islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5198
EURO
34,7291
ALTIN
2.489,09
BIST
9.524,59
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
15°C
İstanbul
15°C
Az Bulutlu
Cuma Hafif Yağmurlu
14°C
Cumartesi Az Bulutlu
19°C
Pazar Az Bulutlu
21°C
Pazartesi Az Bulutlu
19°C

Gökdelen Sendromu II

Gökdelen Sendromu II

ASANSÖR VE RAMPA

Evlerden uzak olsun, örneğin bir hasta düşünün. Yatağa mahkum. Damardan besleniyor. Yani serumsuz yaşama şansı yok.. Şimdi de bir ev düşünün 28.katta.. Hayata üç asansör, iki merdiven ile bağlı.. Bu araçlar, o katlarda oturanlar için serum hortumudur artık.. Kopartmaya görün.. Allah korusun bir kalıcı arıza ya da beklenmedik bir patlama ile devre dışı kalan asansörler, sağlıklı yaşamdan kopartacaktır sizi..

Asansörün bakım için bile bir gün çalışmaması, ”kriz geçirsem beni hastaneye yetiştiremezler”korkusu doğuracaktır.. Gökdelenimsi binaların sadece sağlıklı insanlar için yapıldığını söylemek mümkün. Çoğunda, bir sedyenin sığması gerektiği hiçbir zaman düşünülmeyen asansörleri yüzünden bu yapıların, hastalanmanız halinde sizi gözden çıkardığını söylemek mümkün. Allah geçinden versin birisinin ölmesi halinde ise, o ismi nahoş tahta sandık, asansöre hiç mi hiç sığmayacağından, bin bir zorlukla merdivenlerden ve baş aşağı indirilmesi mukadderdir..

Bu koşulların, engelli vatandaşlar için yaratacağı eziyetleri sıralamaya sanırım gerek yoktur.. O koca binaların nedense bir türlü düz ayak olmayan ya da uygun bir giriş rampası bulunmayan giriş kapılarından başlayan engelli çilesi ise sadece gökdelenlere değil, maalesef gökdelen yavrularına da yani tüm apartmanlara da ait olan genel bir tasarım ayıbıdır..

Beni mahcup etmek için, “al sana rampa!” dercesine, merdivenin yanı başında ve aynı eğimde yapılan, yani en fazla %15 olması gerekirken %55-65 arası eğimde yapılarak, engellilerle adeta alay eden rampa bozmaları için ise bir teklifim var. Onu tasarlayan mimara ya da imal eden yapımcıya şöyle bir ceza verelim; her gün on kere o rampaya ayağı kaymadan tırmanmaya çalışsın ve çıkmayı başarırsa bu kez yuvarlanmadan aşağı inmeye gayret etsin. Düşer de bir yerine bir şey olursa ki kaçınılmaz, ömür boyu bu hatayı tekrarlamaz bence..

Biraz haince mi oldu?.. Peki düşen yada yuvarlanan bir engelli, bir çocuk veya bir yaşlı insan olunca, bu da üstelik planlı bir hainlik olmuyor mu?..

Asansör denen şeyin mantığı sıfır seviyesinden aldığı yükü istenen kota kademesiz olarak taşımakta yatar. Mimari projede uygun yer bulmayı bir türlü beceremeyip de dahiyane bir buluş gibi, ara sahanlığa açılan asansör yaparak, eziyeti her kata taşıyan meslektaşlarıma ve zamanında bu dehşet yanlışın yanlışlığını öğretemeyen akademisyenlere tebriklerimi sunuyorum..

Bence yine interaktif eğitim yöntemini kullanıp, yaptıkları binanın en tepesinde on yıl oturma cezası da verebiliriz mesela tasarımcı ve yapımcılarına!..

BU BİR TOPLUMSAL TALEP Mİ?

Yapımı, işletmesi, bakımı, yaşamı sorun olan bu yapıları biz mi talep etmekteyiz yoksa anlı şanlı müteahhitlere verilen aşırı emsallerin vahşi cazibesi mi bizi bu noktaya getiriyor?.. “Bu kadar kat anca kurtarır sermayeyi”anlayışı ile insanlara satılan şey, artık yaşamsal bir mutluluk değil sadece bir anahtardan ibarettir.

Her zaman sorduğum bir soru var: 19 ya da 29’uncu katta oturup da, “Allaha yaklaştım çok şükür.. Kuşlara bile tepeden bakıyorum artık.. Çok mutluyum. Çoluk çocuk çok huzurluyuz”diyen bir Allahın kuluna şahit oldunuz mu?.. Hiç sanmıyorum. Böyle bir yapıda yaşamaya kendini mecbur hisseden bir ailenin, dördüncü kat boş iken yirmi dördüncü katı tercih ettiğini duydunuz mu?.. Onu da sanmıyorum.. Bir anket yapılsa, en çok kaçıncı katta oturmak isterdiniz dense, sekizinci kattan sonraki tercihlerin %5’i geçmeyeceği kehanetinde bulunuyorum.. Hodri meydan!.. Çıkan sonuca katlanmayı göze alıyorsak yapalım yaygın bir anket..

Şahsen yaptığım yüzlerce sorgulamanın dışında, benim birkaç ipucum daha var: 2003 yılında kaleme aldığım “Bir Ülke Nasıl Yenilenir”başlıklı makalemde şunları yazmıştım:

200 yıllık apartman kültürüne sahip Fransa’da1963 yılında yapılan bir kamuoyu araştırmasında halkın % 68’inintek katlı evde oturmak istediğinin anlaşıldığını ve o tarihten beri iskan politikasının en çok iki katlı konutlaryönünde değiştirildiğinibiliyor muyuz?

Devlet Planlama Teşkilatı tarafından 1992 yılındaMarmara Üniversitesine yaptırılan ankette 60.000 denekile yapılan görüşme sonucunda Türk halkının % 96’sının tek  veya iki katlı evde oturmak istediğinin anlaşıldığını biliyor muyuz?Peki bu nasıl bir hizmet anlayışıdır.. Halka rağmen halk için mi?…

ARSA OLSA DÜKKAN SENİN!..

Sizce yer mi yok?.. Demirel’in dediği gibi “arsa vardı da biz mi içtik?..” Vardı ve daima var olacak sevgili dostlar.. Rahmetli Turgut Cansever hocamız ile birlikte yaptığımız bir hesaba göre, ortalama büyüklükte bir karayolları haritasında yarım santim kalınlığında, yani 10 km kadar, doğudan batıya 1500 km uzanan bir kırmızı çizgi düşleyin.. İşte o çizginin içinde, tüm nüfusu ortalama iki katlı evlerde iskan etmek mümkünmüş meğerse.. Bu hesap; 70 milyon için adam başı 214 m2 alan demektir.

Türkiye’nin toplam alanının yaklaşık 800.000 km2olduğunu, Devletin elinde ; tarımsal, dağlık bataklık ve elverişsiz alanlar dışında ortalama  400.000 km2arazi olduğunu bilmekteyiz. Sosyal donatılar, yollar ve yeşil alanlar dahil, kişi başına 200 m2 hesabı ile, 70 milyon nüfus için sadece 14 milyon dönüm, yani 14.000 km2 arazi gerekmektedir. Bu alan ise ülke yüzölçümünün sadece

YÜZDE 1.75‘idir..

Ama olur mu?.. Arsanın değerini yükseltecek olan “emsal”denilen enstrüman belediyelerin ve müteahhitlerin elinden alınırsa, en tatlı kârların elde edildiği çok katlı yapılardan ve değeri uzaya yükselen arsaların yarattığı en kolay zenginlikten kim vazgeçecek ki?…

Yükseldikçe tabanda yeşil alan kazandığını düşünmek muhteşem bir bahane ve yanılgıdır.. Yükselmesek de, var olan yeşil alanı kullanmaktaki beceriksizliğimizin itirafıdır bu.. Mahalle aralarına serpiştirilmiş, “beton saksıda, asfalt korumasında    doğa!”manzarasındaki parselleri yeşil alan sanan kent plancıları var.. Üç yüksek binanın yarattığı zemin alanını çimlendirip tepeden bakınca bir natürmort tablo yaratmanın, aşağı inince de “çimlere basmayın!”levhası ile karşılaşmanın kentsel yeşile ne kazandırdığı ise apayrı bir sorgulama..

Kentsel yoğunlukları arttırıp, “şu kadar insan şu kadar alanda iskân edilecek”diyerek adam başı yeşili, sebebi kendinizden menkul oranlara kitlerseniz, yanlış üzerine inşa edilen yanlış olarak sanki yükselmek, yeşili kurtarıyormuş gibi gözükür.. Ve maalesef bu anlayış, dünya genelinde yaygın bir yanlıştır..

20’inci katın penceresinden bakıp, hangi ağaç kendisinin, kaç metrekare çim alanı ailesinin sanmaktadır acaba o dairenin sahibi? Dalından bir şeyler koparamadığı ağacın, dibine su veremediği çiçeğin ona ait olduğuna nasıl inandıracaksınız acaba?.. Tapusunu vererek mi?..

Yeşil alan; sanal olarak adam başı bölüşülen bir halı saha değil, bir metrekare de olsa sahip çıkılabilen ve aidiyetimizi hissedebildiğimiz yani benimsenebilen doğa parçasıdır.. Sonradan olma bir köylü olarak, hani bu duyguyu kent soylular pek bilmezler diyeceğim…

Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.