islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,3416
EURO
35,1000
ALTIN
2.310,41
BIST
9.079,97
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Açık
21°C
İstanbul
21°C
Açık
Cuma Az Bulutlu
23°C
Cumartesi Az Bulutlu
21°C
Pazar Az Bulutlu
21°C
Pazartesi Az Bulutlu
23°C

İlim ve İrfan Yuvaları: Camilerimiz

İlim ve İrfan Yuvaları: Camilerimiz

Camilerimiz, sadece içerisinde beş vakit namaz kılınan sonra da kapılarına kilit vurulan yerler değildir, öyle olmamalıdır. Asr-ı saadetten itibaren icra ettikleri fonksiyonları çok çeşitli olan camilerimiz her şeyden önce ibadet mekânlarıdır. Durumları müsait olan müminler günde beş defa camilerimizde toplanarak topluca Allah’a ibadet etmenin, dua ve niyazda bulunmanın hazzını tadarlar.

Camiler yeryüzünün en kutsal mekânları, Allah katında en sevimli yerlerdir. Peygamber efendimiz’in ifadesiyle: “Beldelerin Allah’a en sevimli yerleri mescidleri/ camileridir”[1]

Camilerimiz, aynı safta ibadet etmek suretiyle gerçek eşitliğin, dostluk ve kardeşliğin fiilen yaşandığı, yardımlaşma ve dayanışmanın gerçekleştiği mukaddes yerlerdir.

Camilerimiz İman ve ibadetin, ahlak ve faziletin, sevgi ve şefkatin öğrenildiği ve öğretildiği ilim ve kültür merkezleridir, hikmet ve irfan yuvalarıdır, kadın ve erkek her yaş ve her seviyedeki insanlarımız için eğitim ve öğretim yerleridir. Camilerimizde bu tür görevler vaaz ve irşad, hutbe ve cami dersleri yoluyla ifa edilmektedir.

Dinimizde tevhit akidesinden sonra üzerinde en çok durulan husus ibadetlerdir. İbadetlerimiz içerisinde üzerinde en çok durulanı ise bir ömür boyu günde beş vakit kılmakla mükellef olduğumuz namazdır. Mazereti olmayan müminlerin günde beş vakit namazı camide cemaatle kılmaları sünnet-i müekkededir.

Peygamber Efendimiz beş vakit namazı Mescid-i Nebevî’de ashabıyla beraber kılar, imam olarak onlara kıldırırdı. Ashabının da beş vakit namazı camide cemaatle kılmalarını emrederdi. Nitekim gözleri görmeyen Abdullah ibn Ümmü Mektûm (r.a.), Resûlullah (s.a.v.)’e:

“- Ya Resûlullah, ben gözü görmeyen ve evi mescide uzak olan bir kimseyim. Bana kılavuzluk edemeyen bir hizmetçim var. Benim namazımı evimde kılmama ruhsat var mı?” diye sormuş, Resûlullah:

“- Ezanı duyuyor musun?” deyince, Abdullah:

“- Evet, duyuyorum” cevabını vermiştir. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.):

“- Sana ruhsat bulamıyorum” buyurmuştur.[2]

Efendimiz’in ashabı da beş vakit namazı kendisiyle beraber kılmak için can atarlar, sıcak-soğuk, yaz-kış demeden Medine’nin en uzak köşelerinden sabah akşam gelirlerdi.

Peygamber Efendimiz ashabından/ cemaatten birini birkaç gün mescidde görmezse onun durumunu araştırır, sorardı. Şayet hasta olduğu söylenirse ziyaretine giderdi, bir ihtiyacının olduğu söylenirse karşılamaya çalışırdı.

Bu haliyle Asr-ı saadette Mescid-i Nebevî sadece içinde beş vakit namaz kılınan mekân değil, aynı zamanda sahabe-i kiramın bir araya geldiği, buluştuğu, kaynaştığı yerdi. Müslümanları ilgilendiren her toplantı orada yapılıyordu. Peygamberimiz, önemli kararları burada ashabıyla istişare ederek alırdı. Müşriklerle yapılan savaşlarda yaralanan Müslümanların tedavileri burada yapılırdı.

Efendimiz, müslüman olsun veya olmasın, kendisiyle görüşmek üzere Medine’ye gelen elçileri mescidde kabul eder, onlarla burada görüşürdü. Bu gün de Mescid-i Nebevi’nin içerisinde bulunan “üstüvânetü’l-vüfûd/ elçiler sütunu” Efendimiz’in onlarla görüştüğü yerin anısını hafızamızda canlı tutmaktadır.

Onun için asr-ı saadette Mescid-i Nebevî’nin müslümanların dini ve sosyal hayatlarındaki yeri ve önemi büyüktü. Başka bir ifade ile Müslümanların dini, sosyal ve kültürel hayatlarının merkezi idi.

Görüldüğü gibi Peygamberimiz’in mescidinin, bu dönemde iki önemli fonksiyonu vardı: Birincisi Müslümanların ibadet ettikleri mekandı. Bu anlamda orası dini bir merkezdi. İkincisi de Müslümanların toplanıp her türlü meselelerini görüştüğü sosyal bir kurumdu. Caminin ibadet mekanı olması asıldır, diğer işlevlerine gelince, buna ihtiyaç varsa orada yapılır, yoksa başka yerde de yapılabilir. Nitekim İslam aleminde durum zamanla böyle olmuştur.

Mescid-i Nebevî aynı zamanda ilim ve kültür merkezi idi. Peygamber Efendimiz ashabını orada yetiştiriyordu. Yeni islama giren kabilelere dinlerini öğretecek muallimler ve mürşitler burada yetişenlerden gönderiliyordu. Ashab-ı kiram Kur’an’ı, sünneti ve ilmî meseleleri orada öğreniyorlardı. Problemlerini ve çeşitli soruları Efendimiz’e orada soruyorlardı. Kur’an öğretimi denilince akla gelen ilk yer Peygamber efendimizin mescidi idi. Mescid-i Nebevî Kur’an okuyan sahabilerle dolup taşar, mescidin her tarafından Kur’an sesleri yükselirdi. Hatta Resûlullah (s.a.v.) namaz kılanların yanılmaması için Kur’an okuyan ashabına seslerini fazla yükseltmemelerini emretmişti.[3]

Peygamber Efendimiz’in zamanının önemli bir kısmı Mescidde geçerdi. Sahabe-i kiram Mescid-i Nebevî’de Efendimi’zin etrafında halkalar oluştururlar, Efendimiz’in anlattıklarını dikkatle dinlerlerdi.[4]

Hz. Peygamber (s.a.v.) bir gün evinden çıkıp mescide gitmiş, orada insanların iki halka oluşturduklarını görmüştü. Bu halkalardan birinde bulunanlar Kur’an-ı Kerim okuyor ve Allah’a dua ediyorlardı. Diğer halkada bulunanlar ise ilim öğreniyorlar ve öğretiyorlardı. Peygamber Efendimiz: “Bunların hepsi de hayır üzeredir; şunlar Kur’an okuyorlar ve Allah’a dua ediyorlar. Allah dilerse onlara isteklerini verir, dilerse vermez. Bunlar ise öğreniyorlar ve öğretiyorlar. Ben de muallim olarak gönderildim.” buyurarak onların halkasına oturmuştu.”[5]

Evet, bu rivayetten Mescid-i Nebevîde sahabe-i kiramın bir araya gelerek Kur’an okuduklarını, dua ettiklerini öğrendiğimiz gibi, ilmî müzakereler yaptıklarını da öğreniyoruz. Ayrıca sevgili Peygamberimizin ilim halkasını tercih ederek, sözleriyle olduğu gibi fiilen de ilme değer verdiğini, her hususta olduğu gibi, bu hususta da ümmetine örnek olduğunu görüyoruz.

Hatîb el-Bağdâdî “el-Fakîh ve’l-mütefehkih” isimli eserinde bu hadis-i şerifi “Fadlu mecâlisi’l-fıkhi alâ mecâlisi’z-zikr” İlim meclislerinin zikir meclislerine üstünlüğü” başlığı altında nakletmekte ve bununla ilim meclislerinin zikir meclislerinden daha faziletli olduğunu belirtmiş olmaktadır.[6] Nitekim aynı hadisin başka bir rivayetinin sonunda Peygamber Efendimiz: “…Ben muallim olarak gönderildim ve şu meclis daha faziletlidir”[7] diyerek ilim meclisine oturmuştur.

Efendimiz’den en çok hadis rivayet etmekle meşhur olan sahabî Ebû Hüreyre (r.a.)’ın ifadesiyle Mescid-i Nebevi daha sonra da Peygamber Efendimiz’in mirasının taksim edildiği yerdi. Abdullah er-Rûmî bu konuda şahit olduğu bir olayı şöyle anlatıyor:

Bir defa Ebû Hüreyre (r.a.) Medine çarşısına uğradı, orada durup insanlara:

“- Ey çarşı halkı, sizi âciz bırakan nedir?” dedi. Onlar da:

“- Ey Ebû Hüreyre, neden âciz bırakan?” diye sordular. Ebû Hüreyre (r.a.):

“- İşte Resûlullah’ın mirası taksim ediliyor, siz ise buradasınız, gidip ondan nasibinizi almıyorsunuz” dedi. Onlar:

“- Nerede taksim ediliyor” dediler. Ebû Hüreyre (r.a.):

“- Mescidde” dedi. Onlar hemen gittiler, bir müddet sonra dönüp geri geldiler. Onları orada beklemekte olan Ebû Hüreyre:

“- Niçin geri geldiniz?” dedi. Onlar da:

“- Ey Ebû Hüreyre! Mescide gittik, içeri girdik, orada taksim edilen bir şey görmedik” dediler. Ebû Hüreyre (r.a.):

“- Mescidde hiç kimseyi görmediniz mi?” dedi. Onlar:

“- Bir grup kimse gördük namaz kılıyorlardı, bir kısım insanlar Kur’an okuyorlardı, bir kısmı da oturmuşlar helal ve haramı müzakere ediyorlar/ ilimle iştigal ediyorlardı” dediler. Bunun üzerine Ebû Hüreyre (r.a.):

“- Size yazıklar olsun, işte Peygamberimizin mirası budur” dedi.[8]

Bilindiği gibi Peygamber Efendimiz geride miras olarak mal-mülk, altın ve gümüş bırakmamış, ilim bırakmıştır. Onun için: “el-ulemâü veresetü’l-enbiyâ: Âlimler peygamberlerin varisleridir” denilmiştir.

————————————

[1] Müslim, Mesâcid, 288
[2] Ebû Davud, Slât, 46
[3] Ahmed, Müsned, V, 324; Zerkânî, Menâhilü’l-ırfân, I, 169
[4] Mâlik, Muvatta, Selâm, 4; Buhârî, İlim, 8; Salât, 84; Müslim, Selâm, 26
[5] İbn Mace, Mukaddime, 17
[6] Hatîb, el-Fakîh ve’l-mütefahkih, I, 35 http://www.alsunnah.com
[7] Hatîb, age., I, 36
[8] Taberânî, el-Mu’cemü’l-evsat, II, 253 (1451)

Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.