Müslüman, hayatını yaşarken karşılaştığı bütün olaylarda ve yapacağı bütün davranışlarda kendisine yol gösterecek dinî bir ölçüte sahip olmak zorundadır. Bunun için de kendisi için bir bilgi objesi olan Kur’ân’a yönelmesi ve onun verdiği bilgileri, önerdiği kural ve ilkeleri öncelemesi gerekmektedir. Bunun da anlamı Kur’ân’da yer alan ilkelerin, kuralların veya bilgilerin edimlerimizde, etkinliklerimizde öne alınması ve hayatımızı yaşarken ilk sıraya konulması demektir. Bir başka ifade ile çağımızın hukuk terminolojisinde yer alan hukukun üstünlüğü ilkesinin İngilizce ifadesiyle “rule of law”ın, yani hukukun edimlere, eylemlere hâkim olması anlayışında olduğu gibi Kur’ânî bilgilerin ve kuralların, kısaca Kur’an ruhunun davranışlarımıza ve hayat tarzımıza hâkim olmasıdır.
Bu durum, Kur’an’ın inzali döneminde ve sonrasında yaşanan bir olguydu, ama günümüzde maalesef yeterince yaşanmıyor. Zira tenzil döneminde Müslümanlar, öğrenme ve anlamak amacıyla Kur’an okurlar ve Hz Peygamber’in “Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir”[1] sözünü, öğrenme ve anlama amaçlı Kur’an okuma faaliyetine yönelik bir mesaj olarak anlarlardı. Günümüzde ise Müslümanlar, Hz. Peygamber’in bu mesajındaki “öğrenen ve öğreten” ifadesini, “okuyan ve okutan” şeklinde anlıyor ve bunun çabası içinde oluyor, fakat Kur’an’ın içeriğini öğrenmek ve anlamak için yeterince bir çaba göstermiyor.
Tenzil döneminde yaşayan Müslümanlar, karşılaştıkları sorunlara çözüm aramak, sıkıntılı süreçlere ve bunalımlı dönemlere karşı direnç sağlamak amacıyla Kur’an okurlarken, günümüzde yaşayan Müslümanlar için böyle bir durumu düşünmek bile söz konusu olmuyor.
Tenzil döneminde Müslümanlar, Kur’an’ın verdiği mesajlara, bilgilere, ilke ve kurallara büyük duyarlılık gösterirler; Kur’anî bilgileri, ilkeleri ve kuralları, hayatları için bir ölçüt olarak kabul ederlerdi. Günümüzde ise Müslümanlar, Kur’an’ın muhtevasından elde ettikleri bilgileri hayatları için bir ölçüt olarak görmekten ziyade, yazıldığı kağıdın kalitesine, rengine, hattındaki süslemelerine ve şekline daha çok önem veriyor.
Kur’an’a bu tür yaklaşımların, onun bir iman objesi olarak kabul görmesini ve ona olan duygusal bağlılığın ve duyarlılığın devam etmesini sağlamış ve geliştirmiş olsa da, bilgi boyutunu ihmal ettiği görülüyor. Bir başka ifade ile ilkesel ve bilgisel boyutu ile değil de, Kur’an’ın şekil yönü ile kültürel olgulara bağlam yapılması, dinî duyarlılığı ve duygusallığı önemli ölçüde artırmış olsa da, muhtevasının anlaşılmasına bir katkıda bulunmadığı anlaşılıyor.
Nitekim Kur’an’a duygusal yaklaşım örnekleri arasında sayabileceğimiz, Kur’an’dan isim arama, minber, mihrap ve kubbeye ayet yazma, abdestsiz Kur’an’a dokunmama, belden aşağı Kur’an’ı tutmama, yeni doğmuş çocuğun yastığının altına veya arabanın torpido gözüne Kur’an koyma, anlamını bilmese de ölü evinde ve mezarlıkta Kur’an okutma veya sevap kazanmak, kazadan ve beladan korunmak için Kur’an okuma vb. örnekler, Kur’an’a olan duygusal bağlılığımızı yansıtan belli başlı çarpıcı örnekler arasında yer alıyor.
Mesela çocuklara isim verilirken, verilecek ismin Kur’ân’da olup olmadığına bakılması, güzel bir yaklaşım tarzı olarak görülüyor. Ancak bu yaklaşım tarzı, her ne kadar Müslümanın Kur’ân’a olan ilgisini ve duygusal bağlılığını gösteren bir olgu olarak görülse de, anlamı bilinmeden verilen bazı isimlerin sorunlu olduğu gerçeğini de gözden ırak tutamıyor. Nitekim aleyna, venhar ve yûled [2] gibi bazı sözcüklerin isim olarak çocuklara verilmesi bir sorun oluşturuyor. Dolayısıyla kimi Müslümanın, Kur’ân’ı hayatın içinde bireysel olarak anlamadığını, anlamaya çalışmadığını veya anladığını da anladığı kadarıyla yaşamadığını gösteriyor.
Bir zamanlar Konyalı bir vatandaşın araçlara monte edilebilen bir “besmelematik” icat ettiği ve aracın kontağı açıldığında besmele çektiği haberi, gazetelerde yer almıştı. Bu ise dini algılama biçiminin, yaşam biçimine nasıl dönüştüğünü gösteren bir başka örnektir. Zira dinî kurallar, insanın Allah inancını içselleştirmesi için var olan kurallardır ve Allah’ı içselleştiren de makine değil, bizzat insanın kendisidir. Çünkü Allah Teâlâ bizim içimizdedir ve bize şah damarımızdan daha yakındır[3].
Müslümanın da bunun bilincinde olması ve bu bilinçle bireysel ve toplumsal sorumluluklarını yerine getirmesi gerekir. Ne var ki günümüzde bu bilincin gittikçe kaybolmaya başladığı, dolayısıyla da “Din” in bazı formalitelerin yerine getirildiği içi boş kurallar yığınına dönüştürüldüğü görülüyor. Nitekim Anne-babasını huzur evine koyup da, anneler ya da babalar gününde onları ziyarete giden bazı evlatlar gibi, sadece kandil gecelerinde veya belli günlerde dinî ritüelleri yerine getirmekle İslam’ın kapsayıcılığı, derinliği ve kişilik yaratıcı niteliği ile yaşandığı zannediliyor. Oysa her Müslümanın, Tantavi Cevherî’ nin de dediği gibi Kur’anî bilgileri, hayatının ve sağlığının devamını ve korunmasını sağlayan bir gıda; hastalığını tedavi eden bir deva gibi algılaması, bunun da bilgisine ve bilincine sahip olması gerekiyor. [4]
Bunun için de Müslüman, Kur’an okumalıdır. Sadece okumakla yetinmeyip onun bilgisine sahip olmak için anlayarak da okumalıdır. Okuduğu ayetlerden elde ettiği bilgiler ile yaşadıkları arasında bir köprü kurarak, bu bilgilerin hayatına girmesine izin vermelidir. Bunun için de hem meallerden, hem de tefsirlerden yararlanma cihetine gitmeli; daha sonra da okuduğu meallerden ve tefsirlerden elde edebildiği her bilgiyi, her kuralı ve her ilkeyi, hayatına yansıtmaya çalışmalı ve bunları hayatın içinde anlamlandırma gayreti içinde olmalıdır. Bunun içinde Kur’anî bilgiye değer vermeli, iyi-kökü, doğru-yanlış, güzel-çirkin her çeşit olay karşında yapacağı tercihlerde onun bilgilerini, ilkelerini ve kurallarını öncelemeli; bu bilgi, kural ve ilkelerle yaşadığı hayat arasında bir ilişki kurmalıdır.
Daha açık bir ifade ile hayatımızı yaşarken doğru-yanlış ayırımında Kur’an’ı ölçüt almak, onun neyi onaylayıp neyi onaylamadığını, neyi değiştirip neyi değiştirmediğini, neyi tashih edip neyi etmediğini, neyi iyileştirip neyi iyileştirme kapsamına almadığını, ne gibi kurallar koyduğunu, hangi öğütleri yaptığını, neleri açıkladığını, açıklayıcı, yönlendirici ve tespit edici yönlerinin neler olduğunu bilme ve öğrenme çabamız, Kur’anî bir hayat yaşama arzumuzu ve niyetimizi ifade ediyor.
Bunun içinde iyi günümüzde, kötü günümüzde, evimizde, bağımızda, bahçemizde, iş yerimizde, yolculuğumuzda, kısaca hayatımızın her alanında, her zaman ve her mekanda Kur’an’la birlikte olma bilincine sahip olmamız ve onun rehberliğine muhtaç olduğumuzu asla unutmamamız gerekiyor. [5] Çünkü Allah Teâlâ, “Allah’ı unutan, bu yüzden Allah’ın da kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın”[6] buyuruyor ve bizi bu konuda uyarıyor.
Prof. Dr. Celal Kırca
[1] Buharî, Fedailü’l Kur’an,21.
[2] Bu konuda geniş bilgi için bkz. Celâleddin Çelik, İsim Kültürü ve Din, Konya 2005,s. 76; Murat Sülün, Türk Toplumunun Kur’ân-ı Kerim Kültürü, İstanbul, 2005, s. 64-66.
[3].Kâf,50/16.
[4] Bkz. Tantavî Cevheri, el-Cevahir fi Tefsiri’l Kuran, Mısır,1931,1/8; Celal Kırca, Kur’an ve Modern Bilimler, İstanbul,1981,116-117.
[5] Geniş bilgi için bkz. Celal Kırca, Hayatın İçinde Hayatla Birlikte Kur’an’ı Anlama, Ankara 2019, s, 402-427.
[6] Haşr,59/19.