islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5432
EURO
34,8629
ALTIN
2.427,81
BIST
9.722,09
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
22°C
İstanbul
22°C
Az Bulutlu
Perşembe Az Bulutlu
21°C
Cuma Az Bulutlu
19°C
Cumartesi Az Bulutlu
18°C
Pazar Az Bulutlu
18°C

Süratle Akıyorken Bir Sona Doğru ‘Hep Aynıyız’ Vehmine Kapılmak Ne Oluyor?!

Süratle Akıyorken Bir Sona Doğru ‘Hep Aynıyız’ Vehmine Kapılmak Ne Oluyor?!

Dibace

Ulemâ-i kirâm hazretlerinin eserlerinde karşımıza çıkan çok güzel ve manidar sözler vardır; ilmin, irfanın; insanî, kozmik ve toplumsal deneyim ve yaşanmışlıkların; hatta ahlâkî hassasiyet ve zarafetin birer yansımaları gibi dururlar. Aklımdadır daima, Ebu’s-Suûd Efendinin, el-Mer’u mahbû’un tahte lisânih : ‘Kişi, sözünün ve dilinin altında saklıdır; konuşunca anlaşılır’ veya buna benzer olan el-Mer’u mahbû’un tahte asğarayhi: ‘Kişi, vücudun en küçük iki organı altında saklıdır: dili ve kalbi..’ özlü ifadeleri; yine müfessir el-Alûsî’nin dile getirdiği, bir anlamda da öğrenme ve bilgilenme metoduna işaret eden, Evvelu’l-ğaysi katrun summe yensekibu: ‘Yağmur önce damla damla başlar daha sonra bardaktan boşanırcasına dökülür..’ vecizelerinde olduğu gibi.. Hatta bu bağlamda, Züheyr ibn Ebî Sülmâ’nın şu beytini hatırlatmak da, ünlü şairi anmanın yanı sıra, bu aynı gerçeğe bir vurgu sayılmalıdır:

Gencin dili onun yarısı, diğer yarısı da kalbidir!.

   Geriye kalan ise ondan, sadece cildinin biçimi ve kandır”.

Fahreddin er-Razî’nin tefsirinde rastladığımız o, bizi sarsıcı vecizesi de bunlardan birisidir: ed-Dünyâ mudbiratun ve’l-Ahiratu mukbiletun: ‘Dünya bize arkasını dönüp uzaklaşırken, Ahiret ise bize doğru gelmektedir!..’.

I- Her Şey Bir Akış İçinde…

Evet, mikro var oluş alanlarından makro varlık sahnelerine ve olgularına varıncaya değin her şey, biz hep aynı kaldıklarını zannetsek de, bir akışın içindedir. Ya da, birazcık felsefî bir çeşni katarak söylersek, ‘Her şey bir yolda oluş halindedir!’. Varlık kokusunu tatmış olanlar, “O (c.c.), her an bir iştedir!” (Rahman, 55/29) beyanıyla kendisini niteleyen Yaratanın bu zati ve ilahî mahiyetiyle ahlaklanarak, kendilerine bağışlanmış, tayin ve tercih edilmiş olan varlıklarıyla bir istikamete, varılacak bir nihayete ve bir gayeye doğru yol almaktalar, koşum koşum! Yani tarih ve doğa, zaman kaydırağı üzerinde, dünyayı, aktüel varoluş anı ve çizgilerini kesintisiz bir süredurum içinde arkada bırakıp, geleceğe doğru seyretmektedirler! Durağan ve atıl hiçbir şey yok; her şey bir hız yarışı içinde kendi son anına ya da nihai limanına doğru dolu dizgin bir yol kat etmede.. Bu noktada bir an için durduğumuzu farz edip de şöyle bir bakar ve hükmünü bildiren bir hakem konumuna geçersek diyebiliriz ki, “Hiçbir şey değişmemekte; hep aynı şey! (Semper eadem)” diyen Parmenides’e mukabil, tam bir karşıtlık (Antinomi) içinde, “Her şek akmaktadır! (Pante rei)” diyen Herakleitus, gözlemlenen varlık küreleri ve beşeri topluluklar itibariyle daha haklı gözükmektedir. Zira, hem duygusal algılarımızla hem akli ve zihni kavrayış gücümüzle görmekteyiz ki, “Her şey, bedahet derecesinde bir akış içindedir ve bir yola koyulmuştur!”. Bu değişmez hakikat, gücü ve yaldızlı tahtı nedeniyle kendisini dünyanın mutlak efendisi (rabb) olduğu vehmine kaptırmış firavunun yüzüne karşı, Hz. Musa tarafından da getirilmişti: “Rabbimiz her şeye yaratılışını vermiş, sonra da ona varlığın yolunu göstermiş olan Yüce Zât’tır” (Tâhâ, 20/50).

II- Zaman ve Mekân Kaydırağındaki Varoluşumuz…

Evet, sonsuz küçüklükteki atom altı parçacıklarından, atomdan, elektrondan, hatta kuarklar, glüonlar, nötrinolar, leptonlar vd. gibi kuantum dünyasının atom altı taneciklerinden tutunuz da galaksilere, mega galaksilere, hatta bizzat külli evrenin kendisine varıncaya değin her şey bir akışta ve durdurulamayan bir momentum döngüsü içindedir..  Firâset ve ruh gözüyle bakıldığında da idrak edileceği üzere, ezel ırmağından doğup ebet dağlarına doğru akan ‘zaman ırmağı’ (Fahreddin Râzi) içinde hiçbir şey aynı kalmamakta; inkıtasız bir akış içinde, kendi varlık mahiyeti için belirlenmiş bir varış ve sükûn noktasına (müstekar) doğru seyretmededir.. Her şeyin hep aynı kaldığı ve kımıltısız bir süredurum içinde bulunduğu zannının sadece bir alışkanlık ve olguların formuna ait bir yanılsama, belki de bir tür kaçış refleksi olarak görülmesi gereken bu temaşa dünyasında akan sadece zaman ırmağı ve tarihin uğultusu değil, daha önemlisi, insan ile onun yaşam küresinin de bu cereyana kapıldığı, önlenemez bir zorunlulukla zamanı ve dünyayı geride bırakması! Râzî’ye bir daha atıfla, “Dünya bizden her uzaklaşırken, Ahiretin ise bize her an daha çok yaklaşmasıdır!”.

III- Düşsellik ve Gaflet Sarmalından Uyanmak!

Buna rağmen biz, varoluşun özüne ve nüvesine nakşedilmiş bu ‘derûnî ve zahirî göç’, ‘hareket ve eskime, nihayet sönme (humûd) (Yasin, 36/29) hakikati karşısında onu, bizi sarsması ve yeniden kurması gereken yüksek düzeyde ehemmiyetli bir hal olarak idrak etmeyip, esrik bir halde sonsuzluk ve ölümsüzlük düşüne yatarak, paradoksal olan bu trajik hali algılamaya hep uzak durmaktayız! Sen, her bir insan! Bilinç yetinle zamanı ve mekanı unutsan, hatta kendini zaman üstü ve mekân dışı bir boyutta kurgulasan da, varoluşsal tükenişin ve sönüşün dişlileri çalışmakta habire, tıkır tıkır!.. Cenâb-ı Hak kolayca ve süratlice akan gemilere (Zâriyât, 51/3); yolları ve haresi (el-hubuk) (Zâriyât, 51/7), bir dönüş ve akış (er-rec’) (Târık, 86/11) ritmindeki semalara; güneşin ışığının kamufle etmesi sebebiyle bir yerlere batan ve doğan (el-hunnes, el-künnes) o akan yıldızlara (el-cevârî) (Tekvîr, 81/15-16) yemin ettiği, böylece de kimi hakikatleri vurgulayıp dikkat çektiği ayetlerinde zaten bu hız, akış haline ve bir sona doğru itilmekte olduğumuz zaruretine dikkat çekmekte.. Bu varoluşsal ve kozmik hızın da yine ancak hızlı davranılarak dengelenebileceğine ima ve işaretle, seçkin kullar olan peygamberlerin hayırlarda ’hızlı ve süratli’ davrandıklarını bize talim ederek (Enbiya, 21/90; Mü’minun, 23/61), bağışlanma ve cennete çıkan güzergâhta zamanın tekerleği altında kalmayıp yarışırcasına hızlı davranmamızı emin buyurmaktadır (A. İmran, 3/133). El-Alûsî merhum da, zaman ve ömür lütfunu bir fırsata dönüştürmek gerektiğini, aksi halde çaresiz ve eli boş kalacağımızı ifade bağlamında şu mısraları zikretmektedir:

“[Denizde S.K.] rüzgâr estiğinde onu bir ganimet bil de yararlan!

  Zira kaçınılmazdır, her esinti ve dalgalanmanın sona ermesi!..

Hz. Peygamber (s.a.s.)’in çok bilinen şu sözü ise, bu konuda doğrudan rehber ve aydınlatıcı bir değerdedir. O, başarı ve muvaffakiyetin ne sosyal ve ailevi (hasep) ne de nesep, soy sop işi olmayıp, zaman ve tarih kaydırağında hızlı ve ergonomik hareket etme becerisine bağlı olduğunu belirterek, demiştir ki: “Men lem yüsri’hu ‘ameluhâ lem yüsri’hu nesebuh: Ameli ve eylemi hızlı olmayanı, soyu sopu hızlandırmaz!..”. Çünkü insan için asıl olan, zamanı kullanım momentumuna merbut olan çabadır, eylemdir; ileriye doğru seyreden hareket ve varoluşsal tarihidir! Kimi felsefi retorikte, “İnsanın değeri, eylemlerinin toplamından ibarettir!” şeklindeki manifesto, kendisinde ilahiliğin tecelli ettiği Kur’ân tarafından bin dört yüz küsur yıl önce, “İnsan için ancak çalışıp ürettiği şey vardır! Ve çalışmasının semeresi de ona mutlaka gösterilecek/verilecektir!” (Necm, 53/39-40) ayetiyle, evrensel ‘emek-değer’ ilkeleri arasına sokulmuştur.

IV- Sürüklenmekteyiz Akıp Giden Kehkeşanlarla…

Şimdi sıkı duralım; dünya kendi ekseni etrafında saatte 1670 km, güneşin etrafında ise saatte 107.000 km hızla; güneş Samanyolu Galaksisinde, 237 milyon yıllık yörüngesini kat etmek için saniyede 200 km veya saatte 720.000 km hızla hareket ederken –ki burada hızları ve bulundukları noktalar öngörülüp tayin edilemeyen atom altı parçacıkların hızını hiç gündeme getirmiyoruz- biz niçin, “Hep aynıyız; hep duruyoruz! (Semper eadem) ve hep de aynı kalacağız!” mod’unda ve edasındayız? Hayatımızın, makam ve gücümüzün, kendimiz ya da başkalarının yakıştırıp kondurduğu unvanların, esasen bir fenâ ve bir sona doğru koşuşun Enstantaneleri olduğunu niçin düşünmek istemiyoruz? Dünyadaki varlık boyutumuzun, statüler ya da sahibi olduğumuz kudret düzeyleri hiç fark etmeksizin, ‘bir yükseliş yayından’ (kavs-i ‘urûcî) ‘düşüş ve fenâ yayına’ (kavs-i nüzûlî) doğru önlenemez bir düşüş olduğunu, hissen ve maddî olarak da gözlemlememize rağmen, bu külli gerçeği niçin hep kendimizden uzak tutmaya ve ötelemeye çabalıyoruz?!

Biz ancak, toprağın altına götüreceğimiz bedenlerden ya da

 Rüzgârlar gibi kaybolacak olan ruhlardan ibaretiz!”

diyen cahiliye şairine mukabil,

Uyanın! Allah hariç her şey yok olacaktır!

Her nimet de mutlaka zevale uğrayıp son bulacaktır!

Firdevs Cenneti hariç; çünkü onun nimetleri daimidir,

Ve ölüm de, mutlaka başa gelicektir!“

Mısralarıyla nida eden, bu nedenle de, Hz. Peygamber tarafından, “Bir şairin söylediği en doğru söz” taltifine nail olan Şair Lebîd’e niçin kulak vermiyoruz?!

Çağrımı, Mehmet Akif Ersoy’un çağdaşı olan, ’Şairler şairi’ diye isimlendirilen; Hz. Peygamber’e olan sevgi ve sadakatini, “Hidayet önderi [Hz. Muhammed]  doğdu, hemen tüm kâinat nura gark oldu!  Zamanın ağzı ise adeta tebessüm ve övgülerle doldu..” beytiyle başlayan kasideleriyle somutlaştırmış bulunan ünlü şair, Ahmed Şevkî (1869-1932)’nin şu beyitleriyle bitirmek istiyorum:

İnsanın kalp atışları diyor ki hep,

Hayat, şüphesiz dakika ve saniyelerden ibaret!

Ölümünden sonra yâd edilmen için bir anı bırak,

Çünkü, ikinci ömürdür, öldükten sonra anılmak!

Düşünceni savunmak için mücahit gibi dur!

Çünkü, inanç ve cihattan ibarettir, hayat!..”.

Sonuç

Değirmendir bu dünya, kimse kaçamayacaktır öğütülmekten!. Varlığın saati kurulmuştur, hiçbir istisna olmamacasına… Vehim ve yanılgı dağlarından tevazu ve mahviyet ovalarına in! Ne ihmal edilmişizdir, ne de ebediyen mehil verilmiştir bize çünkü! Davran en kalıcı ve yüceltici eylemlere, kozmik hıza rağmen kendi hız dünyanı kur, onu geride bırakmak şevkiyle.. Zira, ‘Tez olana, tez ve daim olan bir duruşla mukabele etmek gerek!’

Anahtar Kelimeler:

İnsan, evren, hız, zamanın tükenişi, atom altı dünya, akış, bilinçlenme, fenâ, bekâ

* Ordu Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, sadikkilic52@hotmail.com

Prof. Dr. Sadık Kılıç

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.