islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,3715
EURO
35,0331
ALTIN
2.324,05
BIST
9.079,97
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Açık
21°C
İstanbul
21°C
Açık
Cuma Parçalı Bulutlu
23°C
Cumartesi Az Bulutlu
21°C
Pazar Parçalı Bulutlu
21°C
Pazartesi Az Bulutlu
23°C

Müslümanlar Neden Huzursuz? Niçin Bela ve Krizlerden Kurtulamıyorlar?

Müslümanlar Neden Huzursuz? Niçin Bela ve Krizlerden Kurtulamıyorlar?

Bu yazının birinci hedefi ve muhatabı benim mücrim nefs-i emmaremdir. Ondan sonra da İslam aleminin bela ve çeşitli krizlere maruz kalmasında suçu bulunan bütün Müslümanlardır. Sevgili okuyucularımızdan bu yazıyı, bir öz eleştiri olarak değerlendirmelerini rica ediyorum. Silkinip kendimize gelmemize, bilerek veya bilmeyerek ihmal ettiğimiz görevlerimizi hatırlamamıza, vazife başına koşmamıza vesile olmasını Rabbimden niyaz ediyor, lütfundan bekliyorum.

Sorumuz şu idi: Adından da belli olduğu gibi İslâm, barış ve huzurun kaynağı iken, Müslümanlar neden huzursuz? Neden beladan, anarşi ve terörden, sosyal ve ekonomik krizlerden kurtulamıyorlar?

Cevap: Müslümanların kahir ekseriyeti, Allah’ın ve Rasulü Muhammed’in (sav) yanında ve tarafında yer almadıkları için… Allah’ın emirlerinden[1] yüz çevirdikleri için…[2] İstişare ile hareket etmedikleri ve istişarenin hakkını vermedikleri için…[3] Kardeş olduklarını unuttukları, barışa değil, kavgaya kuvvet verdikleri için…[4] Barış ve kardeşliğin, birlik ve beraberlikten önce geldiğini anlamazlıktan geldikleri için…Allah’ın emri olmasına rağmen emaneti ehline vermedikleri, liyakati esas almadıkları ve adaletle hükmetmedikleri için…[5] Allah, uyulacak güzel bir model göstermesine rağmen,[6] Müslümanlar, Allah Rasulü Hz. Muhammed’in yaşama biçimini ve güzel ahlakını tercih ve usulünce telkin etmedikleri için…Allah, ”Ey iman edenler! Siz kendinize bakın kendinize. Siz doğru yolda olursanız, sapıklar size zarar veremez.”,[7] diyorken, Müslümanlar kendi yanlışlarını görmedikleri, suçu hep başkalarına attıkları ve dış güçlerde aradıkları için…Tevbe sûresinin 24. Ayetine rağmen Allah’ı, Allah’ın Rasulünü ve Allah yolunda cihadı, yani Allah’ın dinine hizmeti her şeyden daha sevgili ve daha önemli görmedikleri için…[8] Nefsin arzularını, Allah ve Rasulünün emirlerinin önüne aldıkları için…Peygamberleri Hz. Muhammed’in (sav) af, şefkat adalet, tevazu, vefa, isar, istikamet, takva… gibi meziyet ve faziletlerinden uzak kaldıkları için…Dini, dünyevî çıkarlarına alet ettikleri için… Giyim ve kuşamlarında, yeme ve içmelerinde, oyun ve eğlencelerinde Allah’ın ve Rasulü’nün ölçülerini dikkate almadıkları için… Faiz, içki, kumar, zina, rüşvet, israf, yalan, aldatma, iftira, hıyanet, şiddet, hırsızlık, cinayet, taciz ve çocuk istismarı gibi haram ve günahlardan ürpermedikleri, tiksinmedikleri, sakınmadıkları veya sakındırmadıkları için…Birçok ahlaksızlığın sebebi olan müstehcenliğe ses çıkarmadıkları, bunlara karşı ciddi tedbirler almadıkları, hatta alkış tuttukları için… Her gün şehit cenazeleri omuzlarda taşınırken, anneler çocuklarıyla havaya uçurulurken, birçok anne çocuklarıyla acılar içinde kıvranırken, müstehcen eğlence ve şenlikler düzenleyip vur patlasın, çal oynasın havalarıyla kendilerinden geçtikleri için… Fakir-fukaranın, yetimin-yoksulun, işsizin-aşsızın parasını eğlence sektöründe tükettikleri için…Allah’ın istediği, Peygamberin kıldığı namazı kılmadıkları için… Cimrilik yaptıkları, fukaranın, yetim ve yoksulların hakkı olan zekâtı vermedikleri için…

Yanındaki ve yakınındaki Müslüman kardeşinin, Müslüman arkadaşının, Müslüman komşusunun acılarına, açlıklarına, telef olmalarına gözlerini, kulaklarını ve vicdanlarını kapadıkları için… Adaleti, takvayı, affı, merhameti ve istikameti kaybettikleri için… İhlas ve uhuvvet düsturlarının gereklerini yapmadıkları için…İslam ahlak ve terbiyesini tahsilden yoksun kaldıkları için…Ya da bile bile o ahlaka aykırı davrandıkları için… İslam’da ilim farz,[9] cehalet haramken, Kur’an’ın ilk ayeti “oku”[10] emri ile başlarken Müslümanların kahir ekseriyeti İlimde dibe vurdukları, cehalette zirve yaptıkları için…Ahireti hesaba katmadan yaşayanlara benzedikleri için…Dünyayı, yol üstünde kurulmuş bir istasyon görmeyip, ehl-i dünya gibi kalınacak yer sandıkları, kendilerinin de ahiret yolcusu olduklarını, birkaç gün sonra Allah’ın şaşmaz adaletiyle hesaba çekileceklerini unuttukları için…İman ve İslam esaslarının gereğini hakkıyla yapmadıkları için…İyilikleri emir, kötülüklerden sakındırma görevini terk ettikleri veya usulüne uygun yapmadıkları için. Ara bulma[11] yerine, ara bozma görevini üstlendikleri için…

İşte daha çoğaltabileceğimiz bu ve benzeri arızalardan, yanlışlardan, malayaniliklerden, duyarsızlıklardan, su-i istimallerden, ahlaksızlıktan ve dejenerasyondan dolayı İslâm alemi belalardan, anarşi ve terörden kurtulamıyor. Eğer Müslümanlar tevbe etmez, fabrika ayarlarına yani Allah ve Rasulünün ölçülerine dönmezlerse daha korkunç belaları başlarında bulabilirler.

Bu söylediklerine delilin nedir, diyenlere derim: Delilim, dip notlarda da gösterdiğim gibi Kur’an’ın birçok ayeti yanında, biraz sonra arz edeceğim Tevbe suresinin yirmi dördüncü ayetidir. Tevbe suresinin 24. Ayeti, bu yazıya, yukardaki ana başlığı vermeme ve bunları söylememe sebep oldu.

MÜ’MİNLERİN DERDİYLE DERTLENMEMEK

En büyük belalardan biri de acılarla kıvranan masum ve mazlum Müslümanların acılarına aldırmamaktır. Belanın en korkuncu da budur zaten. Çünkü Peygamberimiz buyurmuş: Mü’minlerin dertleriyle dertlenmeyen onlardan değildir.”[12]

Müminlerin derdiyle dertlenmeyen müminlerden sayılmazsa, yalan ve iftiralarla müminlerin başını derde sokanların, müminlere eza ve cefa edenlerin akıbeti nasıl olur? Bir düşünün.

Sirrî Sakatî hazretleri yukardaki hadisi talebelerine ders verirken, dışardan biri gelir:

-Üstad, der, çarşıda bütün dükkanlar yandı. Sadece sizin dükkan kurtuldu.

Bu haber üzerine Sakatî, ani bir refleks ve sevinçle “Elhamdülillah” der. Bir müddet sonra Sakatî kendine gelir, hatasını anlar, tevbe istiğfar etmeye başlar. İstiğfar istiğfar istiğfar… Aradan otuz yıl geçmiştir. Bir gün dostlarından birine der: “Bir kere sevinçle elhamdülillah dedim. Kendi dükkanımın yanmadığına sevindim, ama Müslüman kardeşlerimin dükkanlarının yanmasına aldırmadım. İşte bu günahım için tam otuz yıldır estağfirullah diyor, kendimi affettirmeye çalışıyorum!”

Dünyevî belaların hepsi, Müslümanın günahlarına keffaret, günahı olmayanların da derecelerinin yükselmesine sebep olur. Bu belalardan biri sebebiyle ölse cennette gözlerini açar, Allah’ın ikramına layık olmuş kulları arasına girer.[13] Ama Müslümanların başına gelenlere aldırmayanlar, hatta sevinenler, hatta Müslümanların başını yalan ve iftiralarla belaya sokanlar ise hem dünya saadetlerini hem de ahiretteki cennetlerini kaybetme tehlikesiyle baş başadırlar. Derhal tevbe etmez, incittikleri masum mazlumlara haklarını vermez, özür dilemez, helallik istemezlerse korkunç akıbetten kurtulamazlar.

Ey haksız yere başı derde giren! Üzülme. Güzel yarınlar seni bekliyor olabilir. Çünkü “Her güçlükten sonra bir kolaylık vardır”,[14] buyuruyor Allah. Ey masumların acısına aldırmayan ve neşe ile dört köşe olan! Sen de sevinme, şımarma. Acı yarınlar da seni bekliyor olabilir. “Çünkü Allah zalimleri[15] ve şımaranları sevmez.”[16]Buyuruyor Allah.

ŞİMDİ GELELİM TEVBE SURESİNİN YİRMİ DÖRDÜNCÜ AYETİNEVE VERDİĞİ MESAJA

Tevbe suresinin 24. Ayeti, okunup geçilmeyecek, durup üzerinde çok düşünülecek ayetlerden biridir. Bu ayeti çok iyi anlayıp gereğini yaptığımız gün, yukarda arz ettiğim yanlışlardan kurtulduğumuz gün olacak, yanlışlardan kurtulduğumuz gün de belalardan kurtulduğumuz gün olacaktır.Buyuruyor ki Allah:

قُلْ إِن كَانَ آبَاؤُكُمْ وَأَبْنَآؤُكُمْ وَإِخْوَانُكُمْ وَأَزْوَاجُكُمْ وَعَشِيرَتُكُمْ وَأَمْوَالٌ اقْتَرَفْتُمُوهَا وَتِجَارَةٌ تَخْشَوْنَ كَسَادَهَا وَمَسَاكِنُ تَرْضَوْنَهَا أَحَبَّ إِلَيْكُم مِّنَ اللّهِ وَرَسُولِهِ وَجِهَادٍ فِي سَبِيلِهِ فَتَرَبَّصُواْ حَتَّى يَأْتِيَ اللّهُ بِأَمْرِهِ وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ

“De ki: -Babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz (ırkınız, akrabanız ve yandaşlarınız), elde ettiğiniz mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden konutlar size Allah’tan, Resulünden ve Allah yolunda cihaddan (Allah’ın dinine hizmetten) daha sevgili ve önemli ise Allah’ın (azap) emri gelinceye kadar bekleyin! (Allah’ın azabına, gazabına, sillesine, tokadına hazır olun). Allah fasıklar güruhuna yol göstermez.”[17] Yardım göndermez.

Bir gün, eli Rasulullah’ın (sav) elinde iken Hz. Ömer dedi:

-Ey Allah’ın Rasulü! Vallahi, nefsim hariç, seni her şeyden çok seviyorum.

Bunun üzerine Peygamberimiz şöyle buyurdular:

-Ey Ömer! Sizden biriniz beni nefsinden de çok sevmedikçe mümin olamaz. Bunun üzerine Ömer, düşündü düşündü. Nihayet tam bir gönül rahatlığı içinde şöyle dedi:

-Ey Allah’ın Rasulü! Sen şu andan itibaren bana nefsimden de önemli ve sevimlisin. Peygamberimiz de:

-İşte şimdi oldu ya Ömer, buyurdu.[18]

Peygamberimizin yukardaki hadisine benzer bir sözü de şu:

لاَ يُؤْمِنُ أَحَدُكُمْ حَتَّى أَكُونَ أَحَبَّ إِلَيْهِ مِنْ وَالِدِهِ وَوَلَدِهِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ

“Sizden biriniz beni annesinden-babasından, çocuklarından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmiş olamaz.”[19]

Acaba Ömer’in bu birbirine aykırı iki sözünün anlamı neydi?

Ömer birinci sözüyle farkına varmadan insan doğasının gereğini ortaya koymuştu. Gerçekten de insan kendinden daha çok kimseyi sevemezdi. İkinci sözüyle de nefsini yenip Allah’ın arzusunu nefsin arzusunun önüne geçirdi. Din de bu idi zaten. Allah’ın arzusu, insanın arzusunun üstünde olacaktı. Çünkü Allah, Ahzab suresinde şöyle buyuruyordu:

النَّبِيُّ أَوْلَى بِالْمُؤْمِنِينَ مِنْ أَنفُسِهِمْ وَأَزْوَاجُهُ أُمَّهَاتُهُمْ

“Peygamber, müminlere kendilerinden daha önemli, daha öncelikli ve daha sevimlidir; Peygamber’in eşleri de müminlerin anneleridir.”[20]

Bu ayete göre, ne Hz. Ömer’in Hz. Peygamber’i ikinci, üçüncü planda sevme hakkı ve özgürlüğü vardı, ne de Peygamberimizin kendisine verilen konumu saklama ve o noktada tevazu gösterme hakkı vardı. Peygamberimize bu hakkı, bu konumu ve bu salahiyeti Allah vermişti. O, Allah’tan sonra ümmetin tek mercii ve ikinci kaynağı idi. O canlı Kur’an’dı, canlı İslam’dı. Onu, Onun ahlakını, sözlerini ve yaşama biçimini Allah, alınması[21] ve uyulması[22] gereken bir model[23] göstermişti. Ona böyle bakmayan elbette mümin olamazdı ve olamayacaktı. O olmasaydı, Ömer adil Ömer olamayacak, ümmet cennetin yolunu bulamayacaktı. Onun için herkes, Allah’tan sonra Ona borçluydu.

Ne güzel özetlemiş Âkif:

Dünya neye sâhipse, onun vergisidir hep;
Medyûn ona cem’iyyeti, medyûn ona ferdi.
Medyûndur o ma’sûma bütün bir beşeriyyet…
Yâ Rab, bizi mahşerde bu ikrâr ile haşret.[24]

Ne güzel özetlemiş Yunus:

Aşık Yunus neder dünyayı sensiz,
Sen hak peygambersin şeksiz, gümansız,
Sana uymayanlar gider imansız,
Adı güzel, kendi güzel Muhammed (sav).[25]
—–
[1] Bkz. Es-Sâbûnî, Muhammed Ali, Safvetü’t-Tefâsîr, 2/229
[2] Bkz. Tâhâ, 24/124
[3] Bkz. Al-i İmran, 3/159; Şûrâ, 42/38
[4] Bkz. Hucurat, 49/9-10
[5] Bkz. Nisa, 4/58
[6] Bkz. Ahzab, 33/21
[7] Maide, 5/105
[8] Bkz. Tevbe, 9/24
[9] Bkz. İbn Mace, Mukaddime, 17
[10] Bkz. Alak, 96/1
[11] Bkz. Hucurat, 49/10
[12]Hâkim, Müstedrek, IV, 352; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, I, 87
[13] Bkz. Yasin, 26/36
[14] İnşirah, 94/5
[15] Bkz. Al-i İmran, 3/57
[16] Şûrâ, 42/40; Kasas, 28/76
[17] Tevbe, 9/23-24
[18] Es-Sâbûnî, Muhammed Ali, Muhtasar Tefsirü İbn-i Kesîr, 1/ 131
[19] Buhari, İman, 2; Es-Sâbûnî, aynı yer.
[20] Ahzab, 33/6
[21] Bkz. Ahzab, 33/21
[22] Bkz. Al-i İmran, 3/31
[23] Bkz. Ahzab, 22/21
[24] Ersoy, Mehmet ÂKİF, Safahat, Bir Gece, 499 (Hilvan, 11 Rebîülevvel 1347) (28 Ağustos 1928)
[25] Yunus Emre, Risâletü’n-Nushiyye, Haz: M.Tatcı, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1991, s. 7

Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.