Sosyal hayat, her toplumda farklı dinamikler doğrultusunda şekillenmektedir. Bazılarında sınıf, bazılarında savaş ve çatışma, bazılarında ise asalet ve hanedanlık gibi özellikler etrafında; bir bölümünde ise, dini ve ahlaki değerler çevresinde şekillenmektedir.
Aslında tarihi geçmişe baktığımızda dinin hayatı en belirleyici faktör olduğunu görmek mümkündür. Şu anda bile dünyanın en büyük yapıları Tapınaklar, Kiliseler, Havra’lar ve Camiler olarak karşımıza çıkarlar. Elbette, bunların sosyal hayatta karşılığı olduğundan dolayı; toplumlar bu eserlere önemli bir yer ve statü vermiştir. Zaman için dinlerin çeşitli dini şahıslar, krallar veya ilim ve sanat adına ortaya çıkan kişi ve gruplar tarafından aslından saptırıldığına veya temel özelliklerinden uzaklaştırıldığına şahid oluruz.
Bu tarihi ve sosyal dönüşümden uzak kalan tek din İslamiyet olmuştur. Diğer dinlerin zaman içerisinde etkisini kaybetmesi ve toplumu yönlendiren özelliklerinin kaybolması, dinlerin “tek belirleyici ve düzenleyici” niteliğinin kaybolması sebebiyledir. Çünkü din, tabiatı icabı kendinden başka ortak kabul etmemektedir.
Günümüzde halen süregelen din anlayışı, dinin belirleyici ve düzenleyici özelliğinden çok, onun hayatta sadece inanç çerçevesinde kalarak sembolik bir kurum seviyesinde kalmasından dolayıdır. Dolayısıyla dinin sosyal hayatın dışına çıkarılması ve sadece gönüllerde kalan bir duygu olması, onun işlerliğini gösterememesine ve toplumda etkin bir güce kavuşamamasına yol açmıştır.
Aslında dinin insanın hayatına yön vermesi, hatalı ve yanlış davranışlarından uzaklaşmasını sağlayan en büyük güç otoritesine sahip olmasındandır. Bu otorite, hem kendini gönülden kabul ettirici ve hem de ikaz edici özelliğe sahiptir. Böyle önemli bir ruhi ve ahlaki kaynağın, kendini başka faktörlerin etkisi altında kabul etmesi ve herhangi bir buyruk sunamaması, onun varlığının anlamına aykırı olmaktadır.
Dinin hayatta fonksiyonsuz bir halde bırakılması ve onun yerinin de başka bir faktör ile doldurulamaması, sosyal yapıları güçsüz bırakmış ve birçok akım, ideoloji ve yanıltıcı görüşlerin etkisiyle insanı duyarsız, nezaketsiz, adaletsiz ve samimiyetsiz bir karakter yapısına ulaştırmıştır. Çünkü hiçbir medeni kural, dinin etkisi kadar köklü ve insan ruhuna hitabedici özelliğe sahip olamamıştır.
Bu özelliklerin bir insan ve toplum için ne kadar önemli olduğunu hepimiz biliyoruz. Günümüzde, eğitim kurumlarında dini bilginin alınmasına karşı çıkışlar, insanın ne kederce kendi his ve ihtiraslarına kapılarak, üstün bir otorite tanımamaktan uzaklaştığı gerçeğini bize hatırlatmaktadır.
Din, bize sevgi ve ikaz temelli yaşama anlayış ve kuralları sunmaktadır. Üstelik bu yaşama tarzı ve geleneği, ilk insandan beri tedrici olarak gelen ve gelişen bir düşünce ve duygu zinciri halindedir.
Yani o, bir manada insanlığın yaşayış hikayesi ve tecrübesini de bizlere ulaştırmak suretiyle sosyal hayata en iyi yaşama cevabını sunmaktadır. Aynı zamanda, her türü ideoloji ve siyasi, felsefi akımlara rağmen yine de insanlığı etrafında toplayan en etkili ve büyük hareket alanları açmaktadır. Bu durum bile dinlerin insan ve toplumları ne denli kuşattığını göstermekte ve onun gerçekliğini ortaya koymaktadır.
Ayrıca, samimi ve bilinçli bir şekilde dini yaşayan insanların sosyal hayatta ne kadar düzenli, cana yakın ve başkalarına yardım eden insanlar olduğu bilinmektedir. O halde dinin etkisinden uzaklaşmanın veya onu hayatında gerçekleştirmenin zararlı ve gereksiz olduğunu söylemenin de ciddi ve ilmi bir dayanağı olmamaktadır.
Hristiyan dünyasında bir zamanlar, kilisenin ekonomik, siyasi ve sosyal hayattaki yanlış uygulamaları ve kendini tek otorite görüp, diğer ilmi ve siyasi otoriteleri kabul etmemesi gerçeği, Hristiyan olmayan toplumları ilgilendirmediği gibi, İslam dinini de töhmet altına sokmamaktadır. Batı tarihinde ortaya çıkan olayları, kendi medeniyet ve dini, sosyal durumun belirlemesinde ölçü alınması, gerçekten büyük bir tarihi cehalet veya saptırma hareketi olmuştur.
Kendi medeniyet ve toplum anlayışımızı, diğer faktörler gibi, dini inanç ve kültürümüzle geliştirmenin hiçbir mahsuru bulunmamaktadır. Kendimiz zorla başka dünyaların olayları ile yargılama mantığının doğru olmadığını bilmemiz gerekiyor.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi