islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Hafif Yağmurlu
21°C
İstanbul
21°C
Hafif Yağmurlu
Çarşamba Az Bulutlu
17°C
Perşembe Hafif Yağmurlu
17°C
Cuma Az Bulutlu
18°C
Cumartesi Az Bulutlu
19°C

Gâvurlaşma Temayülü

Gâvurlaşma Temayülü
Yakup DÖĞER

“Sen onların dinlerine uymadıkça yahudiler de hıristiyanlar da senden asla memnun kalmayacaklardır. De ki: “Asıl doğru yol ancak Allah’ın yoludur.” Eğer sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyarsan, bilesin ki artık Allah sana ne dost ne de yardımcı olacaktır.” (Bakara Suresi 120. ayet)  

Tanzimat ile başlayan modernleşme serüveni, cumhuriyetin ilanıyla birlikte siyasi, hukuki ve felsefi olarak neticelendi. Lakin modernleşme ve Avrupalı olmak arzusuyla yanıp tutuşanların bu arzusu hiçbir zaman akamete uğramadı devam etti ve zamanımızda da devam etmekte. Geleceğini gavurların içinde, gavurlaşmakta görenlerin ve düzenini her yönüyle gavurlarla birlikte kurmak isteyenlerin bu batıl sevdası, sahiplerini mecnuna çevirdi.

Gülhane Parkında Koca Mustafa Reşid Paşa tarafından okunan Tanzimat Fermanı, bin üç yüz yıllık koca bir çınarın gövdesine ilk baltayı vurdu. Müslüman-gavur ilişkilerinde hukuki olarak fıkhi temelli cemaat yapısından, modern anlamda Avrupa merkezli laik-seküler toplum yapısına geçiş, ilk kez resmi olarak bu fermanla ilan edilmiş oldu.  Modernleşme MOdönemi Avrupa görmüş Osmanlı aydınları, birer Avrupalı olmak ve görünmek için yanıp tutuşmaktaydı.

Avrupa’nın aristokrat sınıfıyla hemhal olan bu aydınlar, talebeler, Osmanlıdan kaçıp Avrupa’ya sığınan muhalifler, laik-seküler toplum yapısına geçilmesini, en az Avrupa kadar istemekte ve gerçekleşmesi için büyük çaba sarf etmekteydi. Kendine özgüvenini yitiren Müslüman dünyasının aydın entelektüel sınıfı, Avrupa’nın baskın gücünü ilk öncelikle felsefi olarak kabul etti. Hasıl olan ortak kanaat, siyasi, iktisadi, askeri, hukuki, içtimai alanlarda yaşanan gerilemenin sona ermesi ve felaha çıkmanın tek yolu, Avrupalı olmaktı. Osmanlı deyimiyle gavurlaşmaktı.

Bu fermanla başlayan modernleşme süreci, cemaatten-cemiyetten modern topluma doğru bir seyir izler iken, içerideki ve dışarıdaki Avrupa meftunları hiç boş durmadı. ‘Avrupa’nın fenni ve bilimi’ diyerek yola çıkanların ilk icraatları, modern toplum yapısında gördükleri kültürel ve sosyal varoluşu, kendi memleketlerine taşımak oldu. Gavurlardan öğrendikleri davranış kalıplarını, kadın-erkek ilişkilerini, yeme-içme adaplarını, giyim-kuşam tarzlarını, Müslüman cemiyette arz-ı endam ederek göstermeye başladı. Yerli Fransızlar, yerli İngilizler, yerli gavurlar, yarı çıplak kadınlarını kollarına takarak, balo salonlarında Frenk usulü dans etmeye başladı.

Gavurların bu yaşam tarzını memleketlerine taşıyan ve bununla da büyük iftihar duyan bu sınıf, İngiliz’in, Fransız’ın, İtalyan’ın modern hayat tasavvurunu Müslüman ahaliye dayatır iken, İngilizler Mısır’da, Hindistan’da, Fransızlar Cezayir’de Tunus’ta, İtalyanlar Trablusgarp’ta Müslümanlara akıl almaz işkenceler ediyor ve on binlerle ifade edilecek rakamlarda katliamlar yapıyordu. Lakin gavurlaşma temayülüne kapılan bu zümre, bir kez bile olsun olan bitene bakmıyordu.

Avrupa’yı “düvel-i mütemeddin” (!) olarak görenler, öyle ileri gittiler ki Paris’i, Londra’yı, Cenevre’yi ve daha bilmem hangi Avrupa şehirlerini adaletin, refahın, hürriyetin, eşitliğin merkezleri olarak görmeye başladılar. Sözlerine ve kalemlerine, methi senalar dizerek, bu memleketleri konu edindiler. Paris’ten, Londra’dan, Cenevre’den, Berlin’den bakarak, Müslüman ahaliye, Payitahta, Der-saadete ayar vermeyi hiç ihmal etmediler. Avrupa’yı yukarı çekerler iken, kendi memleketlerini ve kendi halklarını sürekli aşağı ittiler.

Batıcı tayfanın desteğiyle Devlet-i Aliden bu tavizleri koparan Avrupa, siyasete müdahale etmeye başladı. Geleneksel siyaset usulünden, modern siyaset usulüne giden ilk basamak olacak bir yöntemin cari kılınması için her alanda baskıyı arttırdılar. Gavurlaşmaya başlayan toplumun, siyaseti de gavurlaşmalıydı. Toplum hayatından yavaş yavaş çekilen din, siyasetten, iktisattan, hukuktan, eğitimden ve dahi her alandan çekilmeliydi. İlk yazılı anayasa Kanun-i Esasi hazırlandı ve parlamenter sistem olan I. Meşrutiyet ilan edildi. Müslümanların meclisine, hem de teşri makamına gavurlarda dahil oldu. Her şey içerideki ve dışarıdaki Avrupalıların istediği gibi gidiyordu.

I. Meşrutiyetin kısa süreli işlevinin ardından parlamento fesih edildi ve Abdülhamid iktidarı otuz küsur sene hüküm sürdü. Abdülhamid’de Avrupalı olmak yolunda hiç ödün vermedi. İktisattan hukuka, eğitimden devlet kurumlarına kadar memleketi Avrupa gibi yapmak için sürekli çabaladı. Öyle ki Avrupa merkezli eğitim kurumlarının en çok açıldığı dönem, Abdülhamid dönemi oldu. Bir yandan “İttihadı İslam” ülküsünü şiar edinen padişah, bir yandan da gavurlaşmaya azami derecede hız verdi. Gün geldi Abdülhamid’in açtığı mekteplerden mezun olanların ve yurtdışına gönderdiği aydınlar eliyle yapılan bir ihtilalle Abdülhamid devrildi, II. Meşrutiyeti ilan edildi.

İktidara gelen İttihatçı tayfa, gavurlaşmayı devlet politikası olarak ele aldı ve sil-baştan memleketi, Müslüman ahaliyi Batı merkezli laik usulde yeniden inşaya yöneldi. Artık geri dönüşü mümkün olmayan eşik aşılmış, dinin ne toplumla ne de siyasetle bir işi kalmamış, dine vicdanlardan ve mabetlerden başka yaşama alanı tanınmamıştı. Siyasetimiz, iktisadımız, hukukumuz, eğitimimiz, sosyal yapımız, kadın-erkek ilişkilerimiz dinden uzaklaşmaya, dinsizleşmeye başlamıştı.

Memlekette Avrupalı olmak sevdasıyla yanıp tutuşanlar, gavurların dar gömleğini kendi Müslüman halkına giydirmeye çalışır iken, kurtuluşu kendilerine benzemekte gördükleri Avrupa, memleketlerinin her yerini işgale, halkını katliama, varlıklarını sömürmeye başladı. Lakin bu laik zihniyet bütün bu olup bitenleri görmedi. Siyasette, hukukta, eğitimde, iktisatta, toplumsal kurguda, devlet yapılanmasında, partileşmede Avrupa gibi olmak ve gavurlar gibi bir memleket inşa etmek arzularından hiç vazgeçmedi.

Otuz yıl içerisinde iki dünya savaşı çıkaran düvel-i mütemeddin (!), milyonlarda insanı, genç-yaşlı, kadın-erkek, asker-sivil demeden katletti. İşgal ettikleri coğrafyaları sömürdü, direnenleri toplu mezarlara gömdü. Asker gücüyle işgal etmediklerini, siyasi, hukuki ve iktisadi olarak sömürgeleştirdi. Kurduğu merhametsiz mekanik sistemine entegre etti. Hiç biri kendi başına iş yapamaz, kendi göbeğini kendisi kesemez oldu.

21. yüzyıl postmodern döneme gelindiğinde, bu hak yiyiciler daha bir merhametsiz, daha da gavurca davranmaya başladı. Müslümanların memleketlerine bir kâbus gibi çöken bu zalimler, istediği gibi at koşturmaya, her istediği yeri yakıp yıkmayı sürdürdü-sürdürmekte. Bu zalimlerin bu zamana kadar yaptıkları, aynı zamanda daha neler yapacaklarının da göstergeydi.

Bütün katliamlar, işkenceler, tecavüzler, sömürüler, ifsatlar canlı yayınlarda bir film gibi izlenir, izlettirilirken, ne hikmet ise Müslüman memleketin politikacıları gavurlaşma temayülünden bir türlü vaz geçemedi. Vaz geçmek bir tarafa, bu temayül her geçen gün daha da artarak yükselmeye, daha sıklıkla telaffuz edilmeye başlandı. Öyle ki, kendilerini Avrupa’da, gavurların içinde gördüklerini, geleceklerini gavurlarla birlikte kurmayı tasavvur ettiklerini ifade etmeye başladılar. Her an, her saat, her gün türlü entrikalar çevirmekten geri durmayan, mazlum ve mustazafları yerinden yurdundan sürenlere, insanlık onuruna hakaret edenlere, dostlarımız ve müttefiklerimiz denmekten utanılmadı. 

Gavurlaşmayı hızlandırmak için, gavurlara uyum yasaları çıkarıldı. Televizyonlarda, internette, sinema sektöründe, sosyal alanlarda neslimizi ve geleceğimizi ifsat edenler görmezden gelindi. Ahlaksızlıkları, fuhuşu, alkolü, uyuşturucuyu, cinayetleri, iffetsizliği ve sadakatsizliği pompalayan yayınlara, dizilere hiç müdahale edilmedi. Aksine bu yapımların aktörleri ödüllendirildi. Faturalara mahkûm edilen fakir fukara geçim derdiyle çaresizce çırpınır iken, israf, gösteriş, debdebe ayyuka çıktı.

Bunlar nede mi? Gavurlar böyle olmasını istiyor ve böyle bir toplum kurgusunu talep ediyorlar da o sebepten. Yoksa inandıkları dine, tabii oldukları Peygambere (sav) uysalar böyle yapabilirler miydi? 

“Ey iman edenler! Sizden olmayanları sırdaş edinmeyin, onlar size kötülük yapmaktan geri durmazlar, sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların ağızlarından nefret taşmaktadır; kalplerinin gizlediği ise daha büyüktür. Gerçekten size delilleri açıklamışızdır, eğer düşünüyorsanız!” (Ali İmran Suresi 118. ayet)

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.