islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,3134
EURO
35,1082
ALTIN
2.292,61
BIST
9.049,80
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Açık
20°C
İstanbul
20°C
Açık
Cuma Az Bulutlu
23°C
Cumartesi Az Bulutlu
21°C
Pazar Az Bulutlu
21°C
Pazartesi Az Bulutlu
23°C

Hz. Muhammed’i “Üsve-İ Hasene” kişiliği ile tanımak

Doğru ve sağlıklı bir din anlayışı, ancak doğru bir peygamber anlayışına, doğru bir peygamber anlayışı da doğru bir Kur’an tasavvuruna, doğru bir Kur’an tasavvuru da doğru bir Allah tasavvuruna bağlıdır.

Hz. Muhammed’i “Üsve-İ Hasene” kişiliği ile tanımak

Prof. Dr. Celal Kırca                                                                                                  

Doğru ve sağlıklı bir din anlayışı, ancak doğru bir peygamber anlayışına, doğru bir peygamber anlayışı da doğru bir Kur’an tasavvuruna, doğru bir Kur’an tasavvuru da doğru bir Allah tasavvuruna bağlıdır. Şayet doğru bir Allah tasavvurumuz yoksa doğru bir Kur’an tasavvurumuz da yok demektir. Doğru bir Kur’an tasavvurumuz olmayınca da, doğru bir Peygamber anlayışımız da oluşmamaktadır. Bu nedenle Hz. Muhammed’i daha doğru ve daha sağlıklı anlayabilmek ve anlatabilmek için, Kur’an merkezli bir Peygamber anlayışına sahip olmanın gerekliliği, hatta zorunluluğu bulunmaktadır. Zira bütünü kavramadan, parçaları doğru anlamak mümkün değildir.  Nitekim tarihi süreç içinde Hz. Muhammed’i tanıtan bilim ve din adamlarının yazdıklarına bakıldığında, O’nun övgüden yergiye, sevgiden nefrete uzanan bir çizgide birbirinden çok farklı olumlu veya olumsuz kişilik özellikleri ve kimlikleri ile ele alındığı görülmektedir.

Buna karşılık Allah Teâlâ, HzMuhammed’i “ üsve-i hasene/  güzel örnek ” olarak tanıtır.   Üsve, “Benzeri yapılacak olan, benzetilmek istenen şey, model, bir şeyin benzeri, tıpkısı, misal, durumu ve niteliği benimsenmeye değer kimse ya da şey, en iyi biçimde olan”[1] anlamlarına gelen örnek sözcüğünün, Kur’an’daki karşılığıdır. Ayette “Allah’ın resulü,  Allah’ı ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok ananlar için güzel bir örnektir.”[2] Denilmektedir.  Burada üsve “imam gibi kendisine tabi olunan, uyulan, izi takip edilen”[3]  bir anlam içeriğine sahiptir.  Bizim için önemli olan bazı kişilerin, Hz. Peygamber hakkında ne dedikleri değil,  Allah Teâlâ’nın O’nu bize nasıl tanıttığıdır.  O da bize Hz. Peygamber’i  “üsve-i hasene” olarak tanıtmakta ve bu yönüyle O’nun örnek alınmasını istemektedir.

Bu tanıtımın Kur’an’da Hz. Peygamber’den başka, Hz. İbrahim ve kendisiyle beraber olanlar için de yapıldığını ve onların da örnek alınacak kişiler arasında yer aldığını görüyoruz.  Nitekim Kur’an’da üç defa kullanılan bu ifadenin, biri Hz. Peygambere,[4] diğer ikisi ise Hz. İbrahim’e[5]  aittir. Hz. Peygamberin  “güzel örnek” oluşunu,  ayetin iç ve dış bağlamından hareketle O’nun yiğitlik, cesaret ve yüksek karakteriyle yorumlayanların yanında, O’nu örnek almanın Müslümanlar için dini bir hüküm ifade ettiği, bu hükmün ise farz veya müstehab olabileceği, farzın dinî konularda, müstehaplığın ise dünya işlerinde olduğu görüşünde olanların da bulunduğu görülüyor. Buna karşılık, Hz. Peygamberin bütün yaptıklarının ve söylediklerinin tek bir hüküm çerçevesi içinde ele alınamayacağı, her davranışının ve sözünün ayrı ayrı ele alınarak Kur’an bütünlüğü bağlamında veya diğer deliller çerçevesi içinde değerlendirilmesi gerektiği kanaatinde olanların da bulunduğu biliniyor.

Hz. Peygamberin örnek oluşunu, bu sözcüğün kavramsal anlamından hareketle anlamaya çalıştığımızda, yukarıda yapılan tanımlardan “durumu ve niteliği benimsenmeye değer kimse” ve “benzeri yapılacak olan, benzetilmek istenen şey” tanımlarına uygun olduğunu ve örnekliğini bu tanımlarla açıklamanın daha doğru olacağını söyleyebiliriz. Bu açıklamalardan ortaya çıkan sonuç örnekliğin/teessinin, ancak model olabileceği, yoksa bir kısım insanlarca ileri sürüldüğü gibi teşebbüh olamayacağıdır. Çünkü teşebbühde benzeşme ve aynileşme; modellikte ise örnek alma söz konusudur. Zira bir bireyin veya bütün Müslümanların kimlik olarak Hz. Peygambere benzemesi ve O’ nunla aynileşmesi mümkün değildir.

Evrensellik; kişisel yeteneklerle yapılan işin nasıl yapıldığı ile ilgilidir Kimin yaptığı ile ilgili değildir. Bireyin tercihi, hangi işi nasıl yaptığında ortaya çıkar.  Mesela yazar, yerel olduğu halde yazma işi evrenseldir.  Bunun gibi teşebbühde tarihsellik; modellikte ise evrensellik vardır. Nitekim kim sorusunun cevabı, çoğunlukla yerelliği ya da tarihselliği; nasıl sorusunun cevabı ise genellikle evrenselliği gösterir.  Büyük oranda evrensellik, yerellik ya da tarihsellikten geçse de insan, içinde yaşadığı toplumdaki ilişkilerinden hareketle insanlığın ortak değerlerini yakaladığı zaman evrenselliği yakalayabilmekte ve oluşturabilmektedir. Dolayısıyla evrensellik, işin veya kişinin ne veya kim olduğu ile ilgili değil; işin ya da kişinin nasıllığı ile ilgilidir. Evrensel olmak, yerel çizgileri ya da renkleri hiç taşımamak demek değildir. Bilakis her evrensel olanın içinde az veya çok bir yerellik ya da tarihsellik mevcuttur.

Kur’an’da yer alan bilgilerden anlıyoruz ki,  Hz. Peygamber’in kim olduğunu ifade eden biyolojik ve fizyolojik niteliklerine bağlı kimlikleri değil; nasıllığını ifade eden kişilik özellikleri örnek olarak gösterilmiştir. Özellikle O’nun nasıl bir kul, nasıl bir insan olduğunu, kısaca nasıllığını vurgulayan ayetlerde, “büyük bir ahlak üzere[6] olduğu ve “Allahın rahmeti sebebiyle insanlara kaba ve katı davranmadığı”[7] açıkça beyan edilmiştir.   Nitekim tarihî gerçeklik de bunu teyit etmekte ve O’nun örnek kişiliğini yansıtan en önemli vasfının “el-emîn/ güvenilir kimse ” olduğuna dikkat çekilmektedir.  Bu vasıfın, O’na peygamberlikten önce verildiği ve peygamberlikten sonra da devam ettiği bilinmektedir.  Denilebilir ki, bu ahlakî vasıf, O’nun “alamet-i farika” sı olmuştur.  Bu nedenle O’na “Muhammedü’l Emîn/ Güvenilir Muhammed”  vasfı,  boşuna verilmemiştir.

Kur’an’da Hz. Peygamber’in örnekliğine özel bir vurgunun yapılmış olmasından, bir diğer ifade ile kimliğinden ziyade kişiliğinin öne çıkartılmasından,  O’nun örnekliğini yerel ve tarihsel alanlarda değil de, evrensellik ifade eden davranışlarında aranmak gerektiği mesajını vermeye yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Zira tavsiye edilen bu örneklik bize, O’nun nasıl bir kul, nasıl bir insan, nasıl bir baba, nasıl bir koca, nasıl bir komşu, nasıl bir arkadaş, nasıl bir dost, nasıl bir yönetici, nasıl bir eğitici olduğunu, kısaca O’nun yaşadığı hayat tarzına işaret etmektedir.  Bir başka ifade ile O, kul oluşu ile değil, nasıl bir kul oluşu ile; insan oluşu ile değil, nasıl bir insan oluşu ile; halife oluşu ile değil, nasıl bir halife oluşu ile bize örnek olmuştur. Yoksa biyolojik ve fizyolojik yönleri ile veya yerellik ifade eden sosyokültürel, sosyoekonomik ve sosyopolitik araç ve gereçlerin veya formların bir şekilde O’nun tarafından kullanılmış olması yönüyle değil. Mesela, yolculuk esnasında deveye ve ata binmesi; savaşta ok, mızrak atması, kılıç kullanması; diş temizliğinde misvak kullanması, hasırda veya kumda yatması; çok hanımla evlenmesi vs. gibi yerel ve kültürel unsurlar ve ya bunlarla alakalı şeyler, O’nun kişiliğini yansıtan evrensel nitelikli örnekler değildir.  Zira bunlar, her insan gibi O’nun  “Kul Muhammed” olarak yaptığı uygulamalardır. Bir de O’nun “Resul Muhammed”  olarak yaptığı uygulamalar var ki onlar, ümmetini bağlayıcı evrensel bir niteliğe sahiptirler.   Bizim için örnek alınacak olan davranışları,  bu kategoriye dâhil olanlardır ve buna dâhil olanları da genel hatlarıyla şöyle açıklamak mümkündür:

Hz. Peygamber’in her şeyden önce “el-emîn/ güvenilir” olması; taleplerinde ve tenkitlerinde kendi sınırları içinde kalması, başkalarının haklarına saygı göstermesi ve duygularına değer vermesi; kavgaya taraftar olmaması; sevgisini ve saygısını her fırsatta karşısındakine hissettirmesi; anlaşmazlıklarda her iki tarafın hakkını ve onurunu koruyan çareler üretmesi; akrabalık bağlarına saygı göstermesi; yoksullara yardım elini uzatması; doğruyu ve doğruları desteklemesi; sözü ve özünün bir olması; kaba ve katı davranmaması; hoşgörü sahibi oluşu, insan hayatında kaybolan dengeleri yerli yerine koyan davranışlarda bulunması, mikro kimliğin hâkim olduğu bir dönemde, makro kimliği tavizsiz uygulaması ve kimliklere değil de Kur’an’ın ölçüt olarak sunduğu kişiliklerin esas alınması ilkesine bağlı kalması ve bunlara özen göstermesi vs. gibi kişiliğini yansıtan örnekler, evrensel bir niteliğe sahip olan örnek davranışlarıdır. Bu davranışlar da O’nun bir ahlak peygamberi olduğunu göstermektedir.

Hz. Peygamber’in davranışlarından bir kısmının evrensel olması, bir kısmının olmaması veya bir kısmının evrenselleştirilmeye müsait olması, birbiriyle karıştırılmaması gereken hususlardır. Bu nedenle  “İslam” ın daha doğru ve daha sağlıklı anlaşılabilmesi için Hz. Peygamberin kimliklerinin ve bu kimliklere bağlı misyonunun çok iyi bilinmesi ve değerlendirilmesi, büyük önem arz eder. Nitekim başlangıçta insanlar, Hz. Peygamber yerine doğrudan yazılı bir metin ile karşılaşmış olsalardı, tebliğ, tebyin, telkin, öğüt verme ve örnek olma gibi olgular, 23 yıl süren çaba ve gayretler halinde yaşanmasaydı acaba İslam,  o dönemde ulaşılan noktaya gelebilir miydi? 

Bundan dolayıdır ki, ne Kur’an’dan soyutlanmış bir peygamber; ne de peygamberden soyutlanmış bir Kur’an anlayışı doğrudur. İşte bunun için doğru bir Kur’an tasavvuruna ve doğru bir Peygamber anlayışına ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaç, günümüzdeki mevcut Peygamber anlayışları dikkate alındığında çok daha önem arz etmektedir. Zira Kur’an’ın misyonu ile Hz. Peygamberin misyonunu ve aralarındaki farkı çok iyi tespit edip yeterince anlayamadığımız ve açıklayamadığımız için zihinlerin karışık, düşüncelerin de bulanık olduğu görülüyor.

Kur’an, bir Müslüman için ne ifade eder? Hz. Peygamberin davranışları ne ifade eder? Veya Kur’an ne ifade etmelidir? Sünnet ne ifade etmelidir?  Kişisel Kanaatim, Kur’an’ın, bir Müslüman için “ölçüt” olduğu; Hz. Peygambere ait davranışlarının, yani kişiliğinin ise “örnek” olduğu yönündedir. Kur’an da bize bunu ifade etmiyor mu?

Kur’an’ın ölçüt oluşu, helallerin, doğruluğun, güzelliğin, hakikatin, adaletin kriterlerini belirlemede ana kaynak oluşu yönüyledir. Bu nedenle, hayata ölçüyü, bir diğer deyişle hayatın ölçütünü Kur’an koyar. Sünnet ise bu ana kaynağın açıklanmış ve yaşanmış şeklini ifade eder. Sünnet,  bu misyonu sebebiyledir ki normu değil, daha ziyade formu belirler. Normlar asıl oldukları için, onda değişme olamaz. İbadetler gibi zamanla sınırlı olmayan formlar hariç, diğer formlarda ise duruma bağlı bazı değişimler olabilmektedir. Söz gelimi,  ağzı yıkamak, bir başka deyişle diş temizliği yapmak; bir normdur. Bu temizliği misvakla yapmak ise, formdur. Hz. Peygamberin döneminde bu normun uygulanmasını sağlayacak misvaktan başka bir form mevcut değildi. Bugün bu normun uygulanmasını sağlayacak diş fırçası ve diş macunu gibi başka formlar da mevcut. Ancak misvak bir form yani temizlik aracı olarak, yerel ve tarihsel bir niteliğe, temizlenmek ise evrensel bir niteliğe sahip olduğu için örnekliği yerel ve tarihsel olanda değil de evrensel olanda aramak daha uygun bir tercih olacaktır.  

Konuyu Mevlana’dan bir hikaye ile örneklemek istiyorum: Mevlana’ya bir gün birisi gelir ve ona Hz. Peygamberin kuşağının olup olmadığını, varsa nasıl olduğunu, kaç arşın uzunlukta ve hangi renkte olduğunu sorar. Mevlana; “Bunu bilmekle ne yapacaksın, eline ne geçecek, Hz. Peygamber kuşak kullanırdı, kullanmazdı veya vardı, yoktu, bunu bilmek sana ne fayda verecek?”, diye sorar. O da şöyle cevaplar: “Sakalım onun sakalı gibi oldu, sarığım da O’nun sarığına benzedi, hatta ayaklarımda çöl ayakkabısı var, Konya toprağında çöl terliği ile geziyorum. Elbisem de onunkine benzedi, geriye acaba Hz. Peygamber kuşak kullanıyor muydu, kullanmıyor muydu? meselesi kaldı. Bunu da kimse cevaplayamadı. Onun için sana geldim. Ben O’na benzemek istiyorum”, der. Mevlana ona cevap olarak, “Sen bu kafa ile benzesen benzesen ancak Ebu Cehil’e benzersin”, dedikten sora şöyle devam eder: “Dış görünüş ve kıyafet itibariyle Hz. Peygamberle Ebu Cehil arasında bir fark yoktur. Fark surette değil, siretlerdedir. Sende Hz. Peygamberin şekil ve kıyafetinden nelerin olduğu değil, Hz. Peygamberin ahlakından, dürüstlüğünden, hoşgörü ve insanlığından ne var onu söyle. O’na ancak öyle benzersin”[8]der.

İnançlarımızı oluşturan, referanslarımız; hatta bundan öte o referanslarımızı anlayış ve yorumlayış tarzımızdır. Zira anlayış ve yorumlayış tarzımız, nasıl hissettiğimizi, nasıl düşündüğümüzü ve nasıl anladığımızı, yani bu konudaki kişiliğimizi de tayin ve tespit eder. Bu sebeple Hz. Peygamberi doğru anlamak ve anlatmak için referanslarımız kadar, o referanslarımızı anlayış ve yorumlayış tarzlarımızın ve yöntemlerimizin de doğru olması gerekir. Zira doğru hedefe ancak doğru araçla ulaşılabilir. Hedef doğru olsa da araç yanlış ise, doğru hedefe asla ulaşılamaz. Bunun içindir ki eskiler, “Vusulsüzlüğümüz, usulsüzlüğümüzdendir”, demişlerdir. Hz. Peygamberi de doğru tanımak için, anlama usulümüzün de doğru olası gerekir. Bu sebeple Hz. Peygamberin örnek oluşunu, O’nun kimliğinde veya kullandığı yerel ve tarihsel nitelikli araç ve gereçlerde değil, kişiliğinde yani O’nun nasıllığında aramak ve anlamak daha doğru bir yaklaşım tarzı olacaktır.

Peygamberlerin ortak özelliklerinin yanında, her peygamberin farklı kişilik özellikleri ve misyonları da bulunmaktadır. Mesela Hz. Musa’nın misyonu olarak “hukuk”, Hz. Peygamberin misyonu olarak da “ahlak” söylenebilir. Nitekim Hz. Peygamber, kendisine izafe edilen bir hadiste “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” [9] buyurarak, kendi peygamberlik misyonunu da bizzat kendisi açıklamış bulunmaktadır. Bu açıklama aynı zamanda İslam dininin uygulamasında hiyerarşik bir düzenin varlığına da işaret etmektedir. Bugün ilmihal kitaplarında yer alan iman, ibadet ve ahlak sıralaması, aslında hem Kur’an’ın nüzul tertibindeki içeriğe, hem de Hz. Peygamber’in misyonuna ters düşmektedir.  Kur’an’ın tenzil yöntemine göre hiyerarşik sıralama;  iman, ahlak, ibadet ve hukuk şeklinde gerçekleşmiştir. Bunun tabii bir sonucu olarak Hz. Peygamberin uygulaması da Kur’an’ın bu yöntemine uygun olarak gerçekleşmiştir.

 Bu nedenle günümüzde de bu yöntemin uygulanması,  İslam’ın doğru anlaşılması ve yaşanması için gerekli, hatta zorunludur.  Dinin sunumunda ve uygulamasında tenzil döneminde uygulanan bu yöntemin, günümüzde sanki evrensel bir boyutu yokmuş gibi algılanıp bir nevi tarihselliğe mahkûm edilişi ise oldukça düşündürücüdür. Çünkü bu tavır, ahlakî erozyonun önemli sebeplerinden birini oluşturmaktadır. Zira Kur’an,  “iman”la iç arınmasını, “ahlak” ile de sosyal haramlardan arınmasını sağladıktan sonra insanın,  Allah’ın huzuruna çıkmasını sağlayan bir yöntem uygularken; günümüzde insanların genelde takvadan/ahlaklı ve erdemli olma kaygısından uzak bir anlayışla Allah’a yaklaşmayı hedeflediği müşahede edilmektedir.  Daha açık bir ifade ile Müslüman, “Dostluk başka, alış-veriş başka” der gibi, ahlakla ibadeti ayırabilmekte; dolayısıyla da yalan, aldatma, kandırma, iftira, su-i zan, gıybet vs. gibi ahlakî ilkelerle ibadeti bir arada yapabilmekte ve bunda da bir sakınca görmemektedir. Oysa Kur’an, ibadetlerin temel amacının “takva/ haramlardan sakınma, kısaca “ahlaklı bir hayat” olduğunu beyan etmektedir. Nitekim namazdaki amacın Müslümanı, fuhşiyattan ve kötü şeylerden alıkoymak; oruç tutma ve kurban kesmedeki amacın ise “takva” olduğunu açıkça zikreder.  Takva ise bilindiği gibi, haramlardan/günahlardan sakınma denektir. Bunun içindir ki “Def-i mazarrat, celb-i menafiden eladır/ Zararın önlenmesi faydanın temininden önce gelir”  kuralı, bir Mecelle kaidesi olarak da belirlenmiştir.

 “Din” in, bilgi, ilke ve kural gibi teorik boyutunun yanında; formel veya pratik boyutu da mevcuttur. Dinin bilgi ve kural boyutu vahye dayanır. Pratiğe ait yönü ise kısmen vahye, daha çok sünnete dayanır. Ancak sünnetle, kültürel öğelerin karıştırılmaması da gerekir.  Bu nedenle Hz. Muhammed’in, bir peygamber olarak yaptıkları ve açıkladıkları ile bir beşer olarak kişisel tavırları ve içinde yaşadığı toplumun kültürel yapısı da birbirine karıştırılmamalıdır.  Dolayısıyla Hz. Peygamberin örnekliğinin evrensel boyutu,  O’nun irade dışı sahip  olduğu  kimliklerinde  ve bir   beşer olarak kişisel tavır ve davranışlarında veya içinde yaşadığı toplumun kültürel yapısında  ve  tarihsel formlarında değil; Kur’an’da beyan edilen kişilik özelliklerinde; Kur’an’ı tebyin etme, Kur’an ahlakını hayata yansıtma  misyonuna bağlı kişilik özelliklerinde ve dinin sunumunda  uyguladığı  yöntemde   aranmalıdır.


[1] Türk Dil Kurumu,Türkçe Sözlük,2/926

[2] Ahzâb, 33/21.

[3] Rağıb el-Isfahani, Müfredat, “esv” md.

[4] Ahzâb, 33/21.

[5] Mümtehine, 60/4, 6.

[6] Kalem, 68/4.

[7] Âl-i İmrân, 3/159.

[8] İsmail Yakıt, Hz. Peygamber’i Anlamak, İstanbul, 2003, s. 41-42.

[9] İmam Malik, Muvatta, Hüsnü’l Hulk,1

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.