islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5334
EURO
34,9533
ALTIN
2.431,20
BIST
9.717,83
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
20°C
İstanbul
20°C
Az Bulutlu
Cuma Az Bulutlu
19°C
Cumartesi Az Bulutlu
16°C
Pazar Az Bulutlu
16°C
Pazartesi Az Bulutlu
18°C

“SEVGİ”YE DAİR

“SEVGİ”YE DAİR

Sevgi, “İnsanı bir şeye veya bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygu” diye tanımlanır. Bunun için de yönlendirilmesi ve geliştirilmesi gereken bir duygudur.  Bu yönlendirme sayesinde Allah sevgisi, anne-baba sevgisi, eş ve çocuk sevgisi, vatan ve millet sevgisi vs. gibi farklı sevgi türleri  ve tezahürleri oluşur.   Dolayısıyla sevgi, hissedilir, yaşanır; kazanılır ve paylaşılır. Bir anlamda sevgi, yakınlıktır, dostluktur, vefadır,  anneliktir, babalıktır, şefkattir ve merhamettir.

Sevgiyi belirleyen unsurlar içinde ödülün ayrı bir yeri ve değeri vardır. Zira insan, değer verdiği ödülleri kendisine veren kişileri daha çok sevme eğilimindedir. Bu nedenle selam, konuşma ve hediye, sevgiyi artıran unsurlar arasında yer alır. İşin aslına bakılırsa en güçlü ve en değerli ödül, bizzat sevginin kendisidir. Bu sebeple her insan, kendini sevenleri sever.   Bu olgudur ki Yunus’a, “Sevelim, sevilelim” sözünü söyletmiştir.

Sevgiyi belirleyen bir diğer unsur da düşünce uygunluğudur. Her insan kendisiyle aynı fikir ve düşüncede olan kişileri daha çok sevme temayülündedir.  Dolayısıyla bir toplumda fikir ve düşünce birliğinin olması, değer yargılarının ve tutkularının birbirine yakınlık arz etmesi, sevgiyi belirleyen unsurlar arasında yer alır. Dolayısıyla  gerçek “sevgide yargı yoktur, yargı varsa orada sevgi yoktur”. Bu nedenle sevenler, birbirlerini yargılamazlar. Siz bir annenin yavrusunu yargıladığını gördünüz mü?

Çünkü onun sevgisi “eğer” sevgisi değildir. Onun sevgisi “çünkü” sevgisi de değildir. Onun sevgisi, “rağmen” sevgisidir. Bu Japon yazarına Masumi Toyotome’ye ait bir ayırımdır. O, “eğer şunu yaparsan seni severim veya seni seviyorum, çünkü sana ihtiyacım var”, türü sevgi çeşitlerinin gerçekte sevgi olmadığını, bunların bir çıkar ilişkisine dayandığını söyler. Gerçek sevgiyi, “rağmen” türü sevginin temsil ettiğini anlatır. Bir annenin veya babanın sevgisi, “rağmen” sevgisinden başka  bir şey değildir.   Zira her şeye rağmen anne ve baba evladını sever. Çünkü anne, yavrusunu, dokuz ay 10 gün karnında taşımıştır. Hasta olduğunda başucunda beklemiş, elinden geleni yapmış, ona dua etmiştir. Yıllarca değişik nedenlerle onun için gözyaşı dökmüş, çok geceler onun için kaygılanıp uykusuz kalmıştır. Oyuncaklarını toplamış, yemeğini pişirmiş, elbiselerini yıkamış ve ütülemiştir. Aylar ya da yıllarca onu emzirmiştir. Bütün bunlar, gerçek sevginin göstergeleridir.  Bütün bunlar bedelsizdir ve   gerçek sevgide  bedel yoktur.  Zira  bedel, sahte sevgilerde ve geçici heveslerde olur. Onun da ömrü kısadır.

Eğer insan, şu kısacık ömründe huzurlu  olmak  istiyorsa, işe önce kendini  tanımak ve sevmekle başlamalıdır. Kendini tanıyan ve seven  insan,  kendi ile barışık olan ve başkalarını da  seven insandır. Fakat  kendini sevmeyi “narsist”liğe, başkalarını sevmeyi de  “aşk”a dönüştürmemek  de gerekir.  Zira sevgide normallik, aşkta  aşırılık  vardır.  Çünkü “aşk” zirvedir, sevgi ise zirveye giden yolun başlangıcı. Zirveden daha ilerisi yoktur, oradan  geriye dönüş vardır. Sevgi ise  zirveye çıkan yolunun başlangıcında bulunur ve  zirveye çıkma potansiyeline sahiptir. Bu nedenle  sevgide  aşırılığa kaçmamak ve   ondaki mutedilliği korumak gerekir. Çünkü huzuru sağlayan  sevgi türü budur.  Nitekim Hz. Peygamber’in “Sevdiğin kimseyi ölçülü sev; olur ki bir gün o, senin sevmediğin kimse oluverir. Buna mukabil, buğzettiğin kimseye de ölçülü buğzet; olur ki bir gün o, senin sevdiğin kimse oluverir[1] sözü  bu gerçeğin bir  ifadesidir.

Sadece sevmek de yeterli değildir; aynı zamanda insan, sevgisini sevdiklerine  hissettirmeli ve yansıtmalıdır. Zira  hayat, çok kısadır ve  bu kısa hayat içinde sevgimizi, Allah’a, anne- babamıza, kardeşlerimize, eşimize, çocuklarımıza, arkadaşlarımıza, insanlara ve hatta bütün canlılara  göstermemiz  gerekir. Allah bakidir ve O’na olan sevgimizi  ifade edecek davranışlarda bulunmak da  kulluk görevimizdir, ama O’nun kulları fanîdir.  Kullarından her biri, bir bakarsın bugün var yarın yoktur. Sevgimizi onlara göstermek  ve hissettirmek için  onların  bu hayattan kopmalarını ve  aramızdan ayrılmalarını beklemek mi  gerekiyor?  Zira yarın çok geç olabilir. İnsan, elinde olanın kıymetini, elinde iken bilmelidir. Elden çıktıktan sonra onun kıymetini bilmek, ne işe yarayacaktır?  Bu  çok geç kalınmış bir itiraf olmayacak mıdır?

“Sağlığında nice ehl-i hünerin,

Bir tutam tuz bile yoktur aşına,

Öldürüp evvel onu açlıktan,

Sonra bir türbe dikerler başına” diyen Ferit Kam’ın hicvettiği de bu davranış değil midir? Hayatta iken anne ve babamıza, eşimize, dostumuza, kardeşlerimize, arkadaşımıza  sevdiğimiz söylemek, değer verdiğimizi  söz ve davranışlarımızla  göstermek  ve hissettirmek çok mu zor?

Bu nedenledir ki Hz. Peygamber, “Sevdiklerinize sevdiğinizi söyleyin!”[2]  buyurmuştur.

Allah  Teâlâ, da bazı kullarını sevdiğini, bazı kullarını da  sevmediğini  söylüyor. Nitekim O,  Kur’an’da  muhsinleri/güzel davranan ve güzel iş yapanları, tövbe edenleri, sorumluluklarını yerine getirenleri, sabredenleri, tevekkül edenleri/O’na dayanıp güvenenleri, adil olanları, Allah yolunda cihat edenleri sevdiğini; buna karşılık israf edenleri, haddi aşanları, müstekbirleri/ büyüklük taslayanları,  şımaranları, hakikati görmezden gelmede ısrarcı olanları, kendini beğenip  övünenleri, zalimleri, hainleri ve bozguncuları sevmediğini  ifade ediyor ve bize de bir mesaj veriyor. Verilen bu  mesajdan  anlıyoruz ki,  Allah Teâlâ, “sırât-ı müstekîm”de  olan ve  salih amel işleyen erdemli kullarını seviyor, fakat  yanlış iş yapan ve  düzgün davranışlarda  bulunmayan  erdem yoksunu kullarını da  sevmiyor.  Dolayısıyla  sevilmek için sevgiyi  kazanmak ve hak etmek gerekiyor.

Prof. Dr. Celal Kırca

 

[1]  Tirmizî, Birr,60.

[2]  Ebu Davut, Edeb, 12.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.