islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,7436
EURO
36,6280
ALTIN
2.960,73
BIST
9.886,05
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
12°C
İstanbul
12°C
Az Bulutlu
Perşembe Az Bulutlu
14°C
Cuma Hafif Yağmurlu
15°C
Cumartesi Açık
16°C
Pazar Az Bulutlu
19°C

SORUNLU BİR PARADİGMA ÖRNEĞİ OLARAK KADİR MISIROĞLU

SORUNLU BİR PARADİGMA ÖRNEĞİ OLARAK KADİR MISIROĞLU
17 Kasım 2024 09:00
A+
A-

SORUNLU BİR PARADİGMA ÖRNEĞİ OLARAK KADİR MISIROĞLU

Yıllar evvel, İslami camiada hatırı sayılır bir ağırlığı olan “Yedi Güzel Adam” tanımlamasına göndermede bulunarak, “Sanal Güzellik” başlıklı bir yazı yazmıştım. Yazıda “Yedi Güzel Adam”dan birisi olan, İslamcı camianın ağabeylerinden “Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler” kitabının müellifi merhum Rasim Özdenören’in 26 Ağustos 2016 tarihinde Yeni Şafak Gazetesi’nde yazmış olduğu, TBMM tarafından reddedilen 1 Mart 2003 Irak tezkeresinden söz ettiği yazısından bahsetmiştim.

O yazısında Rasim Ağabeyimiz, tezkerenin reddedilmesinin büyük hata olduğu tespitinde bulunuyor, eğer tezkere kabul edilseydi Saddam Hüseyin daha az kan dökülerek bertaraf edilecek, Irak da bu kadar istikrarsız olmayacaktı, diyordu.

Okumakta olduğunuz yazıyı yazarken Yeni Şafak Arşivinden aynı yazıyı tekrar okumak istedim. Ancak ne ilginçtir ki yazının arşivden kaldırılmış olduğunu gördüm. O yazımda “Aslında, Rasim Ağabeyin bu yazısında ipuçları gözüken sorun, bir tek onun sorunu değil, ülkemizdeki muhafazakârlığın ve muhafazakârlığa yatkın İslamcılığın temel sorunudur.” demiştim.

Kadir Mısıroğlu’nu tanımayanınız yoktur. Merhum ilginç bir kişiliktir. Seveni de sevmeyeni de oldukça çoktur. Özgüveni oldukça yüksek tarzı, muhataralı meselelere cesur dalışları ve çok boyutlu ilişkileri nazarı dikkate alındığında, bunun böyle olmasında şaşılacak bir şey görmek lüzumu yoktur. Ben, kendisinden orta üçüncü sınıftan itibaren haberdar oldum. İlk rastladığım kitabı Sebil Yayınları’ndan çıkmış olan “Bin Uydurma Kelimeyi Boykot”  adlı kitabı idi. Müellifin dil hassasiyeti ile kitabın ismindeki “boykot” kelimesi, o yaşımda, yaman bir çelişki gibi görünmüştü bana. Onun kimi kitaplarını karıştırdım, yazılarını okudum. O çok üst perdeden yapmış olduğu beylik nutuklarını zaman zaman dinledim.

Sultan II. Mahmut, devlet memurlarına fes takma zorunluluğu getirdiği zaman, ilgililer buna direnç göstermiş ve ahali, aynı zamanda İslam halifesi olan II. Mahmut’a “Gâvur Padişah” demişti. Kadir Mısıroğlu’nun batılılaşma serüvenimizin en mühim sembollerinden “fes”i muhteşem geçmişimizin/İslamlığımızın bir şiarı olarak başında taşıyor olması da bana sorunlu bir paradigmanın eseri olarak göründü hep.

Tanzimat Fermanı’nı bir milat olarak farz edersek, 165 yıllık modernleşme maceramızda İslamcılık fikriyatının başat rolünü teslim etmek durumundayız. Kendimiz de bu fikri cereyanın öyle ya da böyle içerisinde de olabiliriz. Ancak bu onun sorunlarını görmezden gelmemizi gerektirmez. Bendeniz İslamcılık fikriyatıyla münasebetimi, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Ne içindeyim zamanın/ Ne de büsbütün dışında” dediği gibi addetmekle beraber, bu fikriyatın hem mebdei hem de fikri izleği itibariyle büyük paradigma sorunlarını havi olduğunu düşünmekteyim. Laf arasında söylemeliyim ki; bir düşünceyi, bir camiayı tenkit etmek için onun dışına çıkmayı/çıkmış görünmeyi de ayrıca sorunlu bir davranış tarzı olarak görüyorum. İslamcılık cereyanının, bu sorunlarıyla yüzleşmeden ve onları hâl yoluna koymadan, İslam dünyası için hissi olarak arzuladığı faydayı elde etmesi imkân dâhilinde değildir. Bu mevzu oldukça geniş ve bu yazının sınırlarını aşar. Biz Mısıroğlu üzerinden devam edelim.

Merhum Mısıroğlu, 18.02.2012 tarihinde yaptığı “Büyük Ortadoğu Projesi” ana başlıklı konuşmada şöyle diyor: “Vallahi ben şuna inanıyorum ki Ortadoğu petrolleri Amerika’nın eline geçse, yerli müstağriplerden (onların verdiğinden) fazla halka bu petrol parası gider. Saddam’ın yerinde bir Amerikalı olsaydı, halkın reaksiyonundan korkarak halka bu yerli gâvurlardan daha fazla petrol parası koklatırdı. Ben Saddam gibi bir dinsiz yerine Amerikalı gibi yerli halktan korkarak taviz verecek bir adamı niye tercih etmeyeyim. Yabancı destek göremediği için aşırı bir şey yapamaz, yerli öyle değildir. ……. Yabancı gâvur halkta destek bulamadığı için falso vermemeye çalışır, adalet sağlamaya çalışır.[1]

Mısıroğlu, mezkûr konuşması ve aynı temalı başka konuşmalarında özetle “Büyük Orta Doğu Projesi”nin bir İslam Âlemi Projesi” olduğunu, Amerika’nın İslam âlemini birleştirerek başına bir taşeron atamak istediğini, bunun da Türkiye olduğunu, söylüyor. İslam Âlemi’nin “Ilımlı İslam” projesi ile birleştirilerek başına bir halife getirileceğini, bundan da bizim kazançlı çıkacağımızı, yıkılan bir kurumun Batılılar eliyle yeniden ihya edileceğini, bizim de zamanla onu olması gereken vasıflara kavuşturacağımızı” dermeyan ediyor. “Batılılar petrolü alacaklarmış, alıyorlar zaten, alsınlar. Ben bundan ne kazanacağım, ona bakarım.” diyen Mısıroğlu’nun bu akla ziyan sözlerini basite alıp münferit bir şahsın tartışmalı beyanları olarak değerlendirmek fevkalade yanlış olacaktır. Onun bu sözlerinde tebellür eden sorun, mensubu olduğu fikri cereyanın sorunlu paradigmadan ari değildir.

Mısıroğlu’nun Amerikalıların Irak’ı işgali ile ilgili bir soruya “Ak Partiyi ona ikna etmeye ben çalıştım.” diye başlayan cevabı, Rasim ağabeyin mezkûr yazısıyla beraber değerlendirildiğinde ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır.    Mısıroğlu’nun en çarpıcı cümlelerinden birisi şudur: Büyük Ortadoğu Projesi Türkiye için bir nimettir.

Burada zikrettiklerim Mısıroğlu’nun hakikatin hakkından gelen, hakikati pragmatizme kurban eden yaklaşımlarının tamamı değildir. Onun fikri intişarı dâhilinde bu kabil yaklaşımların çok daha fazlasını bulmak mümkündür. Elbette bu onun, her daim hakikat çizgisinin uzağında olduğu anlamına gelmez. O aslında, Yusuf Akçura’nın “Üç Tarzı Siyaset”inden birisi olan İslamcılık fikriyatının yapısal sorunlarına çok güzel misaller sunan bir şahsiyettir.

Hatırlayacak olursanızi, Fetö liderinin bir zamanlar: “Haçlı’nın ülkenizi işgal etmesi çok tehlikeli değildir. Çünkü sizinle onlar arasında kırmızıçizgiler vardır. Bir kere onlar sizin kadınınıza, kızınıza ilişmezler. Mabedinize ilişmezler. İlişmemiş Haçlılar” şeklinde bir konuşma yaptığı kamuoyunda çokça gündem olmuştu.

Amerikalılar Fethullah’ı benden sordular,  Clinton zamanında Amerikalılar Büyük Ortadoğu Projesi ile ilgili benden de rapor istediler, ben de rapor verdim.” şeklinde açıklamalar yapan Mısıroğlu’nu Fetö ile aynı kefeye koyduğum intibaına kimse kapılmamalıdır. Ancak fikir izleklerindeki benzerliğe dikkat çekmek istiyorum. Bunun başka pek çok misalini bulmak mümkündür. Aslında değinmeye çalıştığım yapısal arızalar İslamcılık, Batıcılık, Türkçülük, Muhafazakârlık ilh. hepsinin ortak arızasıdır. Çünkü hepsinin ereği modern Batı medeniyetidir.

Şunu da söylemeden geçmek istemem. Bu ülkede Fethullah Gülen cemaatinin fikri dünyası/paradigması ile zihnen akraba olan kadar yapı ve insan var ki… Aksini iddia edenlerden, örgüttün, iktidarla/devletle cepheden kapışma safhasına gelene kadar, neden bu denli büyük rağbet gördüğünün makul bir izahını yapmalarını isterim.

Vesselam!

ŞABAN ÇETİN

MİRATYOUTUBE

[1] https://www.youtube.com/watch?v=ylI2Mi-zNUo

Yorumlar
  1. faruk dedi ki:

    Şaban hocam saygılar gerçekten eleştirel bakışınız çok yerinde olmuş. Peki neden bizim memleketin yazar çizeri böyle bir yarım yamalak arızalı bakıştan da öte geçemiyor, Modern batı etkisi her farklı zihniyete sahip insanları kendi özgün bakışlarını oluşturmalarına engel oluşturmuş ve bundan çıkılamamış ve hala da aynı tekrarlar devam ediyor, En İslamcı insanlarımız da edebiyatçı kafasıyla bir din anlayışına sahip kalmışlar ve insanlarımızı etkilemişler.