islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5004
EURO
34,6901
ALTIN
2.496,45
BIST
9.693,46
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Yağmurlu
13°C
İstanbul
13°C
Yağmurlu
Cumartesi Parçalı Bulutlu
19°C
Pazar Az Bulutlu
20°C
Pazartesi Az Bulutlu
21°C
Salı Az Bulutlu
23°C

Müslüman Hangi Sosyolojiye Aittir…

Müslüman Hangi Sosyolojiye Aittir…
2 Mayıs 2023 09:40
A+
A-

Müslümanların kendilerini tanımlamaları, kendilerini tanımaları için elzemdir. Müslüman fert olarak İslam dinine aittir. Toplum olarak da Müslümanların cemaatinin bir ferdi olarak ona aidiyet kesbeder. Müslümana, Müslümanlarla olan ilişkisinin niteliğini de İslam kendisine bildirmekte ve öğretmektedir. Dolayısıyla Müslümanlar, kiminle nasıl ve ne için bir ilişki kurmaları gerektiğini bizatihi dinlerinden hareketle uygulamalıdırlar. Müslümanların sosyolojisi cemaat sosyolojisidir. Burada cemaat ve toplum iki farklı dünya görüşünün izdüşümleridir. Bu temel gerçeği dikkate alarak düşünmek elzemdir.

Müslümanların müslüman olmayan gruplarla, kişilerle de bir ilişkisi olacaktır. Bu doğal olandır. Burada da ilişkinin niteliği dini ölçütlerle belirlenmiştir. Ama ilişkinin biçimini ise sözleşme ile tanımlanacaktır. Yani müslüman, gayri Müslimlerle ilişkilerini onlarla yapacağı sözleşmeye göre belirleyecektir. Müslümanların Ahlaki umdeleri ise zaten geneldir ve ilişkilerin tümüne yansımalıdır.

Ortada garip bir durum söz konusu: Müslümanların iktidar olmadıkları bir siyasi, sosyal ve kültürel atmosfer var. Bu atmosferin ürettiği birey, toplum ve ulus gibi ilişkilerin niteliğini belirleyen kavramları var. Bu kavramlar aynı zamanda yeni bir toplumsallık/sosyoloji üretmektedir. Müslümanlar ise istem dışı bu sosyolojide yaşamaktadırlar. Bu sosyoloji her ne kadar bir sözleşme üzerine kurulu olması gerektiğini ilzam etse de maalesef durum böyle değil! Sözleşme dayatılmıştır. Bu dayatmaya maruz kalan Müslümanlar da sözleşmenin tarafı gibi durmaktadırlar. Ama işin daha orijinal tarafı ise Müslümanlar kendileri olarak/ müslüman olmanın keyfiyetini taşıyarak sözleşmenin tarafı olarak kabul görmemekte, onlardan bir değişim istenmektedir. İşte gerilim bu noktada açığa çıkmaktadır. Modernleşme bu gerilimin dip yaptığı bir zemini işaret eder.

Post modern kültür ise Müslümanları görece olduğu gibi kabul ederken bir şart ileri sürmektedir: Ey Müslümanlar sizde sizin gibi olmayanları kendiniz gibi hakikat olarak görmelisiniz. Hakikat kimsenin tekelinde değildir. O yüzden her kesim, kesit hakikatin bizatihi kendisidir diyerek müşrikliği Müslümanlara dayatmaktadır.

Bu melez yapının ürettiği melez karakterler ile din ve din dışı alanı konuşmanın bir karşılığı kalmamaktadır. Zaten modernliğin dayatmacı karakteri ve kimliği, kendisinden sonra ortaya çıkan ve onun uzantısı olan bütün yaklaşım biçimlerinde de en soft hali ile bulunmaya devam etmektedir. Mutlak göreliliği bile bir dayatma aracına dönüştürerek kabul etmeye zorlamaktadırlar.

Hâlbuki görelilik mevcutsa hakikat yoktur, o zamanda göreliliği mutlak hakikat gibi sunamazsanız. Bu temel gerçeği bile dikkate almadan yol almaya çalışan bir sosyolojik gerçeklik vardır. İşte işin en acıtıcı tarafı ise; müslüman entelektüel ve aydınların bu sosyolojik gerçekliğin ilkeleri üzerinden dindarları eleştiriye tabi kılarak dinin bugünün temel gerçekliği ile örtüşmediğini ve bir gerçekliğe sahip olamadığı için de sosyal gerçeklikte yer bulamadığını dile getirmektedirler. İleriye giderek, dinin bu günün koşullarına uygun ve uyumlu bir bakış ile yeniden yorumlanması gerektiğini bir temel kabul gibi sunuyorlar. Başka bir kabul ise dinin bir gerçekliğinin olmadığını dile getirerek peşinen yok saymalarıdır.

Bu halin kendisi din ile kurulacak ilişkide bir sorunsal alan üretmektedir. Dinin aşkın boyutunu reel gerçekliğin kendisine indirgeyerek dini reel gerçekliğe kurban vermektedir. Bu durumun din açısından kabulü asla mümkün olmayan bir durum olduğu ise göz ardı edilmektedir.

Müslümanlar toplum olma yerine cemaat olmalıdırlar. Ama yapay bir toplum olma hayali değil! Organik bir cemaat, ferdin, ailenin, topluluğun kendi zemininde anlam kazandığı bir cemaat…

Müslümanlar, fert, aile ve cemaat olarak da dinin belirlediği ölçüleri dikkate alarak kendini kurmalıdırlar. Dışarıdan bir ölçü ise hep sorunlu olacaktır. Dışarıdan alacağı ölçünün neliğini de dinin kendisi bir ölçü vermektedir. Yani anlamın neliği dine aittir. Hakikatin kendisi de dinin bildirdiğidir. Bu alanda başka bir bilişsel sürece ihtiyaç hissetmez… Ama hayatını kolaylaştıracak ve anlam dünyası ile uyumlu bilim, felsefe veya farklı bir disiplinin ürettiği bilgiyi alabilir, kullanabilir. Ama sınırlarını bilerek ve ona dikkat kesilerek, hakikatin yerine konumlandırmadan…

Müslümanlar modern bir sosyolojiye tabi olamazlar… Modern sosyoloji ikilik üzerine bina edilmiştir, sonra monist tekçi bir bakış ile dini tamamen dışlamıştır. Akıl ve bilim dışı kabul ederek dini gökyüzüne geri göndermiştir. İşte bu gerçeklik üzerine bina edilmiş modern sosyolojinin müslüman açısından kabulü namümkündür.

Müslümanlar post modern sosyolojiye de tabi olamazlar! Bu sosyoloji, hakikati parçalayarak her öznel yaklaşımın bir hakikat değeri olduğunu ilan ederek, insanları birbirinden kopartarak parçalamıştır. İnsanı kendi benliğinde bile parçalayarak birden fazla benliğe sahip olmayı makulleştirerek meşrulaştırmıştır. Her türlü sapkınlığı ise hakikatin bir izdüşümü haline dönüştürerek şeytanın mücessem biçimini almıştır. Bir müslüman bu hakikat algısı içinde müslüman olarak kalamayacağını bilmelidir. Bu kültürden elde edilmiş ilkeler ile dine yaklaşmak dini ifsada neden olmaktadır. Dikkat edilmelidir ki müslüman kalmanın imkânını elde tutmanın bir zemini elde kalsın…

Müslümanlar, yeni bir sosyoloji olarak ilan edilen yaşam merkezli bir sosyolojiye de ait olamazlar! İnsanın tahtından indirildiği, onu bir böcek ile eş değer kılan bu yaklaşımın insana ihanet olacağını belirtmek asıldır. Bu yaklaşımda insan en büyük kötülük menbaı olarak görülmektedir ki bu dinin hilafına bir yaklaşımdır. Şeytan kendi yerine bu sistematik içinde insanı konumlandırmaktadır. İnsan ise bu tuzağa düştüğünde post human çağ başlayacak ve insan bir hiç olacaktır. Anlamdan hiçliğe yönelmek insana yakışmaz, yakışmayacak da…

Elde tek seçenek kalmaktadır: Müslümanlar, kendi sosyal gerçekliklerini inşa edecek bir cemaat inşa ederek orada kendilerini bulmalarına mekân oluşturmalıdırlar. Bütün peygamberlerin yaptığı ilk iş bu olmuştur. İslam ümmeti de bu peygamberi mirası devir almalıdır. Müslümanlara yakışan da budur.

Abdulaziz Tantik

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.