islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,4375
EURO
34,7411
ALTIN
2.439,70
BIST
9.915,62
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
16°C
İstanbul
16°C
Az Bulutlu
Pazar Az Bulutlu
18°C
Pazartesi Hafif Yağmurlu
16°C
Salı Az Bulutlu
18°C
Çarşamba Az Bulutlu
19°C

GÜNAHI DİNDARLIK GÖRÜNTÜSÜYLE PERDELEMEK

GÜNAHI DİNDARLIK GÖRÜNTÜSÜYLE PERDELEMEK
29 Ekim 2023 11:00
A+
A-

Libya halk edebiyatından alınan ve internette yer alan bir hikaye var. Anlatıldığı şekliyle hikaye şöyle:
Evine gelen adam, evde tek başına yaşayan eşini ağlar halde görür, ağlamasının sebebini sorar. Kadın: “Evimizin önündeki ağaca konan kuşlar beni türbansız görebiliyor; bu durumda Allah’a karşı günah işlemiş olabilirim, onun için ağlıyorum” der. Adam karısının Allah korkusu duyarlılığından çok etkilenir; onu kucaklar ve alnından öper. Daha sonra da kazma kürek hazırlar, karısını rahatsız eden kuşların konduğu ağacı kökünden söker.
Adam çalışan biridir ve işe gidiş dönüş saatleri de bellidir. Günlerden bir gün çalıştığı yerden eve erken gelir. Kapıyı açar, karısına sürpriz yapmak için sessizce içeri girer, ama hayatının sürpriziyle karşılaşır. Kuşların kendisini türbansız görmesinin iffetine halel getireceğini düşünen eşini, yatak odasında bir adamla birlikte görür. Adam gördüğü durum karşısında şaşkındır. Eşine hissettirmeden ihtiyaç duyabileceği birkaç parça eşyayı da alarak evden çıkar; önüne çıkan ilk yoldan dönmemek üzere yaşadığı şehri terk eder.

Uzun bir yolculuktan sonra kendini kalabalık bir halk topluluğunun içinde bulur. Kalabalıkta herkes şaşkındır ve anlaşılmaz bir uğultu vardır. Adam birine yaklaşır ve kalabalığın nedenini sorar. Kraliyet hazinesinin çalındığını ve failinin de bulunamadığını öğrenir. Kral, halkı sarayının önüne toplamış, fail bulununcaya kadar sarayın önünde kalmalarını emretmiştir. Kalabalığın içinde ayak parmakları üzerinde yürüyen biri, adamın dikkatini çeker. Adam, yanındakilere bu kişinin kim olduğunu sorar. Onlar da bu adamın kraliyetin din adamı olduğunu; ayağını tam basarsa, istemeyerek de olsa karınca ezebileceğini düşündüğü için Allah korkusuyla ayak parmakları üzerinde yürüdüğünü söylerler.

Adam: “Allah’ım, hırsızı buldum beni krala götürün” diye bir çığlık atar. Adamı krala götürürler. Adam kralın huzuruna gelince “Hazineyi çalan hırsız, kraliyetin din adamı, o değilse benim başımı kesin” der. O din adamını getirirler. Kısa bir sorgudan sonra, karınca ezmemek için parmakları üzerinde yürüyen o din adamı, hazineyi çaldığını itiraf eder. Kral, daha önce hiç görmediği bu adama dönerek, “Din adamının hazineyi çaldığını nereden bildin?” der. Adam, “Ey kral! Sevap kazanmak iddiasıyla davranışlarında Allah korkusunu abartanlar, bu abartılarını kendi suçlarını örtmek için yaparlar” diye cevap verir. Bu hikayeyi ilk defa okuduğunda A’raf suresinin 26. Ayetinde yer alan “takva elbisesini giymenin” ne kadar da önemli ve değerli olduğunu bir kere daha anlamıştım.

Hikayeler, insanlara duyguları, olguları ve davranışları algılama ve anlamada eşsiz imkanlar sunarlar. Bu hikaye de bize böyle bir imkan sunuyor. Nitekim çoğu kimse, hayatında bu ve benzeri istismarcı tiplere; yalancı, riyakar, gösteriş düşkünü insanlara şahit olmuştur ve çoğu zaman da hangi insanın samimi, hangisinin riyakar olduğu konusunda yanılmıştır. Dolayısıyla vicdan sahibi her insan günahlarını yalanlarla ve gösterişlerle perdelemek isteyen bu tip insanları gördükçe, rahatsız oluyor ve morali bozuluyor. Bu nedenle insanlar hakkında bir karara varmadan önce onları tanımak, bunun için de araştırma yapmak gerekiyor. Böyle bir araştırma yapmanın önemini ve gereğini de Hz. Ömer’den öğreniyoruz.
Her ne kadar aralarında ufak nüans farklılıkları olsa da rivayetlerden birine göre bazı insanlar, Hz. Ömer’in yanına gelir ve ona mescitte gördükleri takva sahibi bir kaç kişiden söz ederler. Bunun üzerine Hz. Ömer onlara, “O mescitte gördüğünüz ve bana ‘takva sahibi insanlar’ diye şehâdette bulunduğunuz kişilerle hiç alışveriş yaptınız mı?” der. Onlar da “Hayır yapmadık” derler. Hz. Ömer, tekrar sorar: “Onlarla yolculuk yaptınız mı?” Bu soruya da onlar, “Hayır Yapmadık” cevabını verirler. Daha sonra Hz. Ömer, “Peki, onlarla komşuluk/arkadaşlık yaptınız mı?” diyerek üçüncü bir soru daha sorar. Onların cevabı yine “Hayır, yapmadık” olur.

Aldığı bu cevaplar üzerine Hz. Ömer, “Demek ki siz onları mescitte boyunlarını sallarken gördünüz ve takva sahibi kimseler sandınız öyle mi? Dikkat edin! Takvâ, boyun sallamakta değildir” der ve onlara insanı tanımak için üç önemli kriterin bulunduğunu da öğretmiş olur.
Sonuç olarak, günah işlemek kötüdür, ama bundan daha da kötüsü, günahlarını gizlenmek için dinî söylemlerini ve davranışlarını abartıp öne çıkartma, böylece kendilerini daha dindar gösterme çabası içinde olma tavırlarıdır. Yanlış olan budur. Zira insan, ne melektir, ne de şeytan! Bu nedenle insan, iyilik de yapar; günah da işleyebilir, hata da edebilir, ama işlediği günahlardan daha da kötüsü, bir günahkâr olarak kendini dindar olarak gösterme tavrı ve çabası içinde olmaktır. Günahkâr kişiye gereken gösteriş yapmak ve bu amaçla günahını perdelemek değil, Allah’tan af dilemektir. Zira tövbe etmek, bunun için vardır. Ama günah işleyen ve hata eden insan, sanki hiç günah işlememiş veya hata etmemiş gibi bir halet-i ruhiye içinde olur da bunu, sözlerine ve davranışlarına abartılı bir biçimde yansıtırsa, işte o zaman bu davranış, yalan olur, gösteriş olur, riya olur.
Riya, “Saygınlık kazanma, çıkar sağlama gibi dünyevî amaçlarla kendisinde üstün özellikler bulunduğuna başkalarını inandıracak tarzda davranmak” demektir. Bu tanımdan farklı olarak riya ile ilgili başka tanımlar da yapılmıştır. Mesela, “Allah’tan başkasının hoşnutluğunu kazanma düşüncesiyle amelde ihlâsı terk etmek”; “Allah’a itaat eder görünerek kulların takdirini kazanmayı istemek”; “ibadeti Allah’tan başkası için yapmak; ibadetleri kullanarak dünyevî çıkar peşinde olmak; Allah’ın emrini yerine getirmek maksadıyla değil insanlara gösteriş olsun diye iyilik yapmak”; “insanların görmesi ve takdir etmesi için ibadeti açıktan yapmak” gibi tanımlamalar, en dikkat çekici olanlarıdır. Nitekim Ziya Paşa’nın da bu tanımlamalara uygun davranışlarda bulunan insanları, “Onlar ki verir lâf ile dünyaya nizâmât Bin türlü teseyyüp bulunur hânelerinde” diyerek hicvettiği bilinmektedir.

M.C. Bâki

ETİKETLER: Manşet