Bazı insanlar, çoğu kere takdir ve teşekkürlerinde cimri; tenkitlerinde ise ifrata varacak ölçüde cömerttirler, dolayısıyla da tenkit adı altında hakaret ettiklerinin farkında bile olmazlar. Takdir, bilindiği gibi “Bir sözü ya da davranışı beğenmek ve bunu karşı tarafa bildirmek”; tenkit ise “Bir insanı, bir eseri, bir konuyu, doğru ve yanlış yanlarını bulup göstermek ereği/amacı ile inceleme işi” [1]olarak tanımlanır. Tenkitin bu tanımı, elemeyi ve tefrik etmeyi de beraberinde getirir. Elemek, doğru ile yanlışı birbirinden ayırmayı; tefrik ise, nüans farklılıklarını göstermeyi ifade eder. Bu da eleştirmenin, eleştirdiği konuda uzman ve amacının doğru olmasını da gerekli kılar. Zira bir antikanın değerini, ancak antikacı anlar. Bir Kızılderili atasözünde de “Benim hayatımı yargılamadan önce benim ayakkabılarımı giy ve benim geçtiğim yollardan, sokaklardan geç. Benim takıldığım taşlara takıl yeniden ayağa kalk ve aynı yolu tekrar git benim gittiğim gibi anca o zaman beni yargılayabilirsin” denilmektedir. Bu nedenle eleştiride yöntem, amaç ve üslup büyük önem arz eder. Bunu sağlayabilmek için de tenkitlerin tutarlı ve mantıklı olması gerekir. Zira gerçek eleştiride ön yargı veya kalıp yargı yoktur, hakaret ise hiç yoktur. Bu nedenle tenkitin amacı “bağcıyı dövmek olmamalı, üzüm yemek olmalıdır”.[2]
Tenkit, ilmî gelişmenin ve düşünce üretmenin olmazsa olmaz şartlarından biridir ve belki de en önemlisidir. Dolayısıyla dinî, edebî ve ilmî eserler başta olmak üzere her türlü fikir ve düşünce tenkide tabi tutulur, böylece aşırılıklar törpülemiş ve tenkit edilen eserin veya düşüncenin de olgunlaşması sağlamış olur. Bununla birlikte yapılan her tenkitin, yeterli niteliğe sahip olmadığı; çoğu zaman usulsüzlük, yöntemsizlik, kıskançlık ve duygusallık sebebiyle olumsuz tenkitlerin yapıldığı da görülmektedir. Bu nedenle tenkit, münekkidin bilgi birikimine ve amacına göre olumlu ya da olumsuz bir görünüm arz etmektedir. [3]
Bu açıklamadan anlaşılacağı üzere tenkit, ciddî bir iştir. Ön yargıyla veya kalıp yargıyla bir eseri, bir düşünceyi veya şahsı eleştirmek, doğru bir yöntem değildir. Her şeyin bir yöntemi olduğu gibi, tenkitin de bir yöntemi vardır. O da resmin tamamına bakarak var olanı olduğu gibi ortaya koymak, artılarını ve eksilerini ayrı ayrı tespit ederek bir değerlendirmede bulunmaktır. İdeolojimize ve düşüncemize uymuyor diye bir eseri, bir düşünceyi veya bir insanı, önce savcı olup suçlamak, sonra da hakim olup yargılamak ve mahkum etmek değildir.
Ne var ki üzüm yeme yerine bağcıyı dövme, genel bir alışkanlığımızdır ve günümüze özgü bir davranış türü de değildir. Bu tür eleştirilerin geçmişte de yapıldığı, çoğu zaman bağcıların dövüldüğü; bazen sadece üzüm yenildiği, bazen de hem üzüm yiyip hem de bağcının dövüldüğü durumlar söz konusudur. Nitekim geçmişte kimi insanlar, farklı fikirleri ve düşüncelerinden dolayı cehalet, gafillik ve ahmaklıkla suçlanmışlardır.[4] Kimi insanların sadece fikirleri ve düşünceleri tenkit edilmiş, kimi insanların ise hem fikirleri hem de kimlik ve kişilikleri eleştirilmiştir. Fikirlerin eleştirilmesine İmam Gazalî’ nin “Tehafütü’l Felâsife”si ile İbn Rüşd’ün buna cevap olarak yazdığı “Tehafütü’t-Tehafüt” ünü; Abdüllatif Bağdadî’ nin Fahrettin Razi’yi eleştirmesini ise hem fikirlerin, hem de kimlik ve kişiliğin tenkit edilmesine örnek olarak verebiliriz.[5] Zira Bağdadî, Razî’ye yönelttiği fikrî eleştirilerle yetinmez, kişiliğine yönelik eleştirilerde de bulunur. Böyle bir tefsir yöntemini benimsediği için Razî’yi bozguncu bir kişi olarak görür ve halkı fikirleriyle bozması karşısında sessiz kalamayacağını, zira bu konuda susmanın bid’at olduğunu söyler. O’na göre alimin susması, cahiller için delil olmakta, dolayısıyla ifsat edici fikirler taraftar toplayabilmektedir. Buna engel olmak için Bağdadî’nin uyguladığı strateji, Râzî’nin fikirlerini çürütme yerine, kendisini kötüleyerek fikirlerini etkisiz hale getirme yönünde olmuştur. [6]
Genellikle insanlarda yanlış bir telakki söz konusudur. O da bir insan, düşüncesinden veya davranışından dolayı eleştirildiğinde, kendisiyle o eleştiriyi özdeşleştirmesidir. Ama şu bir gerçektir ki eleştirilen fikir ve davranış, o kişinin kendisi değildir. Yapılan eleştiri, o kişinin bir davranışı ya da düşüncesi ile alakalıdır. O davranış ve düşünce ise kişinin kendisi değildir. Sadece yaptığı bir iş veya söylediği bir sözdür. Eksiklikler ve yanlışlıklar, kişinin kendisinde değil, yaptığı işte ve söylediği sözlerdedir. Bu nedenle eleştiriler, kişiliğe yönelik olmamalı, hakaret ise asla yapılmamalıdır. Çünkü hakaret, şahsın bizzat kendisine yönelik olduğu için yaralayıcıdır ve onur kırıcıdır.
Bu tür hataların temelinde ise, parçalardan hareketle bütün hakkında karar verme tavrı mevcuttur. Oysa o parçayı bütünlük içinde değerlendirmek gerekmektedir. Mesela bir insanı değerlendirirken, onun şu şu tavırları güzel veya iyi, ama şu tavrı güzel veya iyi değil demek, olması gereken bir eleştiri yöntemidir. Ancak yeterli değildir. Yeterli bir eleştiri yönteminin, bir davranışı değerlendirirken, iyi, vasat veya zayıf gibi bir derecelendirmeye tabi tutulmasıdır. Söz gelimi şu insanın kocalığı iyi, babalığı vasat, idareciliği zayıf demek, bu insana iyi veya kötü demekten çok daha insaflı bir eleştiridir. Neden böyle yapılmadığının temelinde iki değerli Aristo mantığının toplum hayatımızdaki etkinliği yatmaktadır. Zira bu mantıkta iyi-kötü, doğru-yanlış ikilemi mevcuttur. Üçüncü hal mevcut değildir. Bu mantığa göre bir şey ya iyidir, ya kötü; ya siyahtır, ya da beyaz. Üçüncü bir şıkkı yoktur. Gırî veya kurşunî renkler ve tonları bu mantıkta yoktur. Oysa hayatta hem siyah, hem beyaz, hem gırî, he de kurşunî renkler mevcuttur. Zira bu tür eleştirilerde analitik düşünme yerine, kategorik düşüncenin hakim olduğu görülmektedir. Nitekim domuzdan insana kalp nakli konusunda olumlu görüş beyan eden bir bilim insanını eleştiren bir diğeri, bunun doğru olup olmadığını tartışmadan ve kendi görüşünü delillere dayalı olarak ortaya koymadan doğrudan “En büyük işkembe ve büyük bağırsaktan büyük fetva” diyerek hakaret edici bir üslupla cevap vermesi, günümüzdeki tenkitçiliğin seviyesini göstermesi açısından dikkat çekici bir örnektir. Bu nedenle İbn Sîrîn bu tür tenkitler için, “Eğer insanların bütün kötülüklerini saydığınız halde, iyiliklerini ihmal ederseniz, onlara haksızlık etmiş olursunuz” deme ihtiyacını hisseder. Hz. Peygamber’in de gördüğü hataları eleştirirken, “Size ne oluyor da içinizden bazıları şöyle şöyle yapıyor” sözüyle, şahsı eleştirme yerine davranışını eleştirmesi, bize bir tenkitin nasıl olması gerektiğini de göstermektedir.
Amaç, ne kadar doğru olursa olsun, şayet araç yanlış ise doğru hedefe ulaşılamıyor, bu nedenle de amacın doğruluğu kadar, aracın da doğru olması gerekiyor. Bu yüzdendir ki yapılan çoğu tenkitler, bir fayda sağlamıyor, sadece eleştirenin egosunu tatmin ediyor. Dolayısıyla kimlik ve kişiliğe yönelik eleştirilerin, daha da kötüsü hakaretlerin olumlu bir sonuç vermediği görülüyor. Bunun en canlı örneği Mehmet Akif-Tevfik Fikret kavgasıdır. Düşüncelerinden dolayı Tevfik Fikret’in Mehmet Akif’e “molla sırat” ; Mehmet Akif’in ise Tevfik Fikret’e “zangoç” demesi, onları inançlarından ve düşüncesinden vaz geçirmiş değildir. Bu nedenle Allah Teâlâ’nın, Hz. Musa ve Hz. Harun’a Firavuna gitmelerini ve “Ona yumuşak sözle, tatlı dille hitap edin. Belki düşünüp aklını başına toplar, ya da korkup çekinir” [7] tavsiyesinde bulunması ve Hz. Muhammed’i de kaba ve katı olmayışından dolayı övmesi[8] boşuna değildir. Zira bu iki örnek, söz ve davranışlarımızda, özellikle de tenkitlerimizde yapıcı bir dil kullanmamızı, hakaret içeren sözcükleri kullanmaktan kaçınmamızı öğütlüyor. Bu da bize ne söylediğimiz kadar, nasıl söylediğimizin de önemli olduğunu; hatta nasıl söylediğimizin, ne söylediğimizden önce geldiğini gösteriyor. Çünkü usul, esastan önce gelmektedir.
Bu nedenle amacın doğruluğu kadar, aracın da doğru olması gerekir. Zira yanlış araçla doğru hedefe ulaşılamaz. Hz. Peygamber’in kaba ve katı olmayışı sadece tutum ve davranışı ile değil, aynı zamanda sözünün yumuşak ve güzel oluşu ile de alakalıdır. Dolayısıyla etrafındakilere kaba ve katı davranmamış; onur kırıcı, aşağılayıcı, hararet edici çirkin sözler söylememiştir. İmam Şafi’nin talebesi Yunus’a söylediği şu söz de tenkitten amacın üzüm yemek olduğunu, bağcıyı dövmek olmadığını açıkça ifade etmektedir:
“Ey Yunus, sözü eleştir ama sözü söyleyene saygı göster.
Görevimiz hastalığı tedavi etmektir, hastayı yok etmek değil!”
Prof. Dr. Celal Kırca
[1] Bedia Akarsu, Felsefe Terimleri Sözlüğü, İstanbul,1994, s.69.
[2] Yakup Karasoy, Eleştiri Nedir, Bağa Destursuz Girenler Nasıl Eleştirilmelidir? Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 1 Yıl 2005, Cilt , Sayı 17, Sayfalar 11 – 13; Ali Budak, İslâmî Araştırmalarda Tenkit Adabı, Hadis Tetkikleri Dergisi, 2013, cilt: XI, sayı: 2, s. 93-107.
[3] Ömer Seyfettin, Kalamış, 25 Eylül 1918; Akşam, S. 8, 27 Eylül 1334/27 Eylül 1918, s. 3.
[4] Muammer Erbaş, Evlenme ve Boşanma Örneğinde Dinî Ahkamın Kur’an ve Sünnet Işığında Güncellenmesi, İzmir,2014, s.73-74, (İbn Abidin, Reddü’l Muhtar, 3/ 190’dan naklen.)
[5] Celal Kırca, Kur’an ve Bilim, İstanbul,1997,s. 2005-210.
[6] Abdüllatif el-Bağdadi, Kavlü li Abdi’l Latif b. Yusuf alâ Hali İbn Hati-bi’r-Reyyi fi Tefsirihî Sûreti’l-İhlâs. Bursa Hüseyin Çelebi Kütüphanesi, KN.823, 34a-39a.
[7] Tâhâ, 20/44.
[8] Al-i İmran,3/159.