islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,4375
EURO
34,7411
ALTIN
2.439,70
BIST
9.915,62
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
16°C
İstanbul
16°C
Az Bulutlu
Pazar Az Bulutlu
18°C
Pazartesi Hafif Yağmurlu
16°C
Salı Az Bulutlu
18°C
Çarşamba Az Bulutlu
19°C

MEDYA’NIN GÜCÜ

MEDYA’NIN GÜCÜ
24 Aralık 2023 09:00
A+
A-

Yazılı ve Görsel Medya’nın, tanıtıcı ve etkileyici gücünü bilmeyenimiz yoktur. Medya, ülkemizde, Türklerin bulunduğu ve Türkçenin konuşulduğu her yerde, -bir ölçüde olsun- bizim de tanınıp bilinmemize vesile olmuştur. Bunu yalnızca İstanbul’da değil, mesela Berlin’de, Üsküp’te ve Adıyaman’da gördüğüm ilgiyle yaşadım.

1970 yılı başlarında, Süleymaniye Camii İmam Hatipliğimle başlayan aktif sosyal hayatım boyunca, üst düzey siyasiler ve idarecilerden tanıdıklarım ve dostlarım olmuştur. Ama selamlaştığım bir general bile olmamıştır. Olamazdı da. Çünkü Ordumuzun üst düzey komutanları, halkımızın arasına girmiyor, üniformalarıyla camiye gelmiyorlardı. Onların kahir çoğunluğunun Jakoben laik oluşları da aramızda aşılamaz engeller oluşturuyordu.

Tanıdığım ünlü bir aile büyüğünün cenazesine katılmak üzere Levent camiine doğru çıkarken, yukarıdan aşağıya uzun boylu, yakışıklı ve güzel giyimli bir beyefendinin gelmekte olduğunu gördüm. Yaklaştıkça, onun da bana bakar gibi olduğunu sezdim. Yan yana geldiğimizde birden durdu ve kendisini şöylece tanıttı: – Hocam sizinle karşılaşmak ne büyük mutluluk. Bendeniz emekli Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Ahmet Çörekçi.

Gereken saygı ve sevgiyi gösterdim. Vedalaştık.

Düşündüm, televizyon programlarımız olmasaydı, emekli de olsa bir orgeneralin bizi tanıması, saygı gösterecek şekilde ilgi göstermesi mümkün olabilir miydi?

Ordumuzdan ihraç edilen görüştüğümüz bazı subaylar Ahmet Çörekçi’nin 28 Şubat sürecinde zulmedici bazı kararlara öncülük edip imza attığını, devranın dönmesi sebebiyle bize sempati gösterdiğini söyledilerse de, ben yaşadığımı bilirim. Allah rahmet eylesin.

Dikkat çekmek istediğim nokta Medyanın gücüdür.

Yazı Hayatım, Radyo ve Televizyon Konuşmalarım

Yazı Hayatım

Süleymaniye Camii İmam Hatipliği dönemimde başlayan medya hayatıma, yazılı basınla Besmele çektim. İlk yazılarımı 1970 yılı başlarında Mehmet Emin Alpkan’ın çıkardığı Bizim Anadolu gazetesi ve Tohum mecmuasında yayınlamaya başladım. Birçok gazete gibi Bizim Anadolu’nun ertesi gün çıkacak sayısı da akşamları çıkardı. Yazımı bir kere değil, evire çevire birçok defa okumak için akşamları Kasımpaşa’dan Taksim’e çıkıp gazeteyi aldığımı hatırlıyorum.

1971’den sonra kitaplarım neşredilmeye başlandı. Onları özel bir bölümde açıkladım.

1978’lerde haftalık Sebil Gazetesinde 20 hafta yazdım.

1980 sonrasında İslâm, Kadın ve Aile ve Hilal gibi dergilerde yazmaya başladım.

1985’de Günaydın gazetesinde, 2011-2012’de Takvimde ve 2016’da Milliyet Gazetesinde Ramazan boyunca bir ay köşe yazıları kaleme aldım.

2000 sonrasında Akit gazetesinde ise beş yıl boyunca Cuma Mesajları başlığı altında yazılar yazdım.

Ramazanlar dışında Takvim gazetesinde uzunca bir dönem yazılarım yayınladı.

Mirathaber.com’da ise yazmaya devam ediyorum.

Yazı hayatım boyunca Posta, Vizyon, Nokta, Kadın ve Aile, Altınoluk, Yankı, Sur, Hilal, Kadınca, Ayşha, Umran, Playmen dergilerinde ve Fransız Actuel dergisinde yazılarım ve söyleşilerim yer aldı.

Milliyet, Zaman, Günaydın, Milli Gazete, Cumhuriyet ve Habertürk başta olmak üzere pek çok gazetede de röportajlarım neşredildi. Şimdi sizlere basınla ilgili bazı anılarımı anlatacağım.

Özel Anıları

Hürriyet-Playmen

İslâm’a Göre Cinsel Hayat isimli eserimin yayınlanmasından sonra, ülkenin en büyük gazetesi olan Hürriyet benimle üç gün devam edecek bir röportaj yaptı. Öğrenemediğim bir nedenle bu röportaj yayınlanmadı. Bir süre geçtikten sonra bu röportajın özeti, bilgim ve iradem dışında Hürriyet grubunca yayınlanan Playmen dergisinin ilk sayısında yayınlandı. Olayın perde arkası şöyleydi:

Bir gün Hürriyet yazarlarından Emin Çolaşan beni aradı. Hürriyet grubunun çıkaracağı Playmen dergisinin ilk sayısı için bir röportaj rica etti. Erotik bir dergi çıkarılacağını anladığım için ricalarını kabul etmedim. Milli Gazete’den Zeki Ceyhan’ı aracı kılıp ricalarını yinelediler. İlgi göstermedim.

Aradan bir süre geçmişti ki ilahiyattan bir arkadaşım telefon etti. Playmen’deki röportajı beğendiğini söyleyerek tebrik etti. İlk anda ‘ne röportajı’ dediysem de çok geçmeden konuyu kavradım. Öfkeyle telefona sarılıp yaptıklarının basın etiğini çiğnemek olduğunu beyan ederek, yetkiliye iyice yüklendim. Yüklendim de, aldığım cevap beni daha bir dehşete düşürdü:

– Hocam, seni daha da meşhur ettik. Asında bize teşekkür borçlusun.

Medya ricali için reyting puttur. Ona tapar gibidirler. Onlar için gerisi boştur.

CIA Ajanı İlim Kadını ve Basın Etiği

1985 yılının ikinci yarısıydı. Ankara Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olarak bulunan ilim kadını Barbara, bir kitabevi aracılığıyla ‘İslâm’da Kadın’ konusunda benimle bir röportaj yapmak için randevu istedi. Verdim ve bir mütercimle birlikte Emirgan’daki evime geldi.

İhlaslı bir günümdeydim. Kadın konusunda pek çok soru sordu. Sabırla cevap verdim. Barbara, birden konuyu değiştirdi ve İsrail hakkında sorular sormaya başladı. Roger Garaudy’inin Siyonizm Dosyası isimli kitabını yeni okumuştum. Beklemediği ve orijinal bulduğu cevaplar verdim.

Bu defa, bir sıçrama daha yaptı ve “Amerika’yı nasıl buluyorsunuz?”, diye bir soru yöneltti. Amerika büyük bir devlettir, dedim ve şu açıklamayı yaptım: – 1979 İran Devriminden sonra Amerika’nın Türkiye’ye ilgisi arttı. Türkiye’de İran benzeri bir devrim olur mu, merakı içindeler. Yıllarca sonra bir ihtimal Türkiye’de yaşanabilecek gelişmelere karşı, politika belirlemek amacıyla Ali Rıza Demircan’ın ne düşündüğünü bile öğrenmek isteyen Amerika, elbette büyük bir devlettir. Devamla da öyle dedim:

– Sayın Barbara, siz bir CIA ajanısınız, amacınız kadın konusunu araştırmak değil. Mademki evime kadar geldiniz ben de size önemli bir bilgi vereyim ve bir de çağrıda bulunayım:

Hepimiz Allah’ın huzurunda yargılanacağız. Siz de yargılanırken “Rabbim! Ben Ali Rıza Demircan’ın evine kadar gittim ama o bana İslâm’ı tebliğ etmedi,” diyerek benden şikâyetçi ve dâvacı olacaksınız. Bu sebeple size çağrıda bulunuyorum:

Gelin, Müslüman olun ve ebedi hayatınızın mutluluğu için, olmazsa olmaz ilk büyük adımı atın. 

Barbara da bir süre sessiz kalakaldı. Ne derece etkilendi bilemem, ama ayrılırlarken genç mütercim “sizinle tanışmaktan son derece mutluyum” diyerek beni öylesine bir muhabbetle kucakladı ki, sıcaklığını hâlâ hissederim.

Bu olayı, basın etiğinin, gerçek amaç gizlenerek yapılan röportajlarla da çiğnendiğini örneklendirmek için anlattım.

Basına Güvenle Değil Metodik Şüpheyle Yaklaşılmalıdır

1990 öncesiydi. Basının ilgi odağındaydım. Sık sık röportaj teklifleri geliyordu. Sabah Gazetesi’nden gelen teklifi kabul ettim. Özel bürom yoktu. Emirgan’daki evimde randevu verdim. Muhabirleri geldi, bir dizi soru yöneltti. Cevaplarını verdim, kayda geçirdi.

Müslümanız, evinize gelene ikramda bulunmak İslâm’ın gereğidir. Alt kata inip ikram tabağıyla döndüm. Bu arada muhabir teybini yeniden açmıştı. Maksadı özel konuşmalarımızı benim bilgim ve iradem dışında teype almakmış. Magazinsel bir iki soru daha sordu. O sıralarda Öztürk Serengil’in “Yeşilçamı Benden Sorun” isimli kitabını yeni okumuştum. Öztürk Serengil, kitabında hayrete düşürücü haberler veriyordu. Örneğin ünlü aktrislerin nasıl yasa ve ahlâk dışı tezgâhlardan geçirildikleri konusu da örneklendirdiği aktarımları arasındaydı.

Ben, yayınlanması için söyleşimizde değil, özel sohbetimizde Öztürk Serengil’den bazı bilgiler nakletmiştim. Bir gün sonra çıkan Sabah‘ta , ‘sinemanın çok çok ünlü falanca aktrisin, nasıl ahlâk dışı yollardan geçerek ün yaptığı hususu‘ benim ağzımdan, birinci sayfada iri puntolarla veriliyordu. O sıralarda aslî çizgisinden saparak gazinoya dönüşen Oba’da sahne alan Sezen Aksu, bu haberle ilgili olarak ağabeyim Süleyman’a benim hakkımda verip veriştirmişti. Durumu ağabeyimin telefonundan öğrendim.

Son derece üzüldüm. Ortada dolaylı da olsa, bir kadına zina isnadı vardı. Böylesi bir isnad, değil benim gibi bir hocanın, sıradan halk tipi bir müslümanın bile şiddetle kaçınması gereken bir durumdu. Çünkü dört kişinin şahitliği olmadan bir kadına zina isnadı, İslâm’a göre hem cezayı gerektirir suç, hem de büyük bir günahtı.

Gazetenin yaptığı iftira nitelikli bir haramdı, bir diğer anlatımla tam bir ahlâksızlıktı. Ama benim de kabahatim vardı. Eğer şanlı Peygamberimizin “Her duyulanı aktarması, kişiyi yalancı kılar.” anlamındaki sözlerini bilip Öztürk Serengil’in haberlerini sohbet konusu etmeseydim, böylesi kul hakkına tecavüz oluşmazdı. Olayı tekzip edip etmediğimi hatırlamıyorum.

Yazılı medya değişmemiştir. Onlara güvenerek konuşmamalıdır. Onların çoğunluğu için tek amaç reyting yapmaktır. Bu amaç için her girişim meşrudur.

Takvim Gazetesi’nin Hak Tanımazlığı

2010 yılındaydı. Bir yazarları aracılığıyla yapılan teklifi kabul ederek Takvim Gazetesi’nde Ramazan ayı boyunca otuz yazı kaleme aldım. Böylece Takvim maceramız başladı. Vaat ettikleri ücreti ödemediler. Amacım para kazanmak olmadığı için ikinci Ramazan’da da yazdım. Sonra da her hafta yazmaya başladım.

Gazetenin yönetmeni Ergun Bey ve yardımcısı değerli kardeşim Ercan Demir, beni iftara dâvet ettiler, yemekte bir de teklif sundular. İslâm’a Göre Cinsel Hayat kitabımı, soru cevap şeklinde özetleyerek yayınlamak istiyorlardı. Ödeme niyetleri olmadığı için, dolgun bir ödeme yapılabileceğini de bildirdiler. Takvim’de yarı üryan resimler basılmakta ve magazinsel dedikodular da yapılmakta olduğu için kendilerine güvenemedim, ama teklifleri üzerinde düşüneceğimi söyledim.

Öteden beri bana gelen cinsel nitelikli soruları cevaplandırırdım. Bunların içinden, her müslümanın bilmesi gereken yüz tanesini seçtim ve yeniden gözden geçirerek Takvim’e gönderdim. ‘Bu gibi sorular-cevaplar mı‘ istediklerini sordum. Cevap bekliyordum.

Bir akşam ATV’nin bir programını izlerken ekrana reklam geldi. ‘Cinsel nitelikli sorulara cevaplar vereceğim’ bildiriliyor ve sorulara örnekler veriliyordu. Benimle konuşulmamış, anlaşmaya varılmamıştı.

Ben seçtiğim soru cevapların yayınlanmasını zaten istiyordum ama yapılan ahlâkî değildi.

Takvim’de tam sayfa ayrılmıştı, her gün on soru – cevap yayınlanıyordu. Beklenen reytingi sağlamışlardı. Bu arada izleyicilerden gelen yirmi suali daha cevaplandırdım. 12. günde ise noktayı koydum.

Benimle anlaşarak yayına başlamışlar gibi tam bir pişkinlikle, “biz bu programı en az üç ay daha sürdürmek istiyoruz” demezler mi? İsteklerini kabul etmeyince haftalık yazılarımı kestiler. Bizim yumuşak karnımızın İslâm’ı tebliğ amacımız olduğunu, dolayısıyla her fedakârlığı yapabileceğimizi biliyorlardı. Ama bu defa ilkeli davrandım, taviz vermedim. Kendilerine bir de 47 bin liralık fatura çıkardım. Yanılmıyorsam durumu, Takvim’i de içine alan Turkuaz grubunun üst yöneticisi Serhat Albayrak’a bildirdim. Çıkardığım faturayı talimatım üzerine vakfım ARDEV’in hesabına yatırdılar.

Medya alır ama vermek istemez. İşinizi hukuken sağlama alacaksınız.

Umarım anlattıklarımız gençlerimiz için faydalı olur. Bu arada arzetmiş olayım; 2016 yılında Milliyet’te Ramazan boyu yazdım. Vakfımıza 5.000 lira ödediler. Hiçbir ücret talep etmeksizin haftalık yazılar yazmayı teklif ettim, ama kabul etmediler.

İslâm gurbet dönemini yaşıyor, onu biz de, seküler kesim de sömürüp duruyoruz. Ama yüreklerdeki duyguların açığa vurulacağı Hesap Günü önümüzdedir. Herkes ektiğini biçecek.

Fransız Actuel’in Röportaj İçin Gelmesi

1985 yılının ikinci yarısıydı. İslâm’a Göre Cinsel Hayat, Avrupa başta olmak üzere dış dünyada da duyulmuştu. Fransız Actuel dergisi, İstanbul DGM’deki duruşmamı izlemek ve benimle röportaj yapmak için Günaydın gazetesi aracılığıyla benden randevu istedi. Kabul edince de Paris’ten bir muhabirini gönderdi. Gelen muhabir kadındı. Emirgan’daki evime dâvet ettim. Tercümanı ile geldi. Kendisine nasıl bir bilgi verildiyse, karşılaştığımızda tokalaşmak için elini uzatmadı. Sorularına da ‘Kadınlarla niçin tokalaşmadığımı’ sorarak başladı. Bu sorusuna şöylece cevap verdim:

– Gelenekselleşen kabullerimize göre, kadınları güleç yüzle karşılar ama onlarla tokalaşmayız. Çünkü biz Müslüman erkekler için kadın, nikâh bağı olmaksızın dokunulamayacak derecede değerli ve yücedir. Ancak cinsel haz alma amacı güdülmedikçe, tokalaşmada dinimizce bir sakınca da yoktur.

Röportaj sırasında bir sorusunu cevaplandırabilmek için de şöyle dedim:

Siz batılılar büyük ölçüde cinsel mutsuzluğa mahkûmsunuz, çünkü sizler üreme organı dışında bütün vücut organlarınızı açığa vuruyor ve ölçü tanımaz bir şekilde birliktelik içinde yaşıyorsunuz. Sonuç olarak da erkek kadına, kadın da erkeğe gereğince cinsel mesaj veremiyor. Böyle olunca mutluluğu evlilik dışı ilişkiler yanı sıra, eşcinsellikte, lezbiyenlikte, hayvanlarla ilişkide ve porno filmler gibi keşfettiğiniz yeni yöntemlerde arıyorsunuz.”

Muhabirin, bu açıklamalarım karşısında yeni bir dünya keşfedercesine heyecanlanarak kalemini işlettiğine tanık oldum. Yaptıkları pek çok soru cevabı içeren röportajı da 4-5 sayfa halinde yayınladılar.

Örnek Yazılı Röportaj

Şimdi sizlere 1986 yılında seküler kesimin önde gelen bir şahsiyeti ile Posta Gazetesi’nde yaptığım yazılı bir söyleşi örneğini sunacağım. Bu söyleşi bugün yapılsaydı cevaplarım pek de farklı olmazdı. Çünkü sorular belli, ilgi alanları bellidir.

(Devam edecek)

ALİ RIZA DEMİRCAN

YAZARIN DİĞER YAZILARINI OKUMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ

MİRATHABER.COM – YOUTUBE

 

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.