islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5065
EURO
34,9070
ALTIN
2.425,83
BIST
9.722,09
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
22°C
İstanbul
22°C
Az Bulutlu
Perşembe Az Bulutlu
21°C
Cuma Az Bulutlu
19°C
Cumartesi Az Bulutlu
18°C
Pazar Az Bulutlu
19°C

KENDİN “OLMAK YA DA OLMAMAK”

KENDİN “OLMAK YA DA OLMAMAK”
28 Ağustos 2021 09:33
A+
A-

Prof. Dr. Celal Kırca

İnsan,  bu dünyaya bir aileye, bir topluma, bir coğrafyaya ve bir tarihe aidiyeti ile gelir.  Zamanla içinde yaşadığı toplumun kültürü ve dini ile tanışır; ilgisi ve bilgisi nispetinde de bunlarla olan ilişkisini geliştirir. Bu da onda bir mensubiyet şuuru oluşturur. İnsan, sosyal çevresi genişleyip geliştikçe farklı gruplar, kültürler ve dinler ile de tanışır ve bir ölçüde onlardan da etkilenir.  Bu gibi durumlarda kimi insan aile, coğrafya, tarih, millet ve din aidiyetini unutmaz, ona sahip çıkar; kimi insan da sahip olduğu aidiyetlerini önemsemez, unutur; başka grupların,  toplumların, kültürlerin ve dinlerin etkisinde kalır ve yeni aidiyetler arar. Sonuçta o insanın kimliğini ve kişiliğini, etkisinde kaldığı değerler belirler.   Bu nedenle insanın kendi olması ya da olmaması, işte böyle bir sosyal ve kültürel ortamda ortaya çıkar.  

“Kendin olmak”,  insanın sahip olduğu dinî, millî ve kültürel aidiyetlerini koruması ve yaşatması demektir.  “Kendin olmamak” ise insanın kendisine, ailesine ve ait olduğu topluma yabancılaşması; daha açık bir ifade ile kendisiyle, toplumla ve Yaratıcısıyla barışık olmaması/olamaması; zihninin ve gönlünün köleleşmesi demektir.

 “Kendin olmak, “Olduğu gibi görünmek, göründüğü gibi olmaktır”.  Neye inanıyorsa, inandığı gibi yaşamaktır. Başkalarının sevgisini, beğenisi ve takdirini kazanmak için maskeler takmamak ve yapmacık davranışlarda bulunmamaktır.

“Kendin olmak”, duygularının esiri olmamak ve nefsinin her dediğini yapmamaktır.   Kimi insan, nefsine köle veya hedonist olmayı,  hür olmak, “kendin olmak” olarak algılamaktadır. Oysa bunun yanlış olduğu apaçık ortadadır.  Zira sınırsız, kuralsız bir hürriyet yoktur. Hürriyet, bir diğer insanın hürriyet sınırına, ya da din ve toplum tarafından konulmuş kurallara kadardır. Bir insan,  kendi sınırlarından çıkıp bir başkasının sınırına girdiğinde, bunun adı hürriyet değil,  hak gaspı olur. Bu da o kişiye zulümdür.  

“Kendin olmak”, “El âlem ne der”  sözünün etkisinde kalmamak, bu sözü put haline dönüştürmemek ve iradesini bir başkasının iradesine teslim etmemektir. Dinî, sosyal, siyasî ve kültürel tercihlerinde kimsenin etkisinde kalmamaktır.   Bu da öğrenmek için istişare etmemek veya fikir alış-verinde bulunmamak anlamına gelmemektedir.  Dolayısıyla insan, her zaman bilen insanlarla istişare edecek, fikir alış-verişinde bulunacak, ancak karar verirken kimsenin etkisinde kalmayacak, kendi kararını yine kendisi verecek ve yaptığı tercihlerden dolayı,   kendisinin sorumlu olduğunu bilecektir. 

“Kendin olmak” konusunda da rehber olduğunu/ olacağını düşündüğüm şu ayet ve bu ayetle ilgi yapılan yorumlar,  öyle sanıyorum ki bize bu konuda bir fikir verecek ve düşünce ufkumuzu genişletecektir.  Söz konusu bu ayette  Ey imam edenler!   Aleyküm enfüseküm/Siz kendinize bakın, doğru yolda olduğunuz sürece,  sapkınların size hiçbir zararı dokunmaz”[1] denilmektedir. Kur’an’da  “nefis/enfüs” kavramının, “ Ben nefsimi temize çıkartmam; çünkü o Rabbimin merhameti olmadıkça kötülüğü emreder” [2]  ayetinde olduğu gibi, gerçek anlamda “nefis”; “Kû enfüseküm/ Kendinizi koruyunuz”[3]  ayetinde olduğu gibi, “kendi”  anlamında kullanıldığı görülmektedir. Dolayısıyla “Aleyküm enfüseküm” ifadesinin iki manaya da gelebileceğini düşünmek,  anlam sınırlarını zorlama olmayacaktır.

Elmalılı Hamdi Yazır, bu ayetle ilgili olarak, “Müminler kâfirlerin hallerine bakarlar, emir ve nehiy dinlemez, sapkınlık içinde yüzdüklerini görürler, bu duruma üzüldükleri için de inanmalarını temenni ederlerdi”[4]  şeklinde genel bir açıklamada bulunur.  Bir diğer ifade ile bu âyetin, müminlerin, iman çağrısına olumlu karşılık vermemekte direnen ve kötülükler içinde yüzmeye devam eden inkârcıların bu durumlarına üzülmeleri üzerine nâzil olduğunu açıklar. Dolayısıyla ayet, Müslümanlardan kâfirlerin olumsuz tutum ve davranışlarına üzülmeyi bırakıp, kendilerini ıslah etmelerini, geliştirmelerini ve yetiştirmelerini istemektedir.

Bir başka yoruma göre bu ayet, Müslümanları iki gruba karşı uyarmaktadır.  Bunlardan birincisi, “Siz doğru yolda olursanız, sizin dışınızdaki toplumların veya milletlerin sapması, size zarar vermez. Siz kendinizi sapkınlıktan korumaya bakınız” ; ikincisi ise, “ Siz kendinize dikkat eder, doğru yolda yürüseniz, içinizde sapkınlığa düşenler, size bir zarar veremez”[5]  şeklindedir. Bu yorumlardan, dini tebliğ etmemek, iyiliği emretmemek veya kötülüğü engellemek için çaba sarf etmemek anlamları çıkartılmamalıdır. Tam aksine verilmek istenen mesajdan Müslümanın, önce bu görevi yapabilecek bir seviyeye gelebilmesi için çalışması, kendisini ıslah edip düzeltmesi, olgunlaşması,   yeterli donanımına sahip olması,  sonra da tebliğe başlaması gerektiği; daha açık bir ifade ile “Kendisi muhtaç-ı himmet bir dede, nerde kaldı gayriye himmet ede”   sözüne muhatap olmaması anlaşılmalıdır.

Senelerce önce, ibibik kuşunun neden sık sık yuva değiştirdiğini anlatan bir yazı okumuştum.   Çünkü yuvası kokmakta,  bundan rahatsız olduğu için de o, sık sık yuva değiştirmektedir. O sanıyormuş ki, yuvası kokuyor, ama gerçekte yuvasını kendisi kokutuyormuş.  “Teşbihte hata olmaz”. Fert veya toplum olarak, bizim de kendimize özgü değerlerimiz ve özelliklerimiz mevcut.  Bunlardan bazılarını, beğeniriz, ya da beğenmeyiz; bazılarını doğru buluruz, ya da bulmayız. 

Şair Ahmet Kutsi Tecer’in bir şiirinde,

“Orda bir köy var, uzakta,

O köy bizim köyümüzdür.

Gezmesek de, tozmasak da

O köy bizim köyümüzdür” dediği gibi, beğensek de beğenmesek de sahip olduğumuz değerler, bizim değerlerimizdir. İçimizden bazıları veya yabancılar, bu değerlerimizi beğenmiyor diye onları terk edecek değiliz.  Ne var ki sahip olduğumuz değerlerden doğru olanları olduğu gibi yanlış olanları da mevcuttur. Bize düşen görev, Cahiliye dönemi Araplarının “Atalarımızdan böyle bulduk, böyle gördük”  dedikleri gibi yanlışa sahip çıkmak, ya da içinde yanlış var diye “Pire için yogan yakmak”  değil;  doğru ile yanlışı birbirinden ayırt ederek, yanlışları terk edip doğruları geleceğe taşımaktır. Ancak böyle düşündüğümüz ve anladığımız takdirde,  kendimiz olabilir ve kendimiz kalabiliriz. Yoksa Aliya İzzetbegoviç’in dediği gibi  “Savaş, ölünce değil  düşmana benzeyince kaybedilir.”


[1] Maide ,5/105

[2] Yusuf,12/53.

[3] Tahrim, 66/6.

[4] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul, 1936, 2/1825.

[5] Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, İstanbul, 1989,3/75.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.