Halk arasında siyaset hakkında değişik fikir ve düşünceler vardır. Pek çok kişi, siyasetin kirli olduğunu, siyasetin yalana dayandığını dolayısıyla siyasetten uzak durmanın gerektiğini söylemektedir. Özellikle Müslüman kesim arasında bu tür kanaatler çok yaygındır. Ben aynı kanaati paylaşmıyorum. Hakka, hukuka ve adalete dayanan bir siyaset anlayışı saygı değerdir, hatta Allah rızası için bu ölçüler dâhilinde yapılan siyaset, bir türlü ibadettir ve İslam bilincine sahip olan kişiler için gereklidir. Çünkü hak ve adalete dayanan temiz siyasetin Kur’an’da önemli bir yeri vardır.
Arapça kökenli “siyaset” kelimesi, pek çok anlamda kullanılan “sevese-sâse” fiilinin mastarıdır. “Siyaset”, yönetmek, bir şeyin idaresini üstlenmek, devleti idare etmek, diplomasi, düzene koymak, hâkim olmak, tedbir almak, hükmetmek ve benzeri anlamları ifade etmektedir.[1] Siyaset için “politika” kelimesi de kullanılmaktadır. “Politika” kelimesinin İtalyanca “politica” veya Yunanca “politike” kelimesinden geldiği ileri sürülmektedir. Bu kelime, siyaset, devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatı, yönetim, bir devlette yöneticilerin belli bir alanda uygulamaya geçirdikleri görüşlerin tümü, hükümetin yönetimde izlediği yol ve yöntemi, bir hedefe varmak için karşısındakilerin duygularını okşamak, zayıf noktalarından yararlanmak ve benzeri yollarla işlerini yürütmek gibi anlamlarda kullanılmaktadır.[2]
Kaynaklarda verilen bilgilere göre siyasetin sistematik bir şekilde incelenmesi, Yunanlı düşünürler Eflatun (m. ö. 437-347) ve Aristo (m. ö. 384-322) ile başlamıştır. Bu ve benzeri düşünürler siyaseti, toplumu etkileyen genel konulara ilgi, ya da kamu yararına yönelik faaliyet biçiminde tanımlamışlardır. Eflatun ve Aristo toplumu etkileyen genel konuları yani kamu çıkarını, özel çıkarlara göre ahlaken üstün görmüşlerdir.[3] Özellikle Aristoteles, iyi veya kötüyü ele alan felsefe disiplinini “ahlak felsefesi” olarak yorumlamıştır. Bunun toplum düzeyinde değerlendirilmesi, “siyaset felsefesi” olarak adlandırılabilir.[4]
Sebe Kraliçesi Belkıs hakkındaki kıssa, Kur’an’daki siyasal ahlakın güzel bir örneğini oluşturmaktadır. Hz. Süleyman’ın (as.) ona göndermiş olduğu mektup onun eline geçtiği zaman, halkının ileri gelenlerini bir araya toplamıştır. Belkıs, mütevazı bir şekilde onlarla bir istişarede bulunmuştur. Kur’an’da haber verildiğine göre aralarında şu konuşma geçmiştir:
قَالَتْ يَا أَيُّهَا المَلَأُ أَفْتُونِي فِي أَمْرِي مَا كُنتُ قَاطِعَةً أَمْراً حَتَّى تَشْهَدُونِ {32} قَالُوا نَحْنُ أُوْلُوا قُوَّةٍ وَأُولُوا بَأْسٍ شَدِيدٍ وَالْأَمْرُ إِلَيْكِ فَانظُرِي مَاذَا تَأْمُرِينَ {33} قَالَتْ إِنَّ الْمُلُوكَ إِذَا دَخَلُوا قَرْيَةً أَفْسَدُوهَا وَجَعَلُوا أَعِزَّةَ أَهْلِهَا أَذِلَّةً وَكَذَلِكَ يَفْعَلُونَ {34} وَإِنِّي مُرْسِلَةٌ إِلَيْهِم بِهَدِيَّةٍ فَنَاظِرَةٌ بِمَ يَرْجِعُ الْمُرْسَلُونَ {35}
“Kraliçe, ‘Ey ileri gelenler! Bu konuda bana görüş bildirin. Çünkü ben, siz yanımda olmadıkça, hiçbir işe kesin olarak karar vermem’ demişti. Onlar, ‘Biz, güçlü kimseleriz ve çok zorlu savaşçılarız. Sonuçta söz senindir. Kararını sen kendin ver’ demişler. Bunun üzerine Kraliçe, şöyle devam etmiştir: Muhakkak ki krallar/hükümdarlar bir ülkeye girdikleri zaman, orayı ifsat edip harap ederler. Oradaki halkın şerefli insanlarını zelil/perişan ederler. İşte onlar, böyle davranırlar! Ben ise, onlara hediye ile bir heyet göndereceğim ve elçilerin ne gibi bir haber ile döneceklerini bekleyeceğim.”[5]
Yüce Allah, Sebe kraliçesi Belkıs hakkında bu ayetleri boşuna indirmemiştir. Elbette bu ayetlerde çeşitli sosyolojik mesajlar verilmektedir. Müslüman olmayan bir kadının anlattıkları, çok manidardır. Onun hedefinde toplumsal uzlaşı ve barış bulunmaktadır. Onun dediği gibi krallar, herhangi bir ülkeyi işgal ettiklerinde oranın maddi manevi yapısını bozmaktadırlar. Oranın onurlu ve şerefli insanlarını rezil etmeye çalışırken, o toplumun kalitesiz yağcılarını yüce şahsiyet sahibi kişilerin başına geçirirler. Süleyman Ateş, Sebe kraliçesi ile ilgili bu ayetleri yorumlarken, şöyle bir açıklamada bulunmuştur:
“Belkıs, Sebe kavminin başında bulunan bir kraliçeydi. Yani o, bir erkek değil, bir kadındı. Ayetlerde verilen mesajlardan anlaşıldığı kadarıyla bu kraliçe, halkı iyi yöneten zeki bir insandı. O, yönetimde fevrî davranışlardan kaçınmış, halkın felâketlere sürüklenmemesine özen göstermiştir.”[6]
Kur’an’daki ahlakın siyasi boyutunda, insanların kendilerini temsil etme hak ve hürriyetleri vardır. İnsanlar arasında liyakat kuralına göre hak ve hukukun eşit bir şekilde uygulanması gerekir. Kur’an’daki ahlakın gereği budur. Ayırım yapılmaksızın her kişi, layık olduğu yere gelebilmelidir. Bilindiği gibi liyakat, kabiliyet, hüner, fazilet, yetenek, değer, layık olmak ve benzeri anlamalar için kullanılmaktadır. Sosyal hayatta her insana hak ettiği, layık olduğu şeyi vermek gerekir. Geniş aile içerisinde, köy, mahalle, kaza, şehir, bölge ve geniş anlamda halk toplulukları içerisinde birer başın olması gerekir. Baş olacak bu yönetici kişiyi, insanlar kendi aralarında seçmelidirler. Büyük veya küçük insan topluluğu için, görevi hak eden, makama layık olan kişileri seçmek gerekir. Aile, aile büyüğü tarafından idare edilir. Köy, muhtar ve ihtiyar heyeti tarafından yönetilir, İl ve ilçeleri, halkın iradesi ile seçilen belediye başkanları sevk ve idare eder. Doğrusu vali ve kaymakamların da halk tarafında seçilmesi, en uygun olanıdır. Hatta halkın seçeceği vali ve kaymakam, belediyenin de görevlerini üstlenerek memleketlerini idare etmelidirler. Halk tarafından seçilenler, o toplumun iradesini temsil etmektedirler. Her toplumun iradesine saygılı olmak, Allah’ın ve Hz. Muhammed’in (sav.) emrinin gereğidir. Hz. Muhammed (sav.) zamanında, her kabilenin temsilcileri onun yanına gidiyorlardı. O, gelen temsilcilerle memleketi idare ediyordu. Gerektiğinde, kabilelerin temsilcilerini çağırıyor ve onlarla konuşuyordu. Hz. Muhammed (sav.), hiçbir kabileye reis atamamıştır. Onlar kendi aralarında reislerini seçiyorlardı. Medine Vesikası, bu konuda en güzel bir örnek durumundadır. Çünkü Hz. Muhammed (sav.), çeşitli Arap kabilelerinin temsilcileri ile beraber, Müslüman olmayan toplumlarında temsilcilerini bir araya getirmiş, onlarla memleket yönetimini konuşmuş, herkesin hakkının korunacağı bir şekilde Medine vesikası hazırlanmıştır. Unutmamak gerekir ki bu toplantıda, herkes kendini temsil etme hak ve hürriyetine sahip olmuştur. Bu vesika, insanlık tarihinin en güzel siyasi ahlak niteliğinde olan bir örnektir.[7] Kur’an-ı Kerim’de, siyasi ahlak hakkında çeşitli mesajlar verilmektedir. Bu konu ile ilgili bir ayet şöyledir:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَأُوْلِي الأَمْرِ مِنكُمْ فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللّهِ وَالرَّسُولِ إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً {59}
“Ey İnananlar! Allah’a itaat edin, peygambere ve içinizden seçtiğiniz yöneticilerinize itaat edin. Eğer herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, Allah’a ve ahiret gününe inanmışsanız, onu/o problemi Allah’a ve peygambere götürün/Kur’ân ve sünnete göre çözün. Bu, sonuç bakımından daha hayırlı ve daha güzeldir.”[8]
Bu ayette haber verildiği gibi inana insanlar her şeyden önce Allah’a itaat edecekler. Ondan sonra Hz. Muhammed’in sünnetine tabi olacaklardır ve içlerinden seçtikleri yöneticilerine Kur’an ile sünnet ölçüleri dâhilinde itaat edecekler. Kur’an’daki ahlakın temel kuralında olduğu gibi ölçü, Kur’an ve sünnettir. Allah’a yani onun kelamı olan Kur’an’a itaat, İslam dininin, Kur’an’daki ahlakın temel esasıdır. Hz. Muhammed’in (sav.) emir ile yasaklarına ve yöneticinin emirlerine itaat da Kur’an çerçevesi dâhilinde olacaktır. Ayette haber verildiği gibi yönetimde yaşanacak her türlü problemler, yine Kur’an ve sünnet ölçüleri dâhilinde halledilecektir. Hz. Muhammed’in (sav.) haber verdiği gibi, “Allah’a isyan olduğu hususta kula itaat edilmez.”[9] Ayette geçen “uli’l-emri minkum” ifadesinin Türkçe karşılığı, sizden olan yönetici demektir. Doğrusu her toplumun kendi hür iradeleri ile aralarından seçecekleri kişi veya kişiler tarafından yönetilmeleri, en doğru olan uygulamadır. Kim olursa olsun, Allah ile Hz. Muhammed’in yolundan ayrılmayan yöneticilere itaat etmek, emir ve yasaklarına uymak gerekmektedir. Aynı şekilde toplumların kendi aralarından seçtikleri yöneticilere müdahale etmek de yanılıştır, Kur’an ve sünnete muhalefettir. Toplumun iradesi dışında başlarına vali, kaymakam, kayyum ve benzeri amirleri atamak, doğru değildir. Çünkü bu tür atamalarla halkın iradesi devre dışı bırakılmaktadır. İradelerinin dışından atanan kişiler tarafından yönetildiklerini hisseden toplumların psikolojisi bozulur, manevi dengeleri zedelenir. Bu tür problemlerin yaşandığı toplumlarda toplumsal uzlaşı ve barış sağlanamamaktadır. Nitekim Hz. Muhammed’den (sav.) sonraki dönemlerde daha halifeler devrinde halkın iradesine dayanmayan vali atamaları, halk arasında sıkıntıların yaşanmasına sebep olmuştur. Bunun neticesinde Müslümanların arasında kavgalar ve nihayette savaşlar yaşanmıştır.
Biri Hz. Muhammed’e (sav.) “Kıyamet ne zaman kopacak?” diye sormuş. Hz. Muhammed (sav.) ona, “Emanet zayi olunca” diye cevap vermiştir. Adam Hz. Muhammed’e (sav.), “Emanet nasıl zayi olur?” diye sorunca, Hz. Muhammed (sav.) ona, “Emanet ehil olmayan kimseye verildiği zaman kıyameti bekle!” diye cevap vermiştir.[10]
Netice olarak her türlü atamalarda, görevi hak edenin hakkını vermek gerekir. Hak edenin hakkını vermemek ve hak etmeyene hak etmediği görevi vermek, bir tür kıyamet alametidir. Bu konuda “Bu bizdendir, bu bizden değildir” deyip insanlar arasında ayırım yapmanın, hiçbir dinde yeri yoktur.
NURETTİN TURGAY
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-
YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ
[1] İbn Manzûr, “sevese-sâse”, Lisânu’l-Arab, VI, 107 vd.; Luvîs Ma’lûf el-Yesûî, “sevese-sâse”, el-Muncid, Dâru’l-Meşrik, Beytur 1986, s. 362.
[2] Oya Adalı ve diğerleri, “politika”, Büyük Larousse, İnterpress Basın ve Yayıncılık, İstanbul 1986, XVIII, 9465; Hasan Eren ve diğerleri, “politika”, Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları, İstanbul 1992, II, 1194.
[3] Bilal Eryılmaz, “siyaset”, Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, Risale Basın – Yayın, İstanbul 1990, III, 423.
[4] Ahmet Arslan, Felsefeye Giriş, BB101 Yayınları, Ankara 2017, s. 30.
[5] en-Neml 27/32-35.
[6] Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul tsz., VI, 399.
[7] Ali Bulaç, Medine Sözleşmesi, Çıra Yayınları, İstanbul 2020, s. 135 vd.
[8] en-Nisa 4/59.
[9] İbn Hanbel, IV, 426.
[10] Buhârî, ilim, 2; rikak, 35; İbn Hanbel, II, 361.