islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5004
EURO
34,6901
ALTIN
2.496,45
BIST
9.693,46
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
19°C
İstanbul
19°C
Parçalı Bulutlu
Pazar Az Bulutlu
20°C
Pazartesi Az Bulutlu
23°C
Salı Az Bulutlu
24°C
Çarşamba Az Bulutlu
21°C

Tanrı’yı Öldürenler, Şimdi Ondan Medet Umuyor

Tanrı’yı Öldürenler, Şimdi Ondan Medet Umuyor

Hikaye, bir gerçeğin anlatılmasıdır.  Hristiyanlık, Kilise adamları tarafından  kişisel ve maddi menfaatlere alet edilmesiyle birlikte aydınların ve daha sonra da halkın güveneceği bir çıkış yolu olmaktan çıkmış, alelade bir otorite ve sınıf ideolojisi haline gelmişti. Bu durum, artık Batı toplumlarını sırtında bir yük ve ur olarak daha fazla taşınamazdı.

İnsanların bir yanda krallara ve derebeylerine yaranma çabası, diğer yandan kilise ile iyi geçinme gayreti sebebiyle, Batı dünyasında şahsiyetlerde bir bölünme yaşanmış ve bu da ciddi bir ahlaki erozyona sebep olmuştur. Piskopos Lewis, bu dönemdeki şahsiyet bölünmüşlüğünü şöyle ifade etmektedir: “Bir beden iki kutsal figür arasında paylaşılmıştı: Bunlardan biri kral, diğeri ise papazdı.” (Dawson,1968:222)

Hristiyanlıkta reform çalışmaları da, istenilen neticeyi vermeyince; Hristiyanlık yerine, yeni ve bilimsel din(!)ler ortaya çıkmaya başladı: Hümanizm, Rasyonalizm, Pozitivizm gibi. Ama bütün bu “din kılıklı” ideolojiler, ya belli bir sınıfın veya belli bir aklın veya sınıfın isteklerine cevap veriyordu.

Nihayet Aydınlanma (!) denilen yeni bir döneme girildi. Bu dönem, sadece “akılla aydınlanma”yı, dini ve ahlaki aydınlanmayı ise, terketmeyi hedefliyordu.  Tek kelime ile, ilahi ve dini olanla irtibat kesiliyor ve insan artık Tanrı’nın emrinde ve onun çizgiside değil, kendi  ihtiras ve arzularının emrindeydi; bir diğer ifadeyle, kendi tanrılığını ilan etmişti.

Batı dünyasında İlahi dinin kaderi, bu andan sonra; seküler grupların isteği ve insafına kalıyor ve Hristiyanlık, batı’da seküler devletin bir payandası veya  sembolik dini ayin ve dualardan örülmüş beklentilerin bir merkezi oluyordu.

Batı dünyasında bağnaz dini sistemden kopuş ve pozitif ilimlere adeta taparcasına yöneliş, meyvesini ilim ve teknolojii alanında büyük hamleler ve gelişmeler olarak sonuçlandırdı. Fakat, Ebul Hasan Nedvi’nin dediği gibi, “vasıtalar; gaye haline geldi.” Hayatı kolaylaştırmak ve yeni imkanlar sağlaması gereken ilim ve teknoloji, insanın kendini Tanrı zannetmesine sebep oldu. Bu noktadan sonra, seküler ve liberal insanın her isteği; bir hayat ideali haline geldi. Bunun sonucunda sömürgecilik, katliam ve hakimiyet gibi istekler, her ne pahasına olursa olsun her şeye hakim olmak, bu “yeni tanrı”nın vazgeçilmez icraatları oldu.

Batı dışı dünyada, Batı’daki  bilgi ve teknolojideki yenilikler; gözleri kamaştıran ve hayatın asıl amacı gibi anlaşılmaya başladı. İslam ve diğer medeniyetlerin insanı için  Batı’yı takip etmeye ve İlahi bilgiyi hayatından uzaklaştırmak, insanın yalnızlaşması demek olan “kendi haline bırakılmışlık” sendromuna yol açtı.

Hayatı ve evreni yöneten kanun ve nizam, insanın bilgisi dışındaydı ama, insanın daha da eksik olduğu bir alan, kendisini tanıma ve en uygun yaşama dengesini bulma konusundaki bilgiydi. Bu bilgi, ilahi bir kaynaktan geliyordu. Çünkü, yaratıcı; yarattığı varlığın niteliğini ve onun nasıl huzur bulacağını biliyordu.  Aslında; bir davada insanın hem hakim, hem de davalı olması mümkün müydü? İnsanın hem kendini yönetmesi ve hem de evrendeki sistemleri düzenlemesi, çelişkili bir durum değil miydi?

İslam, bilgiyi hem ilahi ve hem de beşeri boyutta düzenlemişti. İnsanın eğitim ve terbiyesi, ancak ilahi bilgi ve değerlerle mümkündü Eşya ve hayatın diğer gereklilikleri, insan aklıyla gerçekleştirilecekti. Çünkü, yaratılışı bu doğrultuda düzenlenmişti.    İslam medeniyeti; Arap, Türk, İran, Hun ve Hint toplumlarında böyle bir düzenlemenin çok büyük fazilet ve gelişmeleri ortaya koymuştu. Şimdi, bu sistemi parçalamak ve batı’yı taklit ederek, nasıl bir düzenin sağlanması ümit ediliyordu? Bu yönelişin hazin sonucu, İslam dünyasında birkaç yüz yıldır ortaya çıkan çözülme, bozulma ve sömürge veya batı yanlısı düzenlerin acımasız ve tahrip edici yıkımını getirdi.  

Batı’nın İlahi inanç ve ahlaktan uzaklaşması, dünya üzerinde gerek kapitalist ve gerekse komünist ve sosyalist düzenlerin diğer milletleri sömürmesi, yok etmesi, yeraltı ve yerüstü kaynaklarını ele geçirmesine yol açmıştır. Avrupalı kolonici güçlerin zayıflaması ile, Amerika batı’nın ileri karakolu olmuş ve batılı ülkeler ile birlikte bir terör organizasyonu, ülkelerin siyasi, iktisadi ve sosyal yapısını kontrol altına almıştı. Öte yandan Rusya, aynı hegemonik mantık ile kendine bağlı Cumhuriyetleri yıllardır maddeten ve manen sömürmekte ve kendi emellerine hizmet ettirmektedir. Çin, kendi hinterlandındaki Müslüman toplumları köle gibi çalıştırıp, onların inanç ve kültürlerini bile yaşamalarına müsaade etmeyen, vahşi bir yönetimi sürdürmektedir.

İşen enteresan yanı, Bu üçlü çete ile Avrupa’nın iki ülkesi Birleşmiş Milletler denilen ve güya Dünya toplumlarının barış ve gelişmesini hedefleyen bir kuruluşun, karar merkezinde yer almakta ve Dünya’da kendi suçlarını örtmek için aralarında denge politikası gütmektedirler.

Dünya’daki diğer uluslararası paktlar ve antlaşmaların da “süper güç” denilen, ahlak ve adalet ilkelerine  uymayan bu grupların kontrolü, etkisi ve yönlendirmesi altında olduğunu bilmeyen yok.

İnsanlık, bu uzun tarihi dönüşüm süresince, ilahi bilgiden herhangi bir sıkıntı ve problem duymadığı halde, ortaya konan beşeri anlayış ve ideolojilerden çektiği kadar, hiçbir dönemde böyle bir sıkıntı çekmemiştir. Ne kapitalizm, ne Sosyalizm ve ne de Demokrasi teorileri, insanlık için huzur, haklar ve mutluluklar konusunda iyi bir uygulama ortaya koyamamış; sadece lider veya zümre diktatörlüklerine yol açmışlardır.

İnsanlığın geleceği İlahi bilgi ve bu bilgi çerçevesinde hareket edecek insani aklın birlikteliği ile aydınlık bir seviyeye gelebilir. Avrupa’da Kilise mensuplarının dini kendi menfaatlerine alet edip, onu yozlaştırıp, asıl hedefinden uzaklaştırması, insanlığın suçu haline getirilmemeli ve Batı’da ve bazı doğu ülkelerinde ortaya çıkan  bu gerçek, başka din ve kültürlerin ve özellikle İslam medeniyetinin, bir eksikliği gibi gösterilerek çeşitli sapık ve insanı yozlaştıran yaşama tarzlarına gerekçe olmamalıdır.

Özellikle iki-üç aydır ortaya çıkan Corona Virüs veya Covid 19 virüsü, Tanrılık iddiasında olan büyük devletlerin bile, henüz çözemedikleri ve çaresiz kaldıkları bir olay olarak karşımızda durmakta ve insanlığın çaresizliğini ortaya koymaktadır. Aslında bu çaresizlik, görünen bir olaydır. Bir de görünmeyen büyük problemler vardır: İnsan haklarının çiğnenmesi, Müslüman toplumların kitlesel katliamları, Soykırımılar, Uyuşturucu müptelası, Çocukların istismarı, Adaletin işletilmemesi, Fakir ve mağduriyet, Kitlesel Göçler, İntiharlar, Biyolojik savaşlar ve benzeri birçok problem. İnsanlığın, şimdiye kadar yaşadıkları olayları değerlendirerek, toplumların bir çözülme ve yok olma arefesinde olduklarını anlayıp, Tanrılık iddiasından vazgeçmeleri gerekiyor. İnsan olarak, herşeyi bilemeyeceklerini anlayıp, kendilerini insan haline getirebilecek ahlak ve kültür değerlerine sahip olarak yaşamaları önem taşıyor. Bunun da ötesinde, herkesin yaptığının karşılığı olarak bir gün “hesaba çekileceği”ni bilerek, kendilerini gelmeleri akıllıca bir tutum olacaktır.

Prof. Dr. Sami ŞENER

Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi

Yorumlar
  1. ŞABAN DOĞAN dedi ki:

    Hümanist yaklaşım ve pozitivizm, ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi hocam. Teşekkürler.