islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,4375
EURO
34,7411
ALTIN
2.439,70
BIST
9.915,62
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
17°C
İstanbul
17°C
Az Bulutlu
Pazar Az Bulutlu
18°C
Pazartesi Hafif Yağmurlu
18°C
Salı Az Bulutlu
19°C
Çarşamba Az Bulutlu
20°C

RADYO VE TELEVİZYON PROGRAMLARIM

RADYO VE TELEVİZYON PROGRAMLARIM
31 Aralık 2023 09:00
A+
A-

Radyo ile ilk temasım Akra FM ile oldu. Akra’da 1995-1998 yılları arasında uzunca bir süre konuştum. Trafik Radyosu, Marmara FM, çok sonraları da Özel FM de konuştum. TRT İstanbul radyosunda da programlara katıldım. Kurduğum Ali Rıza Demircan Eğitim Vakfı (Ardev) stüdyosunda hazırladığım 175 adet görüntülü konuşmaların ses kayıtları Anadolu’muzda 30 kadar radyoda yayınlandı/yayınlanıyor.

Televizyon Programlarım

Televizyon hayatım bağımsız bir kitap halinde yazılmaya değer. Televizyon dünyasının bütün ünlüleri ile program yaptım.

1985’de İslâm’a Göre Cinsel Hayat’ın yayınlanmasından sonra yazılı ve görsel medyada ilgi odağı oldum.

Erkek Programcılar

Mehmet Ali Birand, Ali Kırca, Reha Muhtar, Fatih Altaylı, Hulki Cevizoğlu, Kadir Çelik, Ahmet Hakan, Akif Beki, Tuncay Özkan, Nevzat Çiçek, Turgay Güler, Erol Mütercimler, Uğur Aslan, Yiğit Bulut, Engin Noyan, Erdem Uygan, Ersoy Dede, Nedim Saban, Orhan Karaağaçlı ve de hatırlayamadığım bazı televizyoncular ile programlar yaptım.

Kadın Programcılar

Müge Anlı, Pakize Suda, Esra Ceylan, Balçiçek İlter, Pelin Çift, Ece Üner, Nagehan Alçı, Pelin Batu, Hülya Avşar, Kübra Par, Özge Sağman, Zeynep Bayramoğlu, Cansu Canan, Nazlı Ilıcak, Didem Yılmaz, Oylum Talu, Hande Kazanova, Gülgün Feyman ve Banu başta olmak üzere pek çok kadın televizyoncu ile de bir çok defa program yaptım.

Bir diğer anlatımla Kanal 1, Kanal 6, Kanal 7, Kanal 8, Habertürk, Kanal D, NTV, Flash, ATV, Star, A Haber, TRT1, TRT2, Ülke TV, Hilal TV, Samanyolu, Cine 5, Çay TV, ve Anadolu’da Kon TV ve Kanal 3 gibi 50 kadar yerel televizyonda programlara çıktım.

Bunlardan Çay TV’de 25, Kanal 1’de 30, Flash TV’de 70, Hilal TV’de 200 kadar programım oldu.

Erkek ve kadın televizyoncuların çoğu ile bir değil, bir çok programa çıktığımı belirtmek isterim. Programlarımızın yüzde doksanı da canlı olurdu.

Programcılar Sorularını Açıklamaz

Burada yeri gelmişken ifade edeyim; çok yakın dost olduklarımızın birkaçı dışında genelde hiçbir programcı – konuyu belirler ise de- soruları açıklamaz. Hangi soru ile karşılaşacağını bilemediği ve anında cevap verip veremeyeceği endişesini taşıdığı için de bir çok ilim ve siyaset adamı canlı yayına çıkmak istemez.

Bulunduğumuz mekâna gelerek kısa röportajlar yapan televizyon muhabirlerinden öğrendiğime göre, iki dakikalık söyleşi için üç dört kez prova yapanlar da az değilmiş. Şimdi sizlere medya moderatörleri ile yaşadığım örnek nitelikli bazı hatıralarımı dile getirmeye çalışacağım.

Mehmet Ali Birand

Mehmet Ali Birand’la 4 -5 program yaptım. Bunlardan iki tanesi üst üsteydi. Ünlü televizyoncular aynı kişiyle üst üste programa çıkmazlar. Niçin gerek duyuldu, bilmiyorum. Ama ilk programdan reyting almış olabilirler.

Mehmet Ali Birand

Ali Birand’la 4 -5 program yaptım. Bunlardan iki tanesi üst üsteydi. Ünlü televizyoncular aynı kişiyle üst üste programa çıkmazlar. Niçin gerek duyuldu, bilmiyorum. Ama ilk programdan reyting almış olabilirler.

Genelde ünlü programcılar, konuklarını kendileri değil yardımcıları arayıp davet eder. Tecrübelerimle çok kişili katılımcılarla yapılan programların faydalı olmadığı kanaatine vardığım için, bu tür programlara katılmama kararını almıştım. M. Ali Beyin yardımcısı arayıp 4-5 kişinin katılacağı program için dâvet yapınca kabul etmedim. Aradan yarım saat geçmeden bizzat kendisi aradı, bir hayli dil döktü, benim ve kendisinin dışında iki konuk üzerinde anlaştık.

Mehmet Ali Bey’in Allah’a inanan bir insan olduğuna tanığım. Bunu bir söyleşi sırasında eşi de dile getirdi. Eşinin açıklamasına göre her sabah uyandığında “Allahım, bana bu günü de armağan ettiğin için sana teşekkür ederim” dermiş. Kur’ân’ın istediği anlamda mümin olmadığı kesin de deist olup olmadığı konusunda bir yargıda bulunamayacağım. İçinde yetiştiği ailesinde, hiçbir dini söylem ve yaşam olmadığını da kendisi bana söylemiştir.

Bir sohbetimiz sırasında, dindarlar aleyhine yanlı ve abartılı bir çok yayın yaptığı için üzgün olduğunu dile getirmiştir. Bu söyleminde samimi miydi bilemem.

Program içinde mi yoksa kuliste mi hatırlamıyorum, bazı uygulamalardan müşteki olduğumda, bana AK Parti için “İslâmcı bir parti iktidarda, niçin taleplerinizi gerçekleştirmiyorsunuz? ” deyince ona şöyle demiştim:

Türkiye’de Anayasal düzen mi değişti, Ordu mu, Üniversiteler mi değişime uğradı? Yargı ve yasalar mı yeniden yapılandı?

Medyada değişim/gelişim görebiliyor musunuz? AK Parti yöneticilileri kişisel hayatlarında ülke ortalamasına göre dindar olabilir ama hepsi bu kadar, toplumu İslâm’a yöneltmek için onlarda ne bilgi, ne kadro ve ne de amaç var. Bunun böyle olduğunu siz de biliyorsunuz da beni mi işletiyorsunuz?

Ölümü öncesindeki son programlarının birinde beraberdik. Ona şöylece bir teklif yaptım :

Mehmet Ali Kardeş…Benim de senin de ülkemize karşı görevlerimiz var, üstelik hatalarımıza da kefaret olması için gel seninle İslâm Dini’ni ana hatlarıyla anlatan programlar yapalım. İkimizin yapacağı programlar ilgi çeker ve faydalı olur.

Hiçbir şey söylemeksizin tebessüm etmekle yetindi. İsteseydi bile kendi mahallesinin baskısına karşı çıkabilir miydi, doğrusu bir yargıda bulunamıyorum.

Açık şirkine bizzat tanık olunmayan kulu için Allah’tan rahmet dilemenin sakıncalı olabileceğini kim söyleyebilir? Allah rahmet eylesin.

Hulki Cevizoğlu

Ülkemizde şöhret yapmış medya duayenleri içinde programı için gerekli çalışmayı yapan bir kişi olarak Hulki beyi gördüm. Programlarımızın birinde elinde İslâm’a Göre Cinsel Hayat kitabım vardı. 600 yüz sayfalık kitabın okunmadık ve işaretlenmedik yeri yoktu.

Ben kendisiyle yaptığım programların dördünü çok iyi hatırlıyorum.

Yaşar Nuri ve İsmail Nacar İle Ceviz Kabuğu’nda

Kendisinin klasiği olan Ceviz Kabuğu’nda 09 Şubat 1997 de yaptığımız ilk programımızda benimle birlikte Yaşar Nuri Öztürk ve İsmail Nacar da vardı. İskender Paşa şeyhi Mehmet Zahit Kotku Efendiyi yeren İsmail Nacar’a karşı Ben Hoca Efendiyi savunurken büyük bir gerilim yaşanınca, programa ara verilip reklama girildi.

Ben yaptığım savunma için müsterih iken, sağlığında hocamızın genç müritlerinden olup posta oturan Esat Coşan merhumun da sağ kolu gibi olan C.Y. , kendisine göre yeterince savunma yapamadığım için eleştiri getirince, şöyle söylemekten kendimi alamamıştım:

-Ben bu kadar yapabildim. Daha iyisini mânevî mirası üzerine oturanlar ve yakın çevresi yapsın.

Kendisine ve ön hazırlığına güven duyan Hulki Beyin açığını yakaladığı konuğunu ezip geçen bir acımasızlığı da vardı.

Hulki Beyin Acımasızlığı

Hulki Cevizoğlu ile yaptığımız, ana konusu Cihad olan ve İsmail Nacar ile birlikte benim ve emekli bir generalimizin (Tuncer Kılınç olabilir) katıldığı programda, şimdilerde merhum olan MHP İstanbul milletvekili Mehmet Gül’ü, Tarkan Tevetoğlu ile ilgili ifadelerinden ötürü dakikalarca öylesine sıkıştırdı ki anlatamam.

https://www.mirathaber.com/dusman-zalimlerden-olmadikca-hiristiyan-

lari-ve-yahudileri-de-dost-edinebiliriz-8-2793h/

Yine bu programdaydı. Benim ve İsmail Bey’in İslâm’da barışın önemine vurgu yapan konuşmalarımızdan sonra, programa faks yoluyla  eleştiriler yağdı. Bazı izleyiciler, Maide suresinin 51. âyetiyle “Yahudilerin ve Hıristiyanların dost edinilmemesini” emreden bir dîn, nasıl barışçı olabilir, dediler.

Hulki Bey bu ayeti, programa telefonla katılan ünlü bir ilahiyatçımız olan B.B. ya sordu. Mezkur ayetteki emrin “Evliya edinmeyin” şeklinde olduğunu ve buradaki Evliya’nın ‘dostlar’ anlamında olmayıp ‘ hukuken temsil ve tasarruf yetkisi verilecek kişiler ’ mânasına geldiğini hatırlayamayan ilahiyatçımız, dostlar mânasına takılıp kalınca doyurucu bir cevap veremedi. Açığı yakalayan Hulki Bey de arkadaşımızı dakikalarca bunaltınca müdahale etmek ve açıklama yapmak durumunda kaldım. Yukarıda verilen bilgileri sunduktan sonra şöyle dedim:

Tekili Veli olan Evliya, velayetten gelir. Âyetin anlamı şöyledir.

Ey İman edenler! Yahûdileri ve Hıristiyanları evliya edinmeyin/ onları üzerinize egemen kılıp sizi temsil ve adınıza hukuken tasarruf edebilir konuma getirmeyin. Onlar birbirlerini evliya edinirler. Sizden kim onları evliya edinirse o da onlardandır. Hiç şüphesiz Allah zalim toplulukları doğruya erdirmez.”

İki Hafta Üst üste Eşcinsellik Konusunu İşledik.

Mehmet Ali Birand ile olduğu gibi Hulki Beyle de üst üste iki program yaptık. 2001 de yapılan bu programların konusu eşcinsellikti. Program ATV’de Ankara merkezli olarak yapılıyordu. Ben programa ATV’nin Nişantaşı’ndaki ofisinden katılıyordum. Programa Ankara’dan katılan Haydar Dümen, konuşması sırasında eşcinselliği onaylar bir tavır sergiledi. Dünyanın ünlü bazı isimlerini sayarak, onların da eşcinsel olduğunu dile getirdi.

Böylece eşcinselliğin doğal olduğuna vurgu yapmaya çalıştı.

Haydar Dümeni dinleyen ben, İstanbul’dan programa bir an önce girmek için hop oturup hop kalkıyordum. Söz bana verilince, yapılanın ahlâk dışı bir yaklaşım olduğunu ve gerçekleri tahrif ettiğini beyan ederek şöyle dedim:

– Adı geçen Aristo fikirleriyle, Napolyon askeri dehasıyla ve filanca aktör de sanatsal gücü ile ün yapmıştır. Bu kişilerin önleri ve arkaları ile bağlantı kurmak düzeysizliktir ve gençliğimize yanlış ve yıkıcı mesaj vermektir.

O gece, programın göz doldurucu katılımcısı olduğum için olacak, bir hafta sonra yapılacak programa yalnızca ben davet edildim. Ankara’ya gittim. Program bir otelde çekilmekteydi. Stüdyo gibi ayrılan bölümde bir köşenin harman tuğlası ile örülü olduğunu ve tuğlalar arasından harçların bariz bir şekilde taşmış olduğunu görünce, doğal olarak yadırgadım. Meğer yeni moda dekormuş.

Programa 25 yaşlarında pasif bir eşcinsel de katılmıştı ve eşcinselliğin doğuştan olduğunu savunuyordu. Söz alınca bu gence yönelerek şöyle dedim:

– Eğer Allah’a inanıyorsan, insanı ve cinselliği yaratan Yüce Allah eşcinselliği haram kılmıştır. Allah, doğuştan kıldığı cinselliği yasaklamaz. Yaklaşımınız Allah’a iftiradır. Yok, yaratıcı olarak Allah’a değil de Tabiat’a inanıyorsan, Tabiat popoyu cinsel organ olarak değil, sindirim aygıtı olarak var etmiştir.

Ayrıca eşcinselliğin yetiştirilme tarzıyla, fiziksel-kültürel çevre etkisiyle oluştuğu, inanç ve irade zaafı ile geliştiği üzerinde durdum.

Eşcinsellik Programı Etkili Oldu

Üst üste yapılan bu programlar toplumumuzda geniş etkiler yaptı. Ülkemizin ünlü liberal avukatlarından Kâzım Berzeg Beyefendiden övgü dolu bir mektup aldım. Beni bu alanda çalışmaya teşvik ediyor ve hayırlı sonuçlara vesile olabileceğimi dile getiriyordu. Ünlü bir Amerikan Ansiklopedisinden eşcinsellik maddesini kopyalayıp göndermişti. Kâzım Beyin mektubunu 17 yıl sonra belgeler arasında bulunca, o maddeyi torunum A. Serhad Kırıcı’ya tercüme ettirdim. Merhum olan Kâzım beyin anısına Vakfımız Ardev’in yayını olan Mirathaber.com da yayınladım. Hatırasına saygımı ifade etmek için mektubunu aynen kopyalayarak sunuyorum:

“Ankara, 5 Mayıs 2002

SAYIN ALİ RIZA DEMİRCAN’a

Muhterem Hocam,

Bir müddet önce TV’de, EŞCİNSELLİK’le ilgili HAKLI, İLMİ ifadenizin maalesef program yapımcısı tarafından da desteklenmediğini üzüntüyle görmüştüm. Zavallılar nihayet 1 Mayıs’ta Türkiye’de de alenen ortaya çıktılar.

Eşcinsellik 20-30 yıl öncesine kadar CİDDİ PSİKİYATRİK HASTALIK sayılıyordu. Tedavi edilebileceği ve tedavi edilebildiği kabul ediliyordu.

Bu konuda ENCYCLOPEDİA AMERİCANA’dan (1976 baskı) HOKO-

SEXUALİTY bahsini sunuyorum. Tedavi için ön şart, sizin vurguladığınız gibi HASTANIN TEDAVİ EDİLMEYİ İSTEMESİYDİ.

Son 20-30 yıldır, tamamen bazı siyasi akımlar etkisiyle, eşcinselliğin meşrulaştırılması propagandası yapıldı, yayıldı.

Hacettepe Tıp Fakültesi PSİKİYATRİ hocası Prof. Dr. Orhan Öztürk 2001 baskılı, RUH SAĞLIĞI VE BOZUKLUKLARI kitabının 456. Sahifesinde transeksüalitenin bir cinsel kimlik sapması olduğunun kabulüne karşın, eşcinselliğin böyle görülmemesini bir ÇELİŞKİ olarak gösteriyor ve bunun Batı toplumlarındaki yeni siyasi-toplumsal gidişata bağlıyor. Bu gidişatın son yıllarda yaygınlaştığını yazıyor. Belki aynı düşüncede olan fakat yeni baskılar yüzünden görüşünü açıklamayan başka psikiyatri uzmanları da vardır.

Batı’da ve ABD’de de bu gidişata şiddetle karşı çıkan yazarlar, bilim adamları var. Bir kitabın adı “SLAUCHİNG TOWARDS GOMORRAH”.

Türkçesi “Sodom-Gomore’ye Gidiş”.

Bazı tarih tezlerinde eski medeniyetlerin nüfus azalması sebebiyle, onları yaratanlarla birlikte yok olduğu kabul ediliyor. Bunda eşcinselliğin yaygınlaşması da etkili olabilir. “İslâm’a Göre Cinsel Hayat” kitabınızda A’raf Sûresi Ayet 80-84’e atfen verdiğiniz bilgi, büyük ihtimalle bu tarih gerçeğinin sembolik ifadesidir.

Gidişatı, adeta teşvik mahiyetinde meşrulaştırma tüm insanlık için vahimdir. Bu hastalığa müptela olanlar, gerçekten acınacak durumdadırlar.

Açıkça gidişata karşı çıktığınız takdirde toplumdan ve TIP çevrelerinden de büyük destek bulacağınızı sanıyorum. Batı’dan ve diğer Semavi Din çevrelerinden de destek bulabilirsiniz. Bu insanlığa büyük hizmet olur.

Eşcinsellik bir tercih, yaşam biçimi, özgürlük ifadesi değil, TEDAVİ EDİLEBİLİR BİR HASTALIKTIR. Liberallik falan da değildir. Bendeniz tanınan bir liberalim.

Hürmetlerimle. Kazım Berzeg “

Hulki Beyle yapılan bu iki program pek bereketli oldu. Çocuklarının eşcinselliğe bulaşmasından elemli ve de şikâyetçi olan ailelerden, kendilerine yardımcı olmam için yüzlerce mektup aldım ve hâlâ almaktayım.

Ersoy Dede

Söz eşcinsellikten açıldığına göre devam edelim. Genç moderatörlerimizden Ersoy Dede Ülke TV’de ‘Bıçak Sırtı’ isimli bir program yapıyordu.

Eşcinsellikle ile yapacağı programa beni davet etti.

28 Ocak 2013 tarihli bu program için gittiğimde eşcinselliği ile iftihar eden Barbaros Şansal ile Prof. Dr. Arif Verimli’yi program dâvetlisi olarak buldum. İkiye birdik. Bu konuda bilgili ve program tecrübelisi olmasam, Ülke TV eşcinsellik propagandasına vasıta olacaktı.

Barbaros yırtık bir adam, propagandist ağzıyla eşcinselliği ve doğuştanlığını savunarak konuştu. Arif Verimli ise “Eşcinsellik bir hastalık sınıflandırılmasında geçmez. Uluslararası hukuk, kişi eşcinselliğinden memnunsa, buna müdahale etme hakkını doktorlara vermez.” gibi laflar ederek dolaylı bir ağızla Barbaros’a destek çıktı.

Konuşmam sırasında ikide bir araya giren Ersoy’a da payını vererek İslâmi bir duyarlılıkla konuya girdim, eşcinselliğin haramlığını ve insan doğasına aykırılığını dile getirdim ve doğuştan olduğu iddiaların cevaplandırdıktan sonra şöyle dedim:

Şu veya bu sebeple Müslüman zina yaptığı gibi eşcinselliğe de bulaşabilir. Meşrulaştırıp helâl görmedikçe eşcinsellik kişiyi günahkâr kılar ama kâfir kılmaz. Tövbe kapıları da açıktır. Müslüman eşcinsel kardeşlerime ilk uyarım şu olacaktır; Onlar sakın ha eşcinselliğin doğuştanlığını savunmasınlar. Allah’a iftira etmiş olurlar. Kullarına pek merhametli olan Rabbimiz doğuştan eşcinsel kıldığı kullarına -kendisiyle çelişerek- eşcinselliği haram kılar mı?

Programda birkaç gün sonra bazı eşcinsellerden konuşmamdan ötürü teşekkür mailleri aldım. Bir tanesini ise şöyle diyordu:

Hocam, bizi dışlamadan, ümitlerimizi yeşerten konuşmanızı dinlerken hüngür hüngür ağladım. Doğuştanlık iddiaları konusundaki imanımızı koruyucu uyarınıza ise ne kadar teşekkür etsek azdır. İslâm’a dönüş yolunu açtınız. Rabbim sizden razı olsun.

Tuncay Özkan

Tuncay Özkan ile Kanal D’de iken bir program yaptık. Ama yüz program etkisi yaptı. Mesela yayının gerçekleştiği akşam haberlerinden sonra geç vakitlere kadar Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek tebrik etmek için beni aradı durdu.

22 Ocak 1997 tarihli program, Fadime Şahin-Ali Kalkancı merkezliydi ve Refahyol hükümet aleyhine kullanılacak bir tertipti.

Erbakan Hocanın başbakanlık konutunda verdiği ve benim de katıldığım 11 Ocak tarihi ünlü iftar yemeğinden on gün sonra ve 28 Şubattan 37 gün önce yani 22 Ocak 1997 günü öğle saatlerinde Tüncay Özkan beni aradı. Nikâh konusunda soracakları sorulara cevap vermem için, beni telefonla programa bağlamak istediklerini bildirdi ve katılmam ricasında bulundu. O zamanlar ‘Kanal D’ Mecidiyeköy’den yayın yapıyordu. Emirgan’da oturduğumu, programa bizzat katılabileceğimi söyledim. Daha iyi olur dediler.

Akşam haberleri için Kanal D’ye gittiğimde Fadime Şahin ile karşılaştım. Haberlerde, aldatılıp cinselliği sömürülen masum kız rolüne çıkarılan Fadime’nin yüzünde, profesyonel bir elce yapılmış ince fakat ilk nazarda göze çarpan derin bir makyaj vardı. Görür görmez anlatıldığı gibi masum olmadığını anlamıştım.

Program başlayınca söz verilen Fadime Şahin, acındırıcı bir üslûp ile fakat profesyonelce konuşmaya başladı, ama ne konuşma…Etkilenmemek mümkün değil. Çünkü başarılı olacağına inanıldığı için seçilmiş konu mankeniydi

Soru yöneltilerek söz bana verilince, cevabımdan önce kısa bir değerlendirme yapmak istediğimi söyleyip onay almadan konuşmaya başladım:

Fadime Şahin! Sen cinselliğini sömürtecek şekilde ilişkiye girme onayını kimden aldın. Sömürenler olarak suçladığın Ali Kalkancı’nın da, Müslim Gündüz’ün de Allah cezasını versin. Allah onların cezasını versin de, asıl suçlu onlar değil, gençliğimize Yüce Dinimizi tanıtmayan, mânevî değerlerimizle kaynaştırmayan, helâl ve haram ölçülerini öğretmeyen ve onları istismar edilebilir konuma düşüren eğitim sistemimizdir, içinde Kanal D’nin de yer aldığı medyasal yayınlarımızdır.

Yukarıda bir paragrafta özetlediğime bakmayın, müdahale edilme fırsatını vermeksizin kendimden geçerek vecd içinde yaptığım dakikalarca süren konuşmam, yayıncıların planını bozduğu gibi, dinleyicileri de heyecanlandırmış, hatta ağlatmıştı. Yayının ertesi gün aldığım telefonlardan birinde bir izleyicimiz şöyle demişti:

Hocam, sizi izleyip dinlerken yüreğimin yağları eridi, gözyaşlarım da sel oldu, Allah senden razı olsun.

Yayın, Kanal D aleyhine yorumlara vesile olacak şekilde öylesine etkili olmuştu ki Kanal D, konuşmamızı o günün gece haberlerinde bile yayınlamamıştı.

Reha Muhtar

Reha Muhtarla da birçok programa çıktım. İnternete girip hafızama yardımcı olmaya çalıştığımda Reha ile yaptığım 9 Şubat 1997 , 20 Ekim 2001 ve 17 Aralık 2002 tarihli üç program tespit edebildim. Ama daha fazla programa çıktığımı zannediyorum. Ama ben iki tanesini hatırlıyorum.

9 Şubat tarihi bize, 28 Şubatı hatırlatır. Zaman zaman gündemimize gelen tarikatler ve cemaatler konusu, o günler de gündeme gelmiş olacak ki Reha Muhtar konuyu Ateş Hattına taşımıştı.

Ateş Hattı/Tarikatler-Cemaatler

Tek tek hatırlamamakla birlikte katılımcılar olarak dört- beş kişi vardık. Bazı arkadaşlarımızın ifadesine o gece beklenmedik konuşmayı ben yapmış söyle demiştim:

Bizler İslâm adına haklı olarak şahıs güdümlü tarikatleri ve cemaatleri eleştirebiliriz. Eleştiriyoruz da. Ancak bu gruplar demokratik laiklik adına eleştirilemezler. Çünkü bunlar bir tür sivil örgütlerdir. Üyeleri özgür iradeleriyle bağlılık göstermektedirler. Siyasete ağırlık koymak istemeleri ve kendilerini savunmak ve menfaatlerini korumak üzere bazı bağlılarını parti kontenjanlarından milletvekili seçtirmek istemeleri doğaldır. Demokrasi hiçbir grubun tekelinde bırakılamaz.

Bu konuşmamız ilgi çekti. Aradan 23 yıl geçti. Bugün de aynı konuşmayı yapabilirim. Kaldı ki ben tarikatlerin ve cemaatlerin devletin denetiminin dışında olduklarını düşünmüyorum. Onların jakoben laiklikle bile çatışacak bilgileri, bilinçleri ve talepleri olduğuna inanmıyorum. Bunun içindir ki tarikatler ve cemaatlerin bir çoğu İslâm’ın değil, demokratik laikliğin vazgeçemeyeceği kurumlardır.

Ateş Hattı ve Eleştiri Hastalığı

Reha Muhtar’la yaptığımız ve benim de hatırladığım bir programda konuk olarak benim dışımda Zekeriya Beyaz ve Atatürkçü bir dernek adına, bir avukat hanım vardı. Programın konusu o günlerde şeyhlik iddiasıyla ortaya çıkarak maddî ve mânevî çıkar sağladığı için tutuklanan Yaşar Yılmaz idi. Başta Reha Muhtar olmak üzere diğer konuklar, Yaşar’ı yerden yere vurdular. Akıllarına gelen bütün olumsuz vasıflarla nitelediler. Bana söz verildiğinde şöyle dedim:

Söylediklerinizde doğru olabilirsiniz. Ama konuşmalarımız ahlâkî değildir. Bu kişi tutuklanmıştır. Yargısı sonucunda beraat edebilir. Aramızda olmadığı için, kendisini savunabilecek durumda değil.

Medya etiği ile çatıştığımızı bilmeliyiz.

Kör Döğüşü

Beklenmedik çıkışım üzerine, Reha Muhtar’ın ve avukat hanımın söyleyecek bir söz bulamadıklarını çok iyi hatırlıyorum.

Radikal yazarı Hakkı Devrim’in ifadesiyle, benim de istemeyerek katkı verdiğim kör döğüşüne dönüşen Reha Muhtar’ın programlarına katıldığım için pişmanlık duyduğumu belirtmek isterim. İnanınız, katıldığım Ateş Hattı programlarında izlediğim öfkeli görüntülerim, beni ziyadesiyle rahatsız etmiştir.

Ne diyelim, insan tecrübelerden geçerek olgunlaşabiliyor.

Ali Kırca

Ali Kırca daha çok Siyaset Meydanı isimli tartışma programı ile ünlüydü. Ben bu programa katılmadım. Ama onunla ATV de haber programına çıktım ve Show TV’de ben dâhil üç konuklu bir tartışma programına katıldım.

Yeri gelmişken bir hatırlatma yapayım. Ülkemiz Medyasının istismar edebileceği ve bu sebeple da muhtaç olduğu iki temel konu vardır; biri din, diğeri de cinselliktir. Bu iki konuyu istismar ederken ana amacı da reytingtir. Reytingi kimler artıracaksa programlara da onlar çağrılır.

Katılımcı olarak amacınız İslâm’ı anlatarak sevdirmek ise, bu iki alanı iyi kullanacaksınız. Sorular nasıl olursa olsun, siz belirlediğiniz mesajı vermeye yoğunlaşacaksınız.

Ramazandı. Ortaya kim attı, hangi sebeple atıldı hatırlamıyorum. Cinsel ilişki ile iftar açılabilir mi, şeklinde aslında dini magazinsel boyuta indirme amaçlı bir soru medyada yer aldı. Bu gibi konulara eğilirken, medyanın gayesinin genelde alaya almak olduğunu bilirim. Fırsatı değerlendirmeye çalışırım. Ali Kırca bu konuya açıklık getirmem ricasıyla beni ATV’deki haber programına davet eti. Gittim, soruyu yöneltti. Ben de soruyu önemser bir tavırla şöylece cevap verdim:

– Müslüman olmak, rûhumuz, bedenimiz, mallarımız ,çocuklarımız ve toplumsal hayatımız üzerinde Allah’ın egemenliğini kabul etmektir. Güncelimizden örneklendirirsek oruç tutmak da Rabbimizin bedenimiz üzerindeki egemenliğini tanımak ve fiilen kabul etmektir.

Oruç fecrin doğuşundan gün batımına kadar yemek içmek ve eşle cinsel ilişkiden korunmaktır. Bu sebeple iftar, yemek ve içmekle açılacağı gibi cinsel ilişki ile de açılabilir. Allah’ın koyduğu evlilik yasasıyla birleşen eşlerin cinsel eylemleri de yemek ve içmek gibi doğaldır ve kutsaldır. Dinî literatürümüzde bu konular işlenirse de yaşamımızda karşılığı olmadığı da bir gerçektir.

Bu cevabı alan Ali Kırca teşekkür ederek programını bitirdi.

Ayşe Önal’ın Kabalığı

Ali Kırca ile yaptığımızı hatırladığım ikinci program, Show TV’de oldu. Program üç konukluydu. Şafak Pavey’in annesi gazeteci Ayşe Önal, ismini hatırlayamadığım İslâmî iman yoksunu ve de sol tandanslı bir hanım avukat ve ben katılımcıydık… Avukatımızı tanıyordum. Birlikte katıldığımız bir programda, nikahsız birliktelikten hamile kaldığında, partneri tarafından terkedilen kadına devletin yardımcı olmasını savunurken, ikinci eş olan kadınlara hak tanınmasına karşı çıkan, doğası körelmiş bir tipti.

İnternetten yardım alamadığım için şimdilik bu programın konusunu tespit edemedim. İslâm’ı tam olarak bilmemekle birlikte Ali Kırca savunacağım fikirleri tahmin edebiliyordu. Tarafsız bir yönetim sergiledi.

Bu gecede unutamadığım anım, Ayşe Önal’ın incelikten yoksun tavırları ve kabalığıydı. Programdan önce bir eserimi imzalayarak kendisine sundum. Güleç yüzle bir teşekkür etmediği gibi, kitabı da ortada bırakıp sahiplenmedi.

Fatih Altaylı

Çok az istisnaları dışında, televizyon dünyasının bilinenleri arasında Fatih Altaylı dahil, İslâm Dini’ne Kur’ân’ın sunduğu ölçüler çizgisinde inanan insan bulamazsınız. Aslında bu durum, İslâm’ın bağlısı gibi görünen kişiler arasında da yaygındır. Ama Fatih Altaylı daha bir sorunludur. O, özgür iradesiyle asla bir araya gelmeyeceği, İslâm’ın ruhundan uzak hurafeci tiplerle, aldığı emirle peşpeşe ve saatlerce program yapabilirken, dinsiz olduğunu topluma deklere eden Celal Şengör gibi ateistlerle de, hür iradesiyle program yapabilen bir tiptir.

Fatih Altaylı ile ben de bir çok program yaptım. Bu vesileyle ifade edeyim. Bu gibiler, bizimle reyting için program yaparlar. Biz de onların programları aracılığıyla, inandığımız değerlerin mesaj-

larını vermeye çalışırız.

Musikî

Fatih Altaylı ile değişik konularda birçok program yaptım. Bazılarını tarihleriyle ancak internette tespit edebildim. Hatırladığım kadarıyla ilk programımız, özel televizyonların yayına girdiği ilk yıllarda oldu. Daha sonra 19 Haziran 2002 de Musikiyi konu alan bir program yaptık. Bu programa,  Hatıratımızın ‘Yüksek İslâm Enstitüsü Talebeliğim’ bölümünde değindik. (173. sayfaya bakınız)

Kürtaj ve Sezaryen

Fatih Altaylı ile yaptığımız 30 Mayıs 2012 tarihli programda İslâm açısından Kürtaj konusuna açıklık getirmeye çalıştım. Bir tıp profesörünün savunmasına karşın, yaygınlaştırılan sezaryenin kadına ve toplumumuza zulüm olduğunu açıkladım. Bu bölümün yazımı için internette araştırma yaparken, F. Altaylı’nın bu programa atfen, benim “gebeliğin 105. gününden önce kürtajın caiz olacağını söylediğimi ” yazdığını gördüm ki, bana iftiradır. Ben asla böyle bir şey söylemedim.

Af ve Tazminat Seçenekli İdam Cezası

İdam cezasını konu alan 6 Kasım 2012 tarihli Teke Tek programında, kasıtlı katiller için İslam’ın koyduğu af ve tazminat/diyet seçenekli ölüm cezasını anlattım ve bu ceza sisteminin yüceliğini dile getirdim.

Helâl Cinsellik

Cinselliği konu alan 23 Ocak 2013 tarihli programda, haramlardan kaçınarak yaşanacak evlilik içi cinselliğin, Rabbimizin buyruklarına itaat olarak bir tür kulluk olduğunu dile getirdim. Bu arada ödün vermeksizin pek çok hakikati de açıkladım. Programdan bir gün sonra karşılaştığım İhsan Süreyya Sırma Hocamız, bizi izlediğini ve “Rabbimin huzurunda imanına tanıklık edeceğim” dedi ki, onun bu şehadetini, âhiret sermayesi olarak muhafaza ediyorum.

Cariyeler

Kur’ân ve Sünnet Işığında Cariyeler ve Sömürülen Cinsellikleri isimli kitabımın yayınlanmasından sonra, Fatih Altaylı ile Murat Bardakçı’nın katılımıyla bir program yaptık. Ses getiren bir program oldu.

Tıkanışları ve Gülüşmeleri

Bu programda yaşanılanlara da değinmek istiyorum. Program dört saat sürdü. Her ikisi de kitabımızı okumadan hazırlıksız olarak geldiler. İlk iki saat içinde genel bir takım sorular sordular, cevapladım. Ama son iki saat içinde konuşmalarımızdan hareketle soru oluşturamadıklarına ve bocaladıklarına tanık oldum. Canlı yayında bir de kendi aralarında gülüşmeye başlamadılar mı? Canım sıkıldı. Size yaşadığım bir olayı anlatayım mı, diyerek söze başladım:

– İslâm’a Göre Cinsel Hayat isimli eserimin yayınlanmasından sonra Cumhuriyet gazetesinden Yalçın Pekşen benimle söyleşi yapmak istedi. Kabul ettim. Ne var ki bazı kardeşlerimiz “Yalçın Pekşen, alaycı ifadelerle seni makaraya sarmaya çalışır,” dediler. Ben de onlara, beni makaraya sarmaya çalışarak gülüşenler, makaralarına sarılarak ağlaşırlar dedim. Atılan taşı anladılar ama bozuntuya vermek istemediler.

Programına Katılmayı Reddedişim

2018 Ocak ayının başında, yardımcısı olan hanımefendi, beni F. Altaylı’nın Teke Tek programına çağırdı. ‘Bir taraftan ünlü bir hurafeci ile, diğer taraftan meşhur akademisyen bir materyalistle birlikte sürekli programlar yapmaya başlayan bir adamla programa çıkamayacağımı’ beyan ederek teklifi geri çevirdim. Aradan bir hafta bile geçmeden Habertürk, Kübra Par’ı gönderdi. Benimle önce Habertürk gazetesi adına bir söyleşi yaptı. Yaklaşık iki ay sonra da onunla, Habertürk televizyonunda program yaptık.

İşte böyle sevgili okurlar, Fatih Altaylı’ya takılıp kalamayacağımıza göre geçelim.

Ahmet Hakan

Ahmet Hakan, İmam Hatipli olup müftü çocuğudur. Oğlum Ahmet Misbah’ın yaşıtıdır. Televizyonculuğa Kanal 7’de başlamış ve burada yetiştikten sonra Doğan Medya grubuna geçmiştir. Şimdilerde  Hürriyet yazarı ve yayın yönetmeni olup  CNN Türk’te program yapmaktadır. Bir ara Kanal D’de haberleri de sunmuştur.

Ahmet Hakan ile Kanal 7’de pek çok program yaptık. Haftanın iki üç gününde, genelde saat 16.00 sıralarında aktüel konulara yorum getirmem için haber programına dâvet edilirdim. Kanal 7’ye gelirken, ne söyleyeceklerimi tespit etmeye çalışır, madde madde sıralardım. Haber programına çıkmadan veya benim katılımımdan önce, Ahmet Hakan “hocam biliyorsunuz 3-4 dakikamız var” diyerek uyarıda bulunur, ben de ‘şu sıra dahilinde sor ki, süre içinde cevaplandırabileyim’ derdim. Ama Ahmet Hakan benim sıralamama asla uymazdı. Bildiği ve istediği gibi sorardı. Bu arada ifade edeyim.

Hemen hemen bütün moderatörler böyledir. Programda hakimiyetlerini sürdürmek için önceden bilinmeyen sorular sorarlar.

Ahmet Hakan ile haber programları içindeki söyleşilerimiz, bir hayli zaman devam etti. Örnek olsun diye yalnızca bir tanesini arzedeyim:

Milli Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu, katıldığı bir cenazede duayı yapan müftüye Atatürk’ü anmadığı için alenen hakaret eder. Haber gündeme gelince Kanal 7, akşam haberlerinde konuyu yorumlatmak ister. Dâvet edilince geldim ve İslâm kaynaklı bir öfkeyle bakanın yaptığının ahlakî, hukukî ve siyasî yönden tam bir aşırılık olduğunu beyan ederek onu kınayıp yerdim. Konuşurken dengeli ve etkili konuşmuştum. Bir gün sonra dostum Hasan Fehmi Hoca ile karşılaştığımda, ‘ hocam dün akşam konuşmanızı dinledim, ekranda devleşmiştiniz, ‘ dedi. Merakımı mucip olduğu için konuşmamı izlediğimde, gerçekten mehabetli bir görüntü ile karşılaştım. Bu gibi durumlarda, rızasının kazanılması için konuşulunca, Rabbimiz kuluna ürkütücü ve yüceltici bir heybet veriyor.

Ahmet Hakan ile Haber Programı dışında, kendisinin ihdas ettiği İskele Sancak programlarında da beraberliğimiz oldu. Aklımda kalan bir tanesini arz edeyim.

22 Mart 2002’de yaptığımız İskele Sancak programlarından birinde benim dışımda Mehmet Barlas, Meral Konrad ve magazinci Aykut Işıklar vardı. Programda nasıl bir gelişme oldu hatırlamıyorum. Aykut Işıklar, ünlü bir ses sanatçısının Londra’da kırdığı cevizleri ortaya çıkarıp magazin basınında duyurduğunu söyledi. Baktım hiç kimse itiraz etmiyor, söz aldım ve şöyle dedim:

– Aykut Bey! Söyleminiz ahlâkî değildir; büyük bir hatadır. Yapılmışsa bir şeyler, gizli yapılmıştır, gördükleriniz tarafınızdan yanlış yorumlanmış da olabilir. Üstelik sözünü ettiğiniz sanatçı, yaptığı hatadan tövbe etmiş, kendisini aklamış olabilir. Siz duyurunuzu nasıl düzelteceksiniz? Gizlemeniz gerekeni açığa vurmanız onaylanamaz.

Ahmet Hakan mahalle değiştirince, ilişkilerini kesmeye kalkar gibi oldu.

Beni bile CNN Türk’teki programına dâvet etmedi veya edemedi.

Mehmet Ali Birand, beni üst üste 32. Gün programına davet edince yüreklendi de, ancak iki defa Tarafsız Bölge programına çağırabildi.

Tarafsız Bölge/Kadın ve Taciz

İlk davetinde Kadın ve Taciz konusu işlendi. 23. 02. 2011 tarihli bu programa Hidayet Şefkatli Tuksal ile Handan Koç isimli sol eğilimli kadın yazar da katıldı. Handan Koç, İslâm’a Göre Cinsel Hayat’ın ilk baskılarının birinden ‘Cariyeler ve Cinselliği’ bölümünü açıp bir paragrafı okuyarak eleştiri getirdi. Kendisine teşekkür ettim. Eleştirilen görüşleri savunmadığımı, yeni baskılarda düzelttiğimi ifade ettim.

Bu vesile ile açıklayayım; İslâm’a Göre Cinsel Hayat kitabımda “Cennet’te Cinsel Hayat” ve “Cariyeler ve Cinselliği” bölümlerini klasik kaynaklarımıza uygun olarak yazmış isem de, içimde ukde vardı. Rabbim yolumu açtı. Bu iki konuyu, ‘Kur’ân ve Sünnet Işığında Cennet Hayatı’ ve ‘Kur’ân ve Sünnet Işığında Cariyeler ve Sömürülen Cinsellikleri’ isimli iki kitap halinde yazdım ve yayınladım.

Tarafsız Bölge/Dindar Nesil Yetiştirme

Ahmet Hakan, Başbakanımız Recep Tayyip kardeşimizin Dindar Nesil Yetiştireceğiz şeklindeki söylemi üzerine yaptığı Şubat 2012 tarihi programa, altı kişi yanı sıra beni de davet etti. O gece konuşmamızla temayüz ettiğimiz söylenebilir. Programda ateist bir yazar, İmam Hatip Okulu’nda öğrencilik yapmış ama Hak’tan sapmış bir felsefeci akademisyen (Yasin Ceylan) de vardı. İhsan Eliaçık da programdaydı. İhsan Bey, program bitiminde bana taş atarcasına “aydın olmanın koşulu muhalif olmaktır” deyince, koşulu “Hak’tan yana olmaktır” cevabını verdim.

Ahmet Hakan 1 Ağustos 2009 tarihli Hürriyet’teki bir diğer yazısında eksilerimi ve artılarımı da kendine göre şöylece belirlemiştir: Ali Rıza Demircan’ın;

Artısı : Şehevi konuşma stiliyle milleti ekrana yapıştırma gücü ve enerjisi.

Eksisi : Yeni dönemde biraz radikal kaçması.

Ahmet Hakan, Ali Bulaç ile ilgili yazım üzerine de “Bir yiğit hoca’ başlıklı bir yazı yazmıştır. Hakkını da teslim edelim.

Pelin Çift

Pelin Çift başarılı kadın televizyonculardan biridir. Onun çizgisinde yürüyen ve benim de kendisi ile Hac konusunda bir program yaptığım Canan Cansu da Pelin gibi çalışkan olup, programı için çalışan moderatörlerdendir.

Pelin Çift ile çok program yaptım. Bunlardan dördünü iyi hatırlıyorum, bu dörtten ikisi, Pelin’in biraz da reyting amaçlı tavırları sebebiyle medyada hâlâ daha yankılanmaktadır.

Pelin Öteki Gündem’de yapmak istediği Kadın programı için beni arayıp dâvet etti, kabul ettim. Kısa bir sonra tekrar arayarak, geleceğimi duyunca programa katılmaktan vazgeçen M.O.’ın yerine benden programa katılabilecek isim istedi. Ben de vakıflarımız Süleymaniye Vakfı ile Ardev’in yakınlığı sebebiyle komşu olduğumuz Abdülaziz Bayındır kardeşimizin adını verdim.

Pelin Çift ve Abdülaziz Bayındır’la…

Abdülaziz Hoca aslında benim kırk yıllık dostumdur ama başta laiklik ve Müslüman kadınların gayr-ı Müslimlerle evliliği olmak üzere, ayrı düştüğümüz bir çok konu vardır.

26 Ekim 2014 tarihli bu programda kadınların dinimizin giyim kurallarına uyarak ve vakarlarını koyarak siyasi hayata atılabileceği ve yöneticilik yapabileceklerini dile getirdim. Dinimizin omurgasını oluşturan Kur’ân’ın, Neml sûresinde olumlu ifadelerle zikrettiği Sebe’ Melikesi’nden ve Müslüman kadınların Müslümanları temsil ve tasarrufa yetkili veli olabileceğine işaret eden Tevbe 71 ile örnekler verdim. Engelin İslâm’dan değil, bütün dünyada olduğu gibi kadın doğasından kaynaklandığını dile getirdim. Kadınlar için pozitif ayırımcılık yapılmasına gerek olmadığına, uygulamanın doğal akışa bırakılması gereğine değindim.

Faydalı bir program yaptıysak da o gün, dostlarla programa çıkmamanın daha uygun olacağı yargısına vardım. Çünkü şahsen program öncesindeki uyarılarıma rağmen hocamızla dostlarımızı üzecek görüntüler verdik.

Verdik de Hamdolsun programı iyi bitirebildik.

Caner Taslaman ile Hidayet Şefkatli Tuksal ile…

Hatırladığım 16 Eylül 2013 tarihli bu programda benim dışımda katılımcılar Caner Taslaman ile Hidayet Şefkatli Tuksal’dı.

Bu programı ben değerlendirmeyeceğim. Arzu eden okuyucular bu lup izleyebilirler.

Aile hayatımıza ilişkin temel ayetlerden biri olan Nisa 34 de değinilen dövülme olayının zinacı kadınlarla ilişki olduğunu, Taslaman’ın ölçüsüz müdahaleleri sebebiyle bir türlü açıklayamadığımı itiraf etmeliyim. Oysaki bu bakış açımız Kur’an ve Sünnet’e dayanmaktadır.

(Bu konudaki beş bölümlük çalışmamız, internette ‘Kadın Değil Zinacı Kadın Dövülebilir mi?’ başlığı ile aranarak okunabilir.)

Bu programla alakalı olumsuz bir anımız da var. Canlı yayında iken telefonumun zili çaldı. Bir türlü kapatamayınca galiba Pelin’e verdim. Bu arada canlı yayında izleyicilerin duyacağı şekilde bir kişi, bana hitaben Hidayet hanımla ilgili olarak şöyle diyordu:

– Hocam, sustursana şu kadını. Niçin konuşturuyorsunuz?

Sonradan kimliğini öğrenebildiğim adamın, samimi ama düzeysiz bir kişi olduğunu öğrenebildim.

Faruk Beşerle Birlikte

Pelin ve Faruk Beşer Hoca ile yaptığımız 11 Ocak 2013 tarihli program ses getirdi.

Çözüm süreci çalışmaları başlamıştı. F.Gülen’nin Hz. Peygamberin Mekkelilerle yaptığı Hudeybiye anlaşmasının ölçü alınabileceğine ilişkin görüşü, gündeme düşmüştü. Faruk hoca soru üzerine Hudeybiye anlaşmasını özetledi.

Ben de televizyonlarda daha önce değinilmemiş bir konuya girdim. Bizde seküler hukukçularca da pek bilinmeyen Vicdanî Ret, Şehitlik ve Sivil İtaatsizlik konularına açıklık getirmeye çalıştım. Doğuda sürmekte olan örtülü savaşın bitirilmesi gereğine vurgu yaparak, insanlarımızın yalnız dünya hayatlarının değil, âhiret hayatlarının da mahvedildiğine dikkatleri çektim. Emperyalist emeller veya ırkçılık amacıyla verilen savaşta, ölenin de öldürenin de Cehennemlik olduğuna işaret ettim. İslâm’ın iman esaslarına inançlı olmayan kişilerin, kahraman olabileceğini, ama asla şehit olamayacağını beyan ettim.

Konu giderek derinleşiyordu ki, aldığı uyarı sebebiyle olacak Pelin ko nuyu değiştirdi. Evliliğe ve diğer bazı mevzulara yöneldik. Ben bir soru üzerine yaptığım açıklama sırasında şu çerçevede konuştum:

– Bir insan evlilik hayatında cinsel yaşamdan çekilemez, eşimle ilişkiye girmeyeceğim, diyemez. Bu zulümdür. Cinselliği yaşamak bizleri zinadan, eşcinsellikten korur. Allah’ın rızasına götürdüğü gibi, eşlerimizle girilen ilişki de âhiret hayatı için bir yatırımdır. Sevaplı bir işlemdir. Cinsellik İslâm’da ibadet hayatının bir bölümüdür. Çünkü ibadet Allah’ın emir ve yasaklarını uygulamaktır. Rabbimizin emri olduğu için namaz kılmak ibadet olduğu gibi evlilik içinde sevişip ilişkiye girmek de Rabbimizin buyruğu olduğu için ibadettir. Peygamberimiz bu gerçeği “Eşinizle ilişkide sevap vardır” sözleriyle dile getirmişlerdir.

Belki de ilk defa duyduğu için olacak Pelin Çift “evlilik içinde sevişip ilişkiye girmek de ibadettir” sözümüzü hayretle karşılayıp gözü ve ağzı açık kaldı. Onun bu tavrı ve sözlerimizin magazinleştirilmesi toplumumuzda yankılanıp durdu. Bir çok programa davet edilmemize ve açıklama yapmamıza sebep oldu.

Pelin’in Kasıtlı Olarak Gülme Krizine Girmesi

Yukarıda değindiğim üç program Habertürk’te idi. Değineceğim 11 Temmuz 2015’de yapılan bu dördüncü program, TRT 1’de çekilip canlı olarak yayınlandı.

Konuk olarak yalnızca ben vardım. Bu program benim için anlamlıydı. Çünkü 1995’lerden bu yana çıkmadığım televizyon kanalı kalmamıştı. TRT 2’de Erol Mütercim’le bir programa çıkmıştım ama Ramazan programları dahil TRT 1’de hiçbir programa çağrılmamıştım. Yıllarca çağrılmış olmamak isyanımı mucip oldu ve TRT‘nin kendisine bağlı olduğu dönemde, Bülent Arınç’a şikâyette bulundum. Bu şikâyetim üzerine merhum Vatan Şaşmaz’la bir belgeselim çekildi. Daha önce de kısa bir belgeselim 28 Aralık 2013’te yayınlanmıştı.

1,5 saat kadar süren bu programı daha sonra izlerken gözyaşlarımı tutamadım. O kadar verimliydi. Yayından bir gün sonra iş adamı Zeynela bidin Erdem beni kucaklayıp tebrik etmişti.

Programdan önce Pelin benimle program yapmaktan ötürü mutlu ve onurluydu ve bana şöyle demişti:

  • Hocam! Belki bilmiyorsun ama sen artık başlı başına bir markasın. Her davet edildiğin programa çıkmamalısın.

Programa dönelim…Pelin alacağı cevabı bilerek cinsel açıdan eşler arasında nelerin haram olacağını sordu. Bu soru “fetvaiste” siteme gelen soruların başındaydı. Ciddi ciddi cevap verdim:

  • Eşler arasında cinsel ilişkiye girmemek haram olduğu gibi âdet halinde ve anal yolla / ters ilişkiye girmek de haramdır. Bir de ileri derece oral ilişkiye girilmesi haramdır.

Sanki soruyu soran kendisi değilmiş gibi, ben sözümü bitirirken Pelin hanım ‘hocam sizin derdiniz ne ? ’ diyerek gülme krizine girdi. Ama ne kriz? Böylece magazin basınına malzeme verilmiş, basında ve sosyal medyada günlerce yer almanın yolu açılmıştı. Ben de bir basın açıklaması yapmak zorunda kalmıştım.

İsviçre’nin saygın gazetesi BLİCK de gülme krizine bir anlam verememiş, tuhaf olarak nitelemişti.

Burada açıklayıcı bir bilgi verelim. Ağzı boşalım organına dönüştürücü oral ilişki haramdır. Canlı yayında ileri derece oral ilişki ifadesiyle, bu gerçeği açıklamak istemiştim. Seküler medyanın utanması olmadığı ve aradığı malzemeyi de bulduğu için olay magazinleştirildi. Asıl üzüldüğüm husus, o güzelim programın değerlendirilemeyişiydi. Biz Pelin bahsini kapatırken, programın izlenmesini tavsiye edeceğim.

Müge Anlı

Rûhumuzla çelişen yayınlarıyla zarar vermeye başlayan ATV’de, 2019’larda yaptırılan programlarla, daha bir üne kavuşturulan kadın moderatörlerden biri de Müge Anlı’dır.

Rûhi gelişimimizi sağlayan unsurlardan biri de tecrübelerimizdir. Tecrübeler için, yenilen kazıkların toplamıdır, denilir. Doğrudur, televizyon dünyasında bir yerlere gelebildiysek, bunda yediğimiz mânevî kazıkların payı vardır. Dilerim bizden sonra gelecek nesiller bizim tecrübelerimizden yararlanırlar.

Müge Anlı, benim televizyon dünyasında gördüğüm, seküler etikten de yoksun en saygısız tiplerden biridir. Dilimi kirletmemek için bu niteleme ile yetiniyorum.

24 Eylül 2007 de Kanal D’de Pakize Suda ile sunduğu Dobra Dobra programına katıldım. Katılmayabilirdim. Nitekim magazin programlarına katılmama kararım vardı. Birilerini bilmem ama, benim İslâm’ı tebliğ dışında bir amacım yoktu. O tür programlardan şöhret dilenmeye de ihtiyaçlı değildim. Zaten şöhretli olduğum için çağrılmıştım.

Davetlerini Bıkmadan Sürdürdüler

Ramazan ayındaydık. Program yapımcıları beni programa dâvet ettiler. Kabul etmeyip reddettim. Ettim ama, inanınız bir hafta boyunca dâvetlerini de sürdürdüler. Bunaldım, ama sonunda “belki bir hayır vardır,” deyip, programcıların ve dâvet edilecek bir veya iki gazeteci konuğun sorularını cevaplandırma şartı ile davetlerini kabul ettim.

Program günü sabahleyin Kanal D’ye gittim. Beni çekimin yapılacağı salona aldılar. Müge’yi daha önce görmemiştim. Elindeki sigara ile etrafta dolaşan saygısız kadının Müge olabileceğini sezinledim. Pakize Suda ilgilendi, yerlerimizi aldık. Bir yanımda manken bir kadın, diğer yanımda ablası tarafından kocası ayartılmış P.G. vardı.

Canlı yayın başladığında, ekranda yarı müstehcen bir görüntü de akıyordu. Şartlarımız hiçe sayılmıştı. Diğer konuklara da benden söz edilmemişti. Doğal olarak öfkelendimse de sabır gösterdim. Nazan Öncelin kardeşinin kocasını ayartması, dakikalarla konuşulunca tepem attı. Canlı yayında tavrımı koyup ayağa kalktım ve programcılara bakarak, ama izleyicilere hitap edercesine şöyle dedim:

– Ben bu programa şu şu şartlarda katılmayı kabul ettim. Ramazan günü iğrenç dedikodularınızı dinleyerek gıybet haramını işlemeye gelmedim, programı terk ediyorum.

Ben adımımı atmadan Pakize Suda araya girerek beni yatıştırmaya çalıştı. Müge denilen bu kadın, programcılar olarak kendilerinin dâvetini kabul etmemişim gibi, benim kadınlardan ötürü programdan ayrılmak istediğimi söyledi. Bununla da yetinmeyip zaten programın başında ekrana getirilen şarkılardan da rahatsız olduğumu söyleyerek, kendilerinin anlaşma şartlarını çiğneyici ahlâksızlıklarını örtmeye çalıştı.

Canlı yayındaki ödünsüz tavrım, onlara yeter bir darbe olmuştu. Gerginlikle devam eden programda, gerekli açıklamaları da yapmaya çalıştım.

Programdan kısa bir süre sonra Beyoğlu Belediye Başkanı olan oğlum Ahmet Misbah’ın katıldığı bir toplantıda, ses sanatçısı Gönül Yazar programda gösterdiğim ödünsüz tavrım sebebiyle bana saygılarını iletti.

Pek çok kadın televizyoncu ile program yaptım. Hande Kazonova, Balçicek İlter ve Ece Üner dâhil hiç birsinden değil böylesine bir aşırılık, en ufak bir saygısızlık bile görmedim. Giyim şekilleri ve görüş farklılığı ayrı bir konudur.

Tövbe kapıları açıktır. Müge de, onun gibiler de bu kapıdan girebilir.

Biz, İslâm adına değilse de şahsımız adına hakkımızı helâl ederiz.

Yiğit Bulut

Program yaptığım televizyonculardan biri de Yiğit Bulut’tur.

Yiğit Bey 2009 ile 2012 yılları arasında Habertürk’te genel yayın yönetmenliği yaptı. Bu arada Sansürsüz isimli bir program hazırlayıp sundu.

Sansürsüz’e katıldığım programlardan birini iyi hatırlıyorum. 11 Eylül 2009 tarihli bu programda kadın, aile, cinsellik ve diğer bazı güncel konular işlendi. Bir diğer anlatımla sorular soruldu, cevapları verildi.

Bir ara konu aile planlaması yani korunma önlemleri ve kürtaja gelmişti. Kürtajın hiçbir şekilde caiz görülemeyeceğini beyan ettim. Aile Planlaması’nın, sosyal devlet politikası haline getirilmesinin -sakıncıları sebebiyle- ülkemizin yararına olmadığını dile getirdim.

Söz, döndü dolaştı Vehbi Koç’un Türkiye Aile Sağlığı ve Planlaması Vakfı’nın faaliyetlerine geldi. Dünya Nüfus Planlaması Ödülünün,14 Haziran 1994 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, Boutros Ghali tarafından Cenevre’de düzenlenen bir törenle Türkiye Aile Sağlığı ve Planlaması Vakfı (TAPAV) adına Vehbi Koç’a verilmesinden övgüyle söz edildi.

Yiğit Bulut, Vehbi Koç’un aile planlaması çalışmalarının ülkemiz yararına faaliyetler olarak değerlendirilebileceğine değindi. Ben de, Vehbi

Koç’un ünlü bir iş adamı olmasının bu alanda yaptıklarının ülkemiz yararına olduğunun kanıtı olamayacağına açıklık getirmeye çalıştım ve şöylece devam ettim:

– Evlilik içinde cinselliğin bir amacı da çocuktur. Kalkınma için nüfus gereklidir . Nüfusu artan ülkemizin fakirleştiğini kim söyleyebilir? Amerika, Almanya, Fransa ve Japonya gibi zenginleşen ülkelerin nüfusları bizden çok daha fazla değil midir? Kaldı ki nüfus meselesi anlaşılması zor, derin bir kader mevzuudur da.

Yiğit Bulut reyting sağlayacak soruları buluyor ve art arda soruyordu. Onun bu programında, hiçbir programda görmediğim uygulamaya tanık oldum. Yiğit bey, masa altındaki reyting ölçüm aleti ile verdiğimiz cevapların ne derece izlendiğini tespit edebiliyor ve kendince reyting sağlayacak sorularını art arda yöneltiyordu.

Yiğit Bey kendisiyle yaptığımız programlardan hareketle mi bilmiyorum, beni reyting artıran kişi olarak görüyordu. Öyle gördüğü için olacak Genel Yayın Yönetmenliği yaptığı dönemde programa başlayan Nagehan Alçı ve Pelin Batu’ya, ilk programlarını benimle yapmalarını önermişti.

Beni Hülya Avşar’ın programına dâvet ettiren de o oldu.

Hülya Avşar

Programcılar arasında benim açımdan Hülya Avşar farklıydı. Teklif aldığımda, kızlarım muhalefet ettiyse de ben faydalı bir program yapılabileceğine inandığım için dâveti kabul ettim.

Program günü Habertürk’e geldiğimde, Hülya hanımla görüşmek istedim. Ona, “Hülya Hanım kardeşim, sorularınızı hanım hanımcık sorun, ben de cevaplandırayım,” dedim ve şöylece de uyardım:

– Sakın ha “hocayı utandıracak sorular sorar, aciz bırakır, reytingimi sağlarım” şeklinde bir düşünceye kapılmayın. Bu yola girerseniz program aleyhinize gelişir.

Program başladı ama Hülya Hanım uyarı almamış gibi sorular yöneltmeye başladı. Bu program vesilesiyle ünlü siyasilerin büyük bir kısmı gibi ünlü sanatçıların çoğunluğunun da İslâm’ın kapkara cahilleri olduğunu bir kez daha anladım. Çünkü Hülya hanım” ben Müslümanım hatta Müslümanlığımla ifthar ederim” demeyi ihmal etmiyordu ama, özellikle erkeklerin cinsel özgürlüğünü savunabiliyordu. Bu programı sonraları birkaç defa izledim. Ama sabrıma da hayran kaldım.

Programda Hülya Hanım bana, güzelliği ve vazgeçilmezliğine inandığı için, kocası tarafından bir başka kadının kendisine tercih edilmesine isyan eden bir kadın gibi göründü.

Bunun için cinsel özgürlüklerini savunduğu erkekleri suçlar gibiydi. Bana hiçbir kadınla ilişkiniz olmadı mı diye sordu. “Ben Müslümanım, benim başka kadınlarla nikâhsız ilişkim olamaz, olmadı da” dediğimde hayretini gizleyemedi.

İhsan Atasoy / Mehmet Görmez

Programdan bir süre sonra ilahiyatçı yazar İhsan Atasoy ve Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez ile bir düğünde buluştuk. Mehmet Bey aktardığı bazı sakıncalar sebebiyle ‘Diyanet olarak biz programı onaylamadık’ dedi. Ben söz alacakken İhsan bey devreye girerek şöyle konuştu:

– Ben bu programı izledim ve mutlu oldum. Ali Rıza hocamız bu gibi programlarda cidden başarılı. Sakıncalar da elbette olacak. Bu bir kültürel savaştır. Elbette yara alınacaktır, ama önemli olan galebedir ve bu da sağlanmıştır.

Erol Mütercimler

Erol Beyin inanç dünyası hakkında kesin bir fikrim yok. Ciddice bir televizyoncu olduğuna tanıklık ederim. Onunla iki program yaptım, ikisi de hatırlamamı gerektirecek şekilde, benim için özellikliydi.

İlk Program Habertürk’teydi

İlk Programımız Habertürk’te oldu. Ancak Habertürk henüz Ciner grubu tarafından satın alınmamıştı. Hiç unutmuyorum, programın girişinde, benimle program yaptığı için canlı yayın sırasında Erol Beye kınayıcı mailler akıp durmuştu. Okuyucularımızın, karşı mahallede baskıların daha büyük olduğunda şüphesi olmasın.

İlk Programımız ünlü politikacı D. B.’a isnad edilen zina çevresinde şekillenmişti. Ben konuşma sırasında D. B.’ın adını bir türlü hatırlayamadım. Oysaki programın başında adı geçmişti.

Ne yapayım, Allah bana bu tiplerin adını hatırlatmıyor” deyince Erol Bey kahkahayı patlatmıştı.

Bu programda İslam açısından zina konusunu açıkladım ve erkekle kadın arasındaki evlilik dışı bütün cinsel ilişkilerin zina, zinanın da suç ve büyük günah olduğuna vurgu yaptım. Bir saat süreli faydalı bir program olduğunu söyleyebilirim.

İkinci Program TRT 2 de Oldu

İkinci programımız TRT 2’de oldu. Programın adı, hatırlayabildiğime göre Kristal Küre idi. Çekim İstanbul stüdyosunda yapıldı. Erol Bey bana, “soracağım sorular konusunda, ben ülkemizde bilinen bir ilahiyatçının ne söyleyeceğini gerçekten merak ediyorum” demişti.

O tarihlerde Irak içinde tırlarımız durduruluyor ve ölümcül tehditler ve tecavüzler yapılıyordu. Yaklaşık yarım saatlik programda kendimce tutarlı cevaplar verdim. Hatırladığıma göre benimle yapılan bu program, bardağı taşıran son damla oldu ve Erol Beyin programı kaldırıldı.

Bu programı unutmayışımın bir sebebi de Ömer Lutfi Mete’nin tavrı oldu. Programdan çıkarken karşılaştığımızda bana “senin burada ne işin var?” demez mi? Herhalde TRT’yi babasının veya ülküdaşlarının malı sanıyordu. Cevabımı hatırlamıyorum ama, kendimi iyi tanıdığım için gerekli cevabı verdiğimden şüphe etmiyorum.

Münib Engin Noyan

Münib Engin materyalizmin hakim olduğu bir ailede doğup büyümüştür. Şöhreti olan bir müzisyendir. Allah’ın lütfuyla hidayet bulmuştur. Hilal TV ve Kanal 8’de kendisi ile program yaptığımız Erdem Uygan kardeş gibi o da Kur’ân üzerinde çalışarak kendisini yetiştirmiştir. Değişik televizyon kanallarında program yapan Münib Engin ile birlikte, biz de pek çok program yaptık.

Çok iyi hatırladığıma göre kendisiyle Çay TV’de 20 program yaptık. Bir o kadar da Hilal TV ve Kon TV de programlarımız oldu.

Münib Engin kardeşimiz, diğer profesyonel programcılardan hiç de geri değildir. Üstelik artıları da vardır. Ne var ki onunla programlarımız, genel kitlelere hitabeden kanallarda olmadığı için etkileri nispeten sınırlı olmuştur. Yaptığımız programlarımızın bir bereketi de, bize “Kur’ân ve Sünnet Işığında Cennet Hayatı” isimli kitabımız için ilham kaynağı olmasıydı.

Kübra Par

Kübra Par ile Habertürk Gazesi adına 14 Ocak 2018 tarihinde yayınlanan bir röportaj yaptık. Tam bir sayfa halinde yayınlanan bu röportaj büyük bir ses getirdi. Getirdi ama, nalına da mıhına da vuran sözlerimize hiç kimse eleştiri getiremedi. Bu röportajın okunmasını tavsiye ederim.

Kısa bir süre sonra, Kübra ile bu defa Habertürk televizyonunda bir program yaptık. Güzel bir program oldu.

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.