Dinler Tarihine göre bir dinî olgunun (fenomenin) üçlü zihinsel dünyası vardır; “öznel ve dindarca anlam (dogmatik)”, “tarihsel mukayeseli değer (fenomenolojik)” ve “nesnel, güncel ve bilinçli yorum (kognitif)”. Dinî gelenek içinde gerçek anlam, özünde “dindara ait anlamayı” içerdiğinden teolojik açıdan eşsiz, pratik açıdan yaşanabilir, teorik açıdan beşeri olmalıdır. Tarihsel mukayeseli değer değerlendirme ise Din Fenomenolojisi veya Klasik Mukayeseli Dinler Tarihi’nin yöntemsel çatısına karşılık gelen anlamlandırmaya ait bir sonuçtur. Son olarak kognitif yaklaşım ise çağdaş hermenötik aygıtlarıyla (mesela dindarın bilincindeki maksat, öznel ana vurgu, birikimci okuyucu yorumlamalar vs) fenomeni zihinsel güncellemeyi merkeze alacaktır. Mukayeseli Dinler Tarihine göre dinin maddi unsurlarını mukayese etmek onların değerini düşürüp dogmatik anlamını ikincil plana iterek köreltirken, dinin soyut ve manevi unsurunu öteki muadilleriyle kıyaslamak ise empatiyi ve “içerden anlamlandırmayı” getireceğinden onun içkin değerini yükseltecektir. Söz gelişi manevi ve soyut değere sahip oruç bağlamında her dindar, kendi niyetiyle ve bilinciyle kendi orucunu yüksek, derin ve değerli anlamlar içerdiğini düşünebilecektir. Ancak her ikisinden de farklı olarak kognitif yorum, dogmatik anlam ve tarihsel mukayesenin ötesinde olgunun dindarın bilişsel dünyasını ve güncelliği yorumlamada önemli katkılar sunacaktır.
Bu bağlamda Kognitif Dinler Tarihine göre Ramazan, maddi unsurlara bakışı, perspektifi ve ısrarlı odaklanmayı zayıflatırken manevi unsurlara yönelmeyi, kesafet içinde eğilim göstermeyi kuvvetlendirecektir. Ancak bilişsel anlayışa göre oruç sürecindeki gerçek zayıflama, bu dünyayı dört yönden insana kelepçeyen her şeyden incelme hatta kopma olmalıdır. Seküler dünya için oruç, “sağlık ve zindelik ” adına perhiz olarak anlaşılsa da Müslüman, oruç tuttuğunda sıhhat de bulacağının farkındadır. Zaten seküler alemde makes ve revaç bulan İslam orucu, mideye, zihne, bilince, kötülüklere de diyet uyguladığından Ramazan’ın bilişsel yorumu daima mecazi kalacaktır. Dindar Müslüman için maddi, bedeni veya fiziksel eylem içindeki her faal organ, bu ay içinde “rölantide” veya “pasifize” edilip hatta askıya alınabilecek; böylece dinamikliğinden ödün verilirken maneviyata dair organlarını güçlendirecek değerler, duygular ve mizaçlarla dolacak ve sonunda en yüksek derecede aktive olarak Ramazan sonrasında bile pasif kalmaya fırsat bulamayacaktır. Bu açıdan Ramazan orucu bilişsel ve işlevseldir.
İslam’da oruç, kişinin kötülüklerden sakınmasını sağlama amacı taşıdığı gibi sosyal hayatta empati kurmaya da yardımcı olacak; orucun önceki milletlerdeki ve yaşayan kültürlerdeki mevcut halini kapsayan, anlamlandıran ve onların aşırılıklarını ibretle gözlemleyen “Müslümanca sosyal onaylama” sağlayacaktır
Kognitif Dinler Tarihi için Ramazan, aynı zamanda bütün olarak on iki ay içerisinde her aya rastlayarak değişebilen anlık olası vaktine, her dakikasıyla günün önemine, sahura kadar gecenin, sahurdan sonra ise fecrin kadri kıymetine vurgu yapmaktadır. Söz gelişi Hindular, orucu gün batımından güneş doğana kadar geceden başlatırken sirküler zamanın önemsizliğine” işaret etmekte; her ayın birinci ve on beşinci gününü dünyadan el etek çeken oruç zamanı olarak izhar ederken ise dairesel samsarayı anlamlandırmaktadırlar. Halbuki Müslüman için oruç bize öğretir ki dünyaya ait her ay, gün, saat, dakika hatta saniye ahirete insanı temizleyerek, inşa ederek, eğiterek ve islah edip hidayet üzere götüren dosdoğru hayat için kıymeti paha biçilmez mesabesindedir.
Yine Ramazan, kognitif açıdan insana fiilen varken aslında yokluğu, aslında yokken fiilen varlığı dindarına yaşatmaktadır. Söz gelişi yazın sıcağında buz gibi su varken içemeyen oruçlu Müslüman, suya ulaşma imkanı olmayanın halini yorumlamasının ötesinde bilinçli bir pedagojiye tabi tutulmaktadır. Bu bilinç, eylem açısından yorumlayıcı bir anlayışla vicdanına aslında “hayat verecek “su” hükmündedir. Zira Müslüman, irfanı sayesinde bilir ki gönüllü olarak katıldığı bu oruç sürecinde en yakıcı susuzluğu ve açlığı bütün boyutlarıyla yoksun kalış içinde yoksulluk altında hissetmek önemlidir. Bir aylık bu gönüllü Müslümanca yoksunluk, deneysel miskinlik, tutumsal gariplik ve ruhani sükûnet hali, aslında dünyaya karşı gönülsüzlüğü, fiziksel zenginliğe karşı miskinliği yılın her gününe yayan Budisten farklıdır. Zira Budist, mecbur olduğu bu dünya hayatında dilenciliği ve pirinç lapası dolu çanağındaki tek öğünüyle dünya ile çelişki içindedir; Budistin “kanıksayarak meslek veya sülûk haline getirdiği dogmatik yoksul oluş, onun çıkmaz sokağıdır. Çünkü Budist, oruç anındaki süreçleri yaşarken aç ve susuz tam yirmi dört saat süren disiplin verici meditasyon ve bedensel eksersizler ve temizleyici rejimler formunda kendi merkezi öğretilerini “tekrar tekrar yaşarken” zaten oruçlu olmaya muhtaç da değildir. halbuki Müslüman için oruç, tevhidin kendisi değil Müslüman muvahhidin pratiğinin olmazsa olmaz boyutunun izharı hükmündedir.
Diğer tüm inanç sistemlerinden farklı olarak İslam’ın Ramazan orucu, aynı zamanda maddi açıdan bütün ihtişamıyla dünya nimetlerinin var edicisi ve gerçek Sahibini tefekkür, teemmül ve tezekkür etmektir. Maddi nimetlerin temel öğesi olan ekmeği mayasız halde alelacele yaparak maddi alemi peşinen isteyen ve görünür dünyaya “talip olan” Yahudi bilişsel yapısı, orucu mayasız ekmek ile açmaktadır. Yom Kippur (kefaret günü) diyerek karşılık beklediği özel gün aracılığıyla alabildiğine daldığı dünyadan birkaç günlük feragatı abartılı olarak her türlü normal içecekten bulanık suya, normal ayakkabıdan dar ayakkabı giymeye savrularak, dünya nimetlerini dindar bilincine altı günlük bir zaman için sığdırmak istemektedir. Halbuki Ramazan’daki Müslüman, maddi nimete elini uzatmadan önce sahibini düşünmeyi, iftar ile birlikte alçak gönüllü ve erişilebilir yeraltından gelen suyun “göksel” ve ulvi tarafını, sıradan göremediği hurma tanesini velhasıl elinde tutup ağzına götürdüğü her şeyin asli ve manevi kıymetini şükrederek tadacaktır.
Yahudilik de tıpkı İslam’daki gibi orucu zamandan zamana, mevsimleri adeta dolaşan, kişinin ömründeki her yılın her anına rastlayan Ay takvimini esas almaktadır. Buna karşın Hıristiyanlık ise Pagan Roma’dan miras aldığı Mitraizm inancıyla İsa Mesih’i özdeş kıldığı Yenilmez Güneş’i (Sol Invictus) esas alarak oruç zamanını belirlenmektedir. Ancak hem Yahudilik hem de Hıristiyanlık için oruç, senenin belli günlerine yayılan ve potansiyel açıdan dindarın günahkarlığını ön plana çıkaracak şekilde tövbe ve günahlardan kurtuluş temelli kefareti merkeze almaktadır. Halbuki Ramazan, normal dindar insanın kulluğunu ve potansiyel istiğfar durumunu “süreklilik ve akışkanlığa” dönüştürecektir. Yine Yahudi orucu, seçilmiş İsrailoğullarına mensup “geçici alçaltılmış bireyi” matem içinde duaya hazırlık yapan insana çevirirken, Hıristiyan orucu ise tam tersine çile, eziyet ve ıstırap içindeki kilise topluluğuna mensup göksel ve ruhani ve ulvi keşiş seviyesindeki dindar bireydeki sürekli hali izhar edecektir. Bu iki dönüşüme karşın Ramazan, geçici olarak şeytanları ve şeytanca şeyleri zincire vurmayı, merhameti, infakı sadakayı alabildiğine ifa etmeyi öğretirken Müslüman, teslimiyetini, necat ve özgürleştirmeye dönüştürecektir. Zira “Sonsuz Varlığa köle olan, fanilere özgürlük bahşedecektir”.
Prof. Dr. Mustafa ALICI