardan itibaren bizlerden koparılmaktalar.

Sekülerizmin zirve dönemi olarak anabileceğimiz bu son yirmibeş yılda, birçok aile babası, eş, genç veya yaşlı erkek, yalnız, ötekileştirilmiş, iftiraya uğramış, ailesinden koparılmış, eziyet görmüş, başı belaya sokulmuş, evinden yurdundan atılmış halde ortada bir sorun olarak duruyor. Çünkü feminizm erkeği ve erkekliği sorun olarak görüyor, bu sebeple de ona eziyeti reva görüyor. Erkeklere tepeden bakan, işdünyasında yeri geldiğinde cazibesini kullanan, yeri geldiğinde başka tuzaklara yeltenen kadınlar da mevcut. Üçüncü sayfa haberlerinden bunların ve diğer bahsettiğimiz art niyetli bozguncuların işlerini görmekteyiz.

Bütün bahsettiğimiz çatışmaların önüne eğitimle ve birlik ruhu ile geçerek, gerçek bir toplumu kadın ve erkek ayrımı yapmadan elele inşa etmek zorundayız. Kadın mağduriyetlerinin de elbette ki önüne geçmeliyiz, fakat bunun yolu feminist hareketin öne sürdükleri değildir, toplumsal birliktelik vurgusu yapan, aile ve sevgi, saygı ve güven anlayışı temelinde yayınlar ve faaliyetler yapan kuruluşlardır. Feminizmin zararlı faaliyetlerine Banu Avar gibi kıymetli hanım yazarlar da ciddi kanıtlarla karşı çıkmaktadır. Yeni binyılda aile kurumu hedeftedir ve gerçek manada bütün dünya milletleri ve insanlık olarak hepimiz mağdur olmaktayız.

 

ETİKETLER: Manşet
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.