islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,1526
EURO
37,8180
ALTIN
2.906,17
BIST
8.999,80
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Açık
27°C
İstanbul
27°C
Açık
Cuma Az Bulutlu
30°C
Cumartesi Az Bulutlu
27°C
Pazar Yağmurlu
21°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
23°C

Rasulullah Hüküm Koyamazmış, Öyle mi?

Rasulullah Hüküm Koyamazmış, Öyle mi?
14 Ekim 2017 09:27
A+
A-

Rasûlullah’ı baypas ederek “sünnetsiz bir İslam” oluşturmak isteyenler, “Peygamber hüküm koyamaz, haram ve helal tayin edemez. O, hüküm verir. Verdiği hükümler de Kur’an’ın hükümleridir. Hüküm koymak ayrı, hüküm vermek ayrıdır. Sünneti bağımsız delil kabul etmek, Peygamberi Allah’a ortak koşmaktır. İslam şirket dini değildir. Allah kendisine ortaklar edinmemiştir” iddiasında bulunarak laf cambazlığı yaparlar. Eğer bu iş “Hocam, peygamberin hüküm koyma yetkisi var mı?” diye soran orta birinci sınıf öğrencisine kadar düşmüşse, birileri tarafından yeni haşhâşîler üretiliyor demektir. Bir televizyon kanalı kapan, ya tek başına veya “körler sağırlar, birbirini ağırlar” türünden aynı adamlar çıkıp, aynı nakaratı dile getirince, ona kulak verenler ve oluşturdukları “Kur’an halkaları”nda da bu tür oryantalist düşünceleri, adres belirtmeden, dinî alt yapıları olmayan boş zihinlere anlatınca onu dinleyen gençler de, sahibinin sesi olarak aynı ezberi tekrar etmektedir.

Biz bu sesi tanıyoruz. Bu ümmet bu filmi daha önce seyretti. Geçmişte sünneti yeren bazı şahıs ve gruplar vardı. Ama zaman onları ikinci veya en fazla üçüncü asrın sonlarına kadar ulaştırdıktan sonra hezimete uğratıp eritti. Tarihin çöplüğüne attı.

Sünnetin yeni inkârcılarına gelince; İslam ümmeti onbir yüzyıl gibi uzun bir müddet boyunca bu sünnet inkârı fitnesinden emin olarak yaşadı. Bu hal sömürgecilik döneminin başlamasıyla son buldu. Sömürgeciler, İslami konum üzerine yetkin ve hâkim olmak için ve müslümanları parçalayıp, düzenlerini yıkarak darmadağın etmekten ibaret olan emperyalist planlarının gerçekleşmesi adına çirkin düşünce ve fikir akımlarını yaymaya başladılar. Oryantalistlerden bu işe ilk girişen Goldziher’dir. O, bu alanda çalışmalarını 1890 yılında Almanca olarak “İslami Dersler” adı ile yayınladı. Onun bu kitabı diğer oryantalistlerce kutsal İncil gibi itibar gördü. Goldziher’den kısa bir süre sonra oryantalist/müsteşrik Profesör Shat ortaya çıktı. Uzun bir süre fıkhî hadislerin kaynaklarını araştırma ve eleştirme ile uğraştı. Çalışmalarının neticesinde “Bunların hiçbiri, özellikle fıkhî hadisler sahih değildir”, hükmüne ulaştı. Kitabı, diğer müsteşriklerce ikinci bir kutsal İncil görünümünü kazandı.

Shat’a göre Hz. Peygamber, hukuki mahiyette bir şey yapıp söylemeyi hiçbir zaman düşünmemiştir. Esasen O’nun hukuk sahasında bir şey yapmaya ve söylemeye yetkisi de yoktur. “Bir Peygamber olarak O’nun hedefi, yeni bir hukuk sistemi getirmek değil, hesap gününde cennete hesapsız girmek için insanlara nasıl davranacaklarını, ne yapacaklarını ve nelerden kaçınacaklarını öğretmektir. Hal böyle olunca, dini kendi anlayışlarına göre yönlendirmek isteyen bazı kişiler, Peygamber adına dinin yaşanmasıyla ilgili olarak hadisler uydurmuşlardır. Hicretin ikinci ve üçüncü asrında Muhaddisler tarafından hadislerin tedvini ve tasnifi maksadıyla yapılan büyük çalışmalar Shat’a göre, dine farklı bir siyasi mahiyet vermek üzere Peygamber adına hadis uydurma faaliyetinden ibarettir. (Mustafa A’zami’nin “Hadis-i Nebevi Araştırmaları” eserinin önsözünden özetlenmiştir)

Bu arkadaşlara “Siz yeni bir şey söylemiyorsunuz. Sizin bu dediklerinizi İslam’ı içerden kemirmek isteyen batılı gâvurlar yüz küsur yıl önce söyledi. Siz bilerek veya adres belirtmeyerek sizi buna şartlandıran hoca kılıklılarca haşhâşileştiriliyorsunuz, bu konuda kendi âlimlerimize dönün” dediğimiz zaman kızıyor ve bizi geleneğin etkisinden kurtulamamakla suçluyorlar. Redd-i miras edip geçmiş müktesebatı inkâr ederek doğruya ulaşacağımızı zannediyorlar. Televizyon ekranında Kur’an ayetleri ile ilgili saatlerce konuşuyor, o konuda Rasulullah’ın bir hadisinden bahsetmiyor. Aceba Mübarek Rasul, 23 sene bu ayetlerin anlaşılması ile ilgili hiç konuşmamış mı? Sen Kur’an hakkında kafana estiği gibi konuşma hakkını görüyorsun da Nahl 44 üncü ayetin “İnsanlara açıklayasın diye bu Kur’an’ı sana indirdik” diyerek Rasulüne açıklama ve yorumlama hakkı verdiği halde, ondan bir haber nakletmiyorsun. Bu tutum Rasulullah’ı çanak anteni veya uydu, ya da ara kablosu görmek değil de nedir? Sizi böyle sıfatlayınca niye küplere biniyorsunuz ey Sünnetsizler?

Ayrıca Zümer suresi 23 üncü ayetin “حَدِيثِاللَّهُ نَزَّلَ أَحْسَنَ الْ/Allah, sözlerin en güzelini indirmiştir” kısmını alarak demagoji yapıp “Allah, hadisin en güzelini indirmiştir” diye tercüme ederek, “Hadis” ilminde Peygamberimizin sözlerine ıstılah olarak “Hadis” denildiğini görmezden gelip aklınca, “Hadis,

Allah’ın indirdiğidir. Onun dışında hadis kabul etmiyorum” mesajını sinsice veriyorsunuz. Sonra da bu tutumunuzdan dolayı, “oryantalistlerin goygoyculuğunu yapıyorsunuz” denilince yine yerinizde duramıyor avazınız çıktığınca bağırıyorsunuz. Bu tutumunuz, bir taraftan müslümanı döverken, diğer taraftan da “Müslüman beni dövüyooor” diye bağıran yahudinin durumuna ne kadar benziyor!!!

Efendiler! Allah var iken hiçbir şey yok idi. Yaratmak istediklerini bir bir murat etti ve yarattı. O’nun için, her şeyde olduğu gibi yaratmada da bir sıkıntı yoktu. Yaratılmasını istediği şeye “ol” demesi yeterdi. “Bir şey yaratmak istediği zaman Onun yaptığı «Ol» demekten ibarettir. Hemen oluverir.” (Yasin:36/82) Yüce Allah, kâinatı yarattıktan sonra meleklerine bir takım görevler vermiştir. Hamele-i Arş/Arşı taşıyan melekler (Mü’min:40/7; Hakka:69/17), insanların canını alan ölüm melekleri (Nisa:4/97; Enam:6/61, 93; Enfal:8/50; Nahl:16/28, 32), insanların yaptıklarını kaydeden yazıcı melekler (Kâf:50/17-18), Hafaza/koruyucu melekler (Ra’d:13/11), cennette ve cehennemde görevli melekler (Zümer:39/73; Ra’d:13/23-24; Müddessir:74/27,31; Zuhruf:43/77), vahiy getiren melek (Tekvir:81/19,21) ve benzeri… Şu halde Allah, onlara görev ve yetki vermekle güç yetersizliğinden/acizliğinden dolayı onlara muhtaç olmuş da şirket mi kurmuş oluyordu? Allah hiçbir şeye muhtaç olmadığı halde böyle bir görev ve yetkilendirme yapmıştır. Bu gerekçeyi, cehennem meleklerinden söz ederken şöyle dile getiriyor: “Biz, cehennemin işlerine bakmakla, ancak melekleri görevlendirdik.” (Müddessir:74/31). Allah’ın yetkilendirmesini niye şirkle denk tutuyorsunuz? Allah’ın kurduğu ilahî devlet böyle işliyor. Allahu Teâlâ, böyle işletirken de kimseden icazet almayacaktır herhalde. Allah’a usul mü öğretiyorsunuz? Allah dileseydi hiç peygamber göndermeden hükümlerini bi şekilde kullarına gönderirdi. O’nun bileceği iştir. O yaptıklarında lâ yüseldir/sorgulanmaz. ونَلَا يُسْأَلُ عَمَّا يَفْعَلُ وَهُمْ يُسْأَلُ “Allah, yaptığından sorumlu tutulamaz, onlar ise sorguya çekileceklerdir.” (Enbiya:21/23)

Hüküm koymada da kendisi ana ilkeleri belirledikten sonra Rasulüne de hüküm koyma ve haram-helal tayin etme yetkisi vermiştir. “Yetki” diyoruz dikkat edin “ortaklık” değil. Fakat Rasul bu yetkiyi Allah’a rağmen kullanmaz. O, bu yetkiyi kullanırken, isabet ederse sükûtî bir şekilde Allah’dan ya onay alır ya da Allah onu düzeltir. Sükûtî onay şudur: Rasulullah bir konuda Allah’ın hükmü yoksa, Kur’an’a ters düşmeyecek şekilde yeni hüküm kor. Mesela yırtıcı kuşlarla pençeli vahşi hayvanları, ehli eşek etlerini ve muta nikâhını haram kılması gibi. Bu isabetli bir kararsa, Allah o konuda sükût eder, onaylamış olur. Ama Tahrim suresinin ilk ayetlerinde ifade edilen “bal şerbetini kendine haram kılması” gibi koyduğu hüküm konusunda da Allah sükût etmeyip müdahale etmiş ve düzeltmiştir. Rasulullah’ın hüküm koyması bu çerçevede işlemiştir. Böyle kabul edene siz nasıl kalkar da “Peygamberi Allah’a ortak koşuyorsun” diyebilirsiniz? Bu ümmet sizin kelime ve kavramlara takla attırarak yaptığınız yorumları kabul etmek zorunda mıdır?

Rasulullah (sav) hem hüküm veren, hem de hüküm koyandır. Hüküm vermek, mevcut ilkeler doğrultusunda hareket ederek bir sonuca varmaktır. Hüküm koymak da, kendisine dayanılarak hüküm çıkarımında bulunulacak yeni bir hüküm vaz’etmektir. Rasulullah’ın Kuran’ın anlaşılması ile ilgili ifadeleri, hüküm çıkarmaktır. Mesela “Beyaz iplik siyah iplikten ayrılana kadar yiyin için” (Bakara:2/187) ayetindeki “beyaz iplik”ten kastın, “gündüz aydınlığı”; “siyah iplik”ten de kastın “gece karanlığı” olduğu ve ayetteki “minel fecr”den bunun anlaşıldığını ifade etmesi bir hüküm vermesidir. Yırtıcı ve pençeli kuş ve hayvanların haram kılınması, ehli eşek ve muta nikâhının Hayber’in fethinden sonra yasaklanması da Kur’an’dan bağımsız olarak Rasulullah’ın, -Allah’ın, Tevbe 29, Ahzab 36 ve Araf 157. ayetleriyle verdiği yetkiye göre- hüküm koymasıdır. Çünkü Kur’an’da bunların haram kılınması ile ilgili bir hüküm yoktur. Bunda şaşılacak ne var? Bu bir yetki veriştir, Rasulü kendine ortak kılma değildir. Allah’ın layık görüp verdiği yetkiyi, bizim yok sayma gibi bir hakkımız mı var? Hâşâ Allah’a yol, yöntem ve tarz mı öreteceğiz?

Yüce Allah Ahzab suresinde; “Allah ve Resulü, bir işe hükmettiği zaman, artık inanmış bir erkek ve kadının, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.”(Ahzab:33/36) buyurmaktadır. Allahu Teâlâ, ayette قضى fiilini kullanıyor. Bu fiil; hüküm vermek, bir şeyi tamamlamak, yerine getirmek, borç ödemek, vakit geçirmek, önceden takdir etmek demektir. Ayrıca kendinden sonra gelecek harfi cere göre de daha farklı anlamlara gelmektedir. Allah burada aynı kelimeyi hem kendi, hem de Rasulü için kullandığına göre bu kelime hüküm koymaktır.

Tevbe suresi 29 uncu ayetteki “Allah’ın haram kıldıkları ve Rasulü’nün haram kıldıklarını helal sayanlarla savaşın” ifadesi, Rasulün de haram tayin edeceğini ifade etmektedir. Bu bir hüküm koymaktır. Ayetleri kendi bağlamında, siyak ve sibakı ile beraber düşündüğünüzde bu sonuç çıkar. Selim akıl sahibi âlimlerimiz de bunu yapmıştır.

Sünnet karşıtları, kelime oyunu yaparak “Burada rasul diyor, nebi demiyor. Rasul Allah’ın haram kıldıklarını insanlara ulaştırandır. Buradan Rasulullah’ın haram koyma sonucu çıkarılmaz” diyerek yetki gaspına giderek yan çizerler. Haşr suresindeki “Rasul size ne verdiyse alın, neden yasakladıysa da sakının” (Haşr:59/7) ayetindeki nehyetmenin/yasaklamanın, haram kılmak olmadığını, haram kılmanın başka bir şey olduğunu ve onun da Allah’a aitliğini iddia ederler.

Peygamberi izole ederek saf dışı bırakacak olanların, kelimelere bu kadar takla attırmaları normaldir. Tevbe 29. ayette bizzat “Allah’ın ve Rasûlü’nün haram kıldığını haram saymayanlarla …” ifadesindeki “harrame/haram kıldı” fiiline ne diyeceğiz? Haşr 7. ayetle Tevbe 29. ayeti beraber değerlendirdiğimizde “Rasûlullah’ın da haram koyma hakkının olduğunu” anlarız. Biliyorum sünnete yer vermeyenler, “Rasulün haram kılması, Allah’ın haram kıldığını tebliğ etmesidir” demektedirler. Bu, modernitenin din algısıdır. Kendilerinin olsun.

Bu arkadaşlar; “Rasûlullah’ın hüküm koyması Allah’tan bağımsız değildir, O’na rağmen hüküm koyamaz. Peygamberimiz Allah’ın kontrolündedir. Tahrim suresinde olduğu gibi yanlış hüküm koyduğu zaman düzeltir. Dolayısıyla Allah’ın onayını alarak yürürlük kazanan Rasûlullah’ın bu tasarrufu da aslında Allah’ın bir tasarrufu olmuş olur. Aslında son tahlilde bu da Allah’ın koyduğu bir hüküm olmuştur ve bundan da ‘Allah’tan başka hüküm koyucu yoktur’ sonucu çıkar” diyecek olurlarsa bu, anlayışla karşılanır. Âlimlerimiz, “Sünnet bağımsız delildir” derken Rasûlullah’ın Allah’a rağmen hüküm koyamayacağında hemfikirdir. Bu durumda hemen hemen aynı şeyler, farklı ifadelerle dile getirilmiş demektir. Ama sünnet karşıtlarının dediklerinden anlaşılan, Rasûlullah’ın bir çanak anteni, ara kablosu veya postacı konumuna indirgenmesidir. Bir kısmı tam böyle demeseler de, çoğunun söylediklerinden bu sonuç çıkmaktadır.

Lafı fazla uzatmadan, son olarak şu aklî misali de vermek istiyorum. “ORTAK AKIL” diye bir kavram var. Bu Kur’an, yeni nazil olmuyor. İlk asırlardan beri vahiyden beslenen âlimlerimiz, bu ayetler üzerinde kafa yormuşlardır. Onların “ORTAK AKLI” “Rasulullah’ın da bağımsız hüküm koyma yetkisiyle Allah tarafından görevlendirildiği fakat Allah’a rağmen hüküm koyamayacağı” sonucunu çıkarmıştır. Bu konunun lügatini yazmışlardır. Bugünkü bir avuç türedi laik ve seküler ortamın etkisinden kendini kurtaramayanlar, beğenmedikleri o âlimlerin hazırladığı lügatleri kullanmakta, işine geldiği manayı keyfine göre seçerek ayetleri amacının dışına taşıyıp tahrif etmektedirler. Biz bu üç buçuk insana mı inanalım, yoksa vahiyden beslenen ezici çoğunluktaki âlimlere mi? Elbette onlardan hata edenler olmuştur. Seçerek ve diğer âlimlerle karşılaştırarak günümüze taşımalıyız.

Sonuç olarak deriz ki; oryantalist Glodziher ve Josef Şat’ı, bilerek veya bilmeyerek taklit edenlere pabuç bırakmamamız lazımdır. Âlimlerimizin ezici çoğunluğunun oluşturduğu “ORTAK AKIL”, üç buçuk insanın aklından daha çok doğruya isabet eder. Ayetleri, âlimlerimizin ezici çoğunluğunun anladığı gibi değil de oryantalistler ve onların izinden giden modernistler gibi anlamak isteyenlere de لكم دينكم ولى دين / “sizin dininiz size, benim dinim banadır” der geçeriz.

Allah, bizi Kur’an ve Peygamberini doğru anlayıp doğru yaşayan ve yaşanması için bize rehber olan âlimlerin yolundan ayırmasın. Çakma âlimlerden korusun.

Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.