Burada bilvesîle ifade etmek isteriz. Evlilikle ilgili hadîslerde geçen “Sünnet” ifadesi bazılarının anladığı şekilde farz karşılğı sünnet veya nâfile demek değildir.
Bu gibi hadîslerdeki “Sünnet” tabiri; yükümlülük ifadesi olarak farzı da, vâcibi de, sünneti de içine alan yol ve hayat tarzı manasındadır.[1]
Evet, İslâm’ın genel ve bekârlık‐evlilikle ilgili özel düstûrlarından çıkararak maddeler halinde sunduğumuz bekârlığı reddedici gerekçeleri bir bütün halinde değerlendirdiğimiz zaman, bedenî ve malî güç varken ve eşe zulmedileceği endişesi yok iken, bekârlıkta ısrar edilmesinin çok yönlü haram olduğu açıkça anlaşılır.
Meseleyi kendi bütünlüğü ve kutsal ölçüleri içerisinde değerlendirmenin vardıracağı sonuç budur. İslâm bilginlerinin bir kısmının görüş beyan ederken meseleyi bütünlüğü içerisinde ele almadıklarından şüphe etmiyoruz.
Hür kadınlarla evlenilememesi halinde esir mü’min kadınlar olan câriyelerle evlenilmesini öğütleyen Nisâ Sûresi’nin yirmi beşinci âyetinin son bölümünden bekârlığa meşrûiyet çıkaran bazı İslâm âlimlerinin görüşlerini yadırgamamak mümkün değildir. Çünkü bizzat bu âyet bile hür kadınlarla evliliği esas kabul etmektedir.
Kur’ân‐ı Kerîm’in evlilik çevresinde dönen hükümlerini içerici Bakara Nisâ, Nûr, Ahzab ve Talâk Sûreleri ortada iken, Kur’ân‐ı Kerîm bütün peygamberleri evli ve çocuk sahipleri olarak sunarken, üstelik başta Allah’ın Resûlü olmak üzere pek çok peygamberin sınırlı çok kadınlı evliliği gözler önünde bulunurken, Hz. Yahya’nın Âl‐i İmran
Sûresi’nde “Hasûr”[2] olarak tavsif edilmesinden bekârlığın sakıncasızlığına, hatta öğütlenebilirliğine delil çıkarmak hiç mi hiç mümkün değildir. Kaldı ki Hz. Îsa ve Hz. Yahya, Muhammed ümmetini bağlamayacak istisnaî örneklerdir. Nitekim Hz. Yahya örneğini de içine alan bir hadîs, bu hususta konumuza açıklık getirmektedir.
Allah’ın Resûlü şöyle buyurur:
“Dört zümrenin dünyada ve âhirette la’nete uğraması, ilâhî rahmetten kovulması dilendi. Melekler de bu dileğin kabul olunması için âmin dediler.
Bunlar:
A-Allah, kendisini erkek olarak yarattığı halde kendisini kadınlaştıran
ve kadınlara benzemeye çalışan erkekler,
B-Allah, kendisini kadın olarak yaratmış iken nefsini erkekleştiren ve
erkeklere benzemeye çalışan kadınlar,
C-A’ma’nın yolunu şaşırtan adamlar ve bir de;
D-Allah Zekeriyya oğlu Yahya peygamberden başka bir kimseyi “Hasûr” kalmakla vazifelendirmemiş iken, “Hasûr” kalan; kadınlardan uzak durup bekârlığa yapışan insanlardır.”[3]
Bekârlığın dînî hükmünü ortaya koymak için yaptığımız açıklamaların sonuç itibariyle büyük ölçüde İslâm bilginlerinin çoğunluğunun görüşlerini yansıttığını ifade etmek isteriz. Çünkü istisnasız bütün İslâm bilginleri, “… Nefsin galeyanı ve zinâya düşme korkusu halinde infaka; (bakmaya) kudretli olanlar için (evliliğin) farz‐ı ayın olduğunda…” ittifak etmişlerdir.[4]
Bir önceki bölümde erkek cinselliğini incelerken, Yûsuf Sûresi’nin yirmi dördüncü âyetine ve Allah’ın Resûlü’nün bir hadîsine dayanarak açıkladığımız üzere, hiçbir insan zinâ dâhil cinsel haramlardan güvende olamayacağına göre, cinsel ve malî gücü olanın evlenmesinin farz‐ı ayın olduğu hakikati ortaya çıkar.
Kaldı ki evlilikle ilgili Kur’ân ve Sünnet emirleri farziyeti de nedbiyeti (öğüdü) de içine aldığından, evlilik ‐itikadî olarak değilse de amelî olarak farzdır‐ diyen müctehidler ve büyük bilginler de çoğunluktadır. Evliliğin İslâm ümmetinin bütünü üzerinde farz olduğu görüşü de yaygın ve ağırlıklı bir görüşdür.[5]
Mâzeretsiz Sürekli Bekârlık Haramdır
Genel ve özel vasıflı dînî deliller ışığında ve İslâm bilginlerinin kavrayışları çizgisinde evliliğin şartlarını taşıyanlar için farz olduğunu açıkladık.
Farzın terki haram olduğundan, farz olan evliliğin terki olan bekârlık da haram olur.
Hiç şüphe yoktur ki burada haramlığından söz edilen bekârlık cinsel iktidar ve mâlî güç varken ve eşe zulüm edileceği endişesi yokken sürdürülen daimî bekârlıkdır.
Cinsel İktidar/Güç
Yüce Allah’ın Kur’â‐ı Kerîm’de kendilerinde doyuma ereceğimiz eşler yarattığını ve aramızda cinsel câzibe var ettiğini bildirmesi, erkeği kadın için örtü olarak nitelemesi, evlilikte kadına verilecek mehiri cinsel ilişki ile irtbatlandırması, çocuk için ilişkiyi emretmesi, eşlerimizden bize çocuklar ve torunlar vermesini nimetleri arasında zikretmesi, evlilik için cinsel gücün gerekliğini ortaya koymaktadır.[6]
Bu sebeple cinsel iktidarı olmayan kişi, dînî ölçülere göre bekâr kalmakda ma’zûrdur. Onun için asıl olan zaten bekârlıktır. Çünkü cinsel güç yokken evlenmek eşe zulüm olacağından haramdır. Bu durumda olan bir kişi, evlense bile karısının mahkeme yoluyla ondan ayrılma hakkı saklıdır.
Malî Güç
Kişinin bekârlığından ötürü Allah katında sorumlu olabilmesi için cinsel iktidarı yanı sıra malî gücünün de olması gerekir.
Çünkü Kurânî hüküm gereği, koca karısının nafakasını sağlamakla yükümlüdür.[7]
Mâli gücü olmayana evlenmek farz olmadığı içindir ki, yoksul kişinin bekârlığında dînî bir sakınca yoktur. Asıl sakıncalı durum, mehir veremeyecek, ev edinemeyecek ve sürekli olarak nafaka sağlayamayacak olan kişinin evlenmeye kalkışmasıdır.
Eşe Zulmedileceği Endişesi
Bekârlığı mazûr kılabilecek üçüncü derecede bir sebeb de, kişinin eşine zulmedeceği veya eşine karşı evlilik akdînin gerektirdiği görevlerini ifa edemeyeceği endişesi‐korkusudur.
Pek tabîidir ki bu, son derece özel bir sebeptir. Hatta sebep olarak görülüp bekârlıkla karar kılınması, mânevî tehlikeleri içerir. Çünkü gelecek yalnız Allah’ın tasarrufundadır. Üstelik böylesine düşünebilecek ölçüde ilâhî saygı ve korkuya sâhip olan bir insanın üzerine düşen görevleri zulmetmeksizin yapması muhtemeldir.
Değindiğimiz bu sebebe, müşkülpesent bazı istisnaî tipler için de olsa geçerlilik kazandıran bir hadîsi sunalım.
İbn‐i Abbas (r.a) anlatıyor.
Es’am kabîlesinden bir kadın, Allah’ın Resûlü’ne geldi ve şöylece ricada bulundu:
Ya Resûlallah Ben dul bir kadınım. Bana kocanın kadını üzerindeki haklarını öğretiver. Eğer kadının yapması gerekenleri yapmayı göze alabilirsem evlenirim. Yok yapamayacağıma kanâat getirirsem dul olarak yaşamımı sürdürürüm.
Allah’ın Resûlü ona şöyle buyurdu:
Kocanın kadın üzerindeki baş hakkı… arzulaması halinde kocasıyla ilişkiden kaçınmamasıdır.
Kocasının kadın üzerindeki diğer hakları da şunlardır.
a‐ Nâfile oruçlarını ancak kocasının izni ile tutmasıdır. Kocası ile anlaşmaksızın oruç tutan kadın (kadınlık görevinden kaçınmış ve kocasının hakkını çiğnemiş olabileceği için) açlığı ve susuzluğu ile kalır. Çünkü orucu kabul olunmaz. b‐ Kocasının izni olmaksızın (dînî ve örfî mazeretleri olmaksızın şüphe nedeni olacak şekilde) evinden çıkmaması; çıkıp sosyal ilişkiler kurmamasıdır. Eğer çıkarsa sema, rahmet ve azab melekleri evine dönünceye kadar ona, ilâhi rahmetten dışlanması için beddua ederler.
Allah’ın Resûlü’nün bu cevaplarını dinleyen kadın şöyle dedi:
Benim için başka çare yok. Asla evlenmeyeceğim.[8]
Burada, bu hadîs vesilesi ile yanlış yorumlara gidilmesini engelleyici bilgiler vermekte fayda görüyoruz:
Eşler, evlilik akdinin gereği olan görevleri yapmakla yükümlüdürler. Bu sebeple evli kadın, ay hali ve losusalık gibi dînî, hastalık gibi tıbbî sebepler olmaksızın cinsel ilişki görevinden kaçınamaz. Kaçınmamalıdır. Çünkü mâzeretsiz erteleme bile hak ihlâli olarak günahkâr kılar. Bunun gibi kadın, kocasında, bir başka erkekle ilişkiye girildiği şüphesi uyandıracak şekilde, bilgi vermeksizin başına buyruk olarak dolaşamaz, sosyal ilişkiler kuramaz.
Devamlı Bekârlık
Bekârlığın haram olabilmesi için sürekli olması da şarttır. Zira kişinin cinsel ve malî gücü olur da evlenmek imkânı olmayabilir. Bir başka anlatımla tahsil, askerlik, savaş vs. gibi engeller evliliği erteletebilir.
Bu sebeble geçici bekârlık, haram sınırlarının dışındadır. Ancak, kişi bekârlığın doğurabileceği mahzurları giderecek tedbirleri almakla mükelleftir.
Hadımlaşma bölümünde açıkladığımız gibi, bu tedbirlerin başında oruç, gece namazı ve cihad gelmektedir.
Allah’ın Resûlü evlenilmesini, evlenilememesi halinde korunmaya ağırlık verilmesini öğütleyen hadîslerinde şöyle buyurmuştur:
“Ey gençler topluluğu! Cinsel gücü olup evlenebilenleriniz evlensin. Zira evlilik gözü şehvetli bakışlardan daha çok koruyucu, cinsel organı (harama aracı olmaktan) daha çok muhâaza edicidir.
Evlenemeyenleriniz ise oruca devam etsin. Şüphesiz oruç, oruç tutanı (şehvet saldırılarından) koruyan bir kalkandır.”[9]
İslâm gerçekçiliği zâviyesinden bakarak incelemeye çalıştığımız bekârlıkla alâkalı olarak özetlenebilecek gerçek şudur:
Bedenî ve malî bir engel olmaksızın İslâm’da sürekli bekârlık yoktur.
Cinsel ihtiyaçlar sebebiyle de olsa sınırlı çok kadınlılığı onaylayan İslâm Dîni, Allah’ın Resûlü’nün diliyle bekârlığı şer ortamı olarak değerlendirir.
‐ Salât ve selâm üzerine olsun‐ O’nun cinsel gerçekçilik temelleri üzerinde eğiterek yetiştirdiği İslâm’ın özüne âşina sahâbîlerinin değerlendirmesi de budur.
Örnekler:
[“Bekâr bir genç gördüğümde doğabilecek şerden ötürü tüylerim ürperir. Ömrümden üç gün kaldığını bilseydim, o üç gün içinde yine de evlenmek isterdim.
Ömer b. Hattab
Ömrümden evlenmeye güç yetirebileceğim on gün kalsaydı ve ben onuncu gün öleceğimi bilseydim, cinsel haramlara düşerim korkusuyla mutlaka evlenirdim.
Abdullah b. Mesud
Allah’ım! Kendisiyle cinsel doyuma ulaşacağım eşim yokken cinsel arzularımın şiddetlenmesinden sana sığınırım.”][10]
Ebud‐Derda
(DEVAM EDECEK)
DİP NOTLAR
[1] Tecrid‐i Sarîh 11/391
[2] Gücü varken cinsel hayattan çekilen kisi.
[3] ed‐Dürrül Mensûr Âl‐i İmrân 39.
[4] Hak Dîni Kur’ân Dili 2/1289.
5] H. İ. ve İ. F. Kamûsu 2/42‐2.
[6] Rûm 21, Bakara 187, Nisâ 24, Nahl 72.
[7] Nisâ 34. Kadın eşe nafaka verilmesinin gereği, verilmemesi veya verilememesi durumunda eşlik görevinin düşeceği ve ayrılık olabileceğine ilişkin hadîsler ve ictihadlar için bak.
[8] M. Zevâid 4/306‐7, el‐Metalibül‐Âliyetü Hn. 1607
Bu hadîsin senedi Zayıf olmakla birlikte içeriği sahîhtir. Bu hadîsin içeriği ile ilgili sahih hadîsler için bak. İ. Mace Nikâh 4, M. S. Müslim Hn. 830, Mişkâtül‐Mesâbîh Hn. 3269. Bu hadîsin içerdiği aykırılıkları kasıtla işleyen kadın, Kur’ân dilinde “Nüşûzü” olan yerilebilir nitelikli kadındır. Bak. Nisâ 34
[9] Tirmizî Hn. 1081, M. Mesâbih Hn. 3080.
[10] M. K. Ummal 6/391, M. Zevaid 4/251, Kurtubi 3/433 (Bakara 386)