Depremden bu yana acı gerçekleri ve onarılmaz kayıpları unutmamızı kolaylaştıran yeterli süre geçti gibi..
Laf aramızda, başlıktaki “İstanbul’dan Bakınca” yı,… içeriğine yakışsın diye ekledim.. Ama, yazıyı bitirdikten sonra yanlış yaptığımı düşünmeye başladım. Çünkü olan bitenin İstanbul’a özgü yanı hiç yok gibi. Yani Ahşaba ilişkin, bazı çevrelerdeki duyarsızlıktan şikayet ediyorsak bu tüm ülkemiz için geçerli. Tersine, bir heyecan ve bilgi talebi kıpırtısından bahsediyorsak bu da İstanbul’a özgü artış göstermiyor.. Halbuki, ahşabı asırlar boyu denemiş, sınamış, kültürünü var etmiş, en seçkin örneklerini sergilemiş, hele hele depremden derin yaralar almış bir bölgenin, konuya öncelikle sahip çıkması, bayrağı taşıması gerekirdi değil mi?.. İnşallah bir gün!..
Ahşabın ne işe yaradığını, dönüşümlü yegane yapı malzemesi olan bu doğal ürünün değerini tekrar anımsatmakta fayda var galiba..
…Depremin hemen ardından başlattığım, “Depreme karşı Ahşabın Gücü”başlıklı konferans dizisinde, Amerika’daki konutların % 90’ının, hele Kaliforniya’da % 99’unun ahşap olduğunu söylediğimde özellikle bazı medya mensuplarından “atma din kardeşiyiz”tarzında nazik mesajlar almıştım. Beton yapı oranında dünya şampiyonu bir ülkenin eğitimini alan herkesin düşebileceği bir yanılgı idi bu.. O yüzden hoş karşılayıp kendilerine resmi istatistikler sunmakla yetinmiştim.
O günden bu güne köprülerin altından çok sular aktı. Ulusal Ahşap Birliğini bir avuç gönüllü ile kurduk, bugün üyelerimiz yüzü aştı. Üniversitelerde çağrılı olarak dersler ve konferanslar vermeye başladık. Yani, atamızdan miras olarak devralıp, dedelerimiz zamanında unuttuğumuz ya da unutturulduğumuz ahşap kültürü yeniden canlanmaya başladı gibi.. En azından artan merak, bu ümidi destekliyor..
Ahşap yapılarda yaşayan insanların deprem riski taşımadığını, eş büyüklükte depremler yaşayan Amerika’da sadece market raflarındaki kavanozların kırıldığını anlatmaya çalıştık.
“Evleri ahşaptan yapmaya başlarsak ormanlarımız yok olmaz mı?”diyenlerin de aynı eğitim sorunu yüzünden yanlış bilgilendiklerini, hangi ülke konut sektöründe ahşabı kullanıyorsa o ülkenin ormanlarının küçülmek şöyle dursun muntazaman büyümekte olduğunu belgeledik.
“Peki yanmaz mı?”sorusu ile bizi köşeye sıkıştırdıklarını sananlara da, örneğin yanan çelik bir çatının 300 derecede akma sınırını aşan malzeme yüzünden on dakikada başınıza çökebileceğini, halbuki ahşap çatının, en az bir saat yangına dayanarak size kaçacak zaman bırakacağını örnekleri ile anlattık. O yüzden artık kamuya açık büyük toplantı salonlarında yangın riski yüzünden çatıların ahşap olması zorunluluğunun konduğunu söyledik. Tabii bu zorunluluk henüz bizim umursadığımız bir şey değildi..
Yangına karşı dayanımı artsın diye çelik kolonların ahşap ile kaplandığını örnekledik. Aynı yangını geçirmiş çelik yapı hurdaya çıkarken, betonarme bir yapının can güvenliği açısından artık güvenilmez hale geldiğini, çünkü soğuk çekme ile sertleştirilmiş inşaat demirlerin artık yumuşak demir haline geldiğini, yangında şiddetle genleşme ve sonrasında büzülme sonucu beton aderansının azaldığını ve oluşan kılcal boşluklardan ötürü korozyonun hızlandığını anlattık. Halbuki ahşap bir yapının basit bir yenileme ile tekrar yaşanabilir hale gelebileceğini gösterdik.
“Çürümez mi, dayanıklı olur mu?”kritik sorusunun cevabı ise, 300 yıllık yalılarımızda, 700 yıllık ahşap camilerimizde, 1500 yıllık Ayasofya kemerlerinin gergi çubuklarında, toprak altındaki 4500 yıllık ahşap lahitlerde saklı idi.. Betonun fiziki ömrünün 60 yıl, plastiğin 15 yıl olduğu artık bilimsel olarak kabul edildi. Genleşme, yangın riski ve manyetik alan sorunları yüzünden çeliği de konut sektöründe arka plana atınca, en dayanıklı yapı malzemesinin ahşap olduğu artık anlaşılmıştır..
En az enerji harcanarak elde edilen inşaat malzemesi olmakla, ekolojik döngüye katkısı bir daha anlaşılan ahşap hakkında tek kurşunu kalan muhalifler, “Çok katlı olur mu?” sorusunu büyük bir ümitle yöneltmekteler. Onlara yanıtımız da şöyle olmakta. Çok katlı yapılar, ihtiyaçtan değil zorla yaratılan rant endişesinden doğmuş ve insanlığın başına musallat edilmiştir. Buna rağmen ülkemizde kat adedi ortalaması 6’yı geçmemektedir. Şu anda dünyada 6 katlı sosyal konutlar ve apartmanlar zaten inşa edilmektedir. Buna kendimizden çarpıcı bir örnek verebiliriz. Dünyanın en büyük ahşap binası olarak bilinen, Büyükada’daki eski Rum Mektebi, 100 metreye 30 metre ölçülerindedir. 28.50 kotu ile 8 katlı bina yüksekliğindedir. İçinde yüksek tavanlı 6 katı vardır. Kışla ve okul görevlerini 80 yıl yerine getirdikten sonra son 20 yıldır terk edilmiştir. Buna rağmen 100 yaşında, yıkılmamış ve hala ayaktadır..
Benzer bir betonarme yapıyı 20 yıl boyunca kapısını penceresini açıp terk ederseniz, can emniyeti yönünden o yapıya tekrar girip yerleşemezsiniz. Çünkü korozyon artık betonarme özelliğini yok etmiştir. Halbuki sözünü ettiğim binanın hala zemin kat kolonlarındaki yağlı boyalar sağlamdır. Çok zor olmayan bir tamirle tüm yapı yeniden kazanılabilecek durumdadır…
Bunları anlattık her yerde, örnekledik, belgeledik.. Peki sonucunda ne oldu? Ahşap yapıların inşasında patlama mı oldu?.. Hiç de değil.. Sadece soranlar çoğaldı.. Bunu da yadırgamamak gerek. En az otuz yıllık bir ihmalin yarattığı eğitim boşluğunu iki yılda doldurmak zaten mucize olurdu..
Sanırım bizlere düşen görevler şimdi daha okunaklı hale geldi. Önce eğitim vererek, sonra örnekler sunarak ve sabırla bekleyerek, halkımızda talep yaratmalıyız. Eksik yönetmelik ve kanun maddelerini hiç umursamıyorum. Yeterli talep olgunlaştığı gün bunun önünde hiçbir bürokrat direnç gösteremeyecek, Uluslararası standartlara uygun ahşap yapı yönetmelikleri hayata geçecektir.. Bu konuda bilinçlenmek için de Avrupa Birliği’nin baskısını beklemeyelim ne olur. Halkımızı bilgilendirelim, bilinçlendirelim ve değişimi gerçekleştirelim. Yani bu da bizden, yani kendiliğinden olsun..
Buna yönelik çalışmalar Ulusal Ahşap Birliği bünyesinde zaten başlamış durumda.. Elimizden geldiğince Ankara kaynaklı yönetmelik ve kanun maddelerinin temel yanlışlarına müdahale etmekte ve detaylı öneriler hazırlamaktayız. Ne var ki, beton ve çelik lobisinin siyasi baskısını aşacak gücü yine halkın desteği ile elde edebileceğimizin farkındayız. Her şeye rağmen, biraz uzun olsa da doğru ve sağlıklı bir yolda olduğumuzu bilmek bize güç ve güven veriyor..
Siz sormadan ben söyleyeyim. Birileri, üniversitelerimizin mimarlık bölümleri ile örneğin çağdaş ahşap yapılar ya da geleneksel yapıların taşıyıcı sistem araştırmalarına ilişkin ne gibi projeler yürüttüğümüzü sual ediyorlarsa böyle şeyler için hiç merak buyurmasınlar derim. Çünkü kendilerinden bu güne kadar, zaman zaman yaptığımız konuşmalar dışında böyle bir yardımlaşma talebi gelmemiştir. Örneğin, deprem sonrası Amerikalı deprem uzmanı Profesör Stephan Tobriner’in benden istediği, eski bir Osmanlı ahşap yapısının konstruktif rölövesini hiçbir üniversitemizde bulamamanın utancını hala taşımaktayım..
Ya ahşap onlar için hayati bir önem taşımamaktadır, ya da bu konuları çok iyi ve yeterince bildiklerini düşünmektedirler. Bizi üzen duyarsızlık sizleri de üzerse bu iletişimsizlik mutlaka çözülür. O gün, hiçbir şey olmamış gibi tüm olanaklarımız ve uzmanlarımızla öğrencilerinin eğitimlerine yardımcı olabileceğimizi bilmelidirler..
Ayrıca, Mimarlar Odasının görevleri arasında böyle konularda halkı aydınlatmak da vardır diye düşünenlere de sevgili odamızın, konuya “bir iki kez yaptık işte, yaza da yeter kışa da”mantığı ile yaklaştığını söylemem gerekir.. Sanırım onlar üzerinde de kamuoyunun yeteri ölçüde baskısını yaratamadıkça bir kıpırdanma sağlanamayacak..
Galiba sataşmadığım kimse kalmadı.. Demek ki yazının bitme vakti geldi…
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi