islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5004
EURO
34,6901
ALTIN
2.496,45
BIST
9.693,46
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
19°C
İstanbul
19°C
Parçalı Bulutlu
Pazar Az Bulutlu
21°C
Pazartesi Hafif Yağmurlu
23°C
Salı Az Bulutlu
24°C
Çarşamba Az Bulutlu
22°C

TENKİT “ÜZÜM YEMEK Mİ BAĞCIYI DÖVMEK Mİ”?

TENKİT “ÜZÜM YEMEK Mİ BAĞCIYI DÖVMEK Mİ”?

Bazı insanlar, çoğu kere takdir ve teşekkürlerinde cimri;  tenkitlerinde ise   ifrata varacak ölçüde  cömerttirler, dolayısıyla da tenkit  adı altında hakaret ettiklerinin  farkında bile olmazlar. Takdir, bilindiği gibi “Bir sözü ya da davranışı beğenmek ve bunu karşı tarafa bildirmek”; tenkit ise “Bir insanı, bir eseri, bir konuyu, doğru ve yanlış yanlarını bulup göstermek ereği/amacı ile inceleme işi” [1]olarak tanımlanır. Tenkitin  bu  tanımı, elemeyi ve tefrik etmeyi  de  beraberinde getirir. Elemek, doğru ile yanlışı birbirinden ayırmayı; tefrik ise,  nüans farklılıklarını göstermeyi ifade eder. Bu da eleştirmenin, eleştirdiği konuda  uzman ve amacının doğru  olmasını  da gerekli kılar.  Zira bir  antikanın değerini, ancak antikacı anlar. Bir Kızılderili atasözünde de “Benim hayatımı yargılamadan önce benim ayakkabılarımı giy ve benim geçtiğim yollardan, sokaklardan geç. Benim takıldığım taşlara takıl yeniden ayağa kalk ve aynı yolu tekrar git benim gittiğim gibi anca o zaman beni yargılayabilirsin” denilmektedir. Bu nedenle eleştiride yöntem, amaç  ve üslup  büyük önem arz eder. Bunu sağlayabilmek için de tenkitlerin tutarlı  ve mantıklı olması gerekir. Zira gerçek eleştiride ön yargı veya kalıp yargı yoktur, hakaret  ise  hiç yoktur.    Bu nedenle   tenkitin amacı “bağcıyı dövmek olmamalı, üzüm yemek olmalıdır”.[2]

Tenkit, ilmî gelişmenin ve  düşünce üretmenin olmazsa olmaz şartlarından biridir ve  belki de en önemlisidir.   Dolayısıyla dinî,  edebî ve ilmî  eserler başta olmak üzere  her türlü  fikir ve düşünce tenkide tabi tutulur,  böylece aşırılıklar törpülemiş ve  tenkit edilen eserin veya düşüncenin de  olgunlaşması  sağlamış olur. Bununla birlikte yapılan her  tenkitin, yeterli niteliğe sahip  olmadığı;  çoğu zaman usulsüzlük, yöntemsizlik, kıskançlık ve duygusallık sebebiyle  olumsuz tenkitlerin yapıldığı da görülmektedir.   Bu nedenle   tenkit,  münekkidin  bilgi birikimine ve amacına göre  olumlu ya da olumsuz bir görünüm arz etmektedir. [3]

Bu açıklamadan anlaşılacağı üzere tenkit, ciddî bir iştir. Ön yargıyla veya kalıp yargıyla bir eseri, bir düşünceyi veya şahsı eleştirmek, doğru bir yöntem değildir. Her şeyin  bir yöntemi olduğu gibi, tenkitin de bir yöntemi vardır.  O da resmin tamamına bakarak  var olanı olduğu gibi ortaya koymak, artılarını ve eksilerini ayrı ayrı tespit ederek bir değerlendirmede bulunmaktır. İdeolojimize ve düşüncemize  uymuyor diye bir eseri, bir düşünceyi  veya bir insanı, önce  savcı olup  suçlamak, sonra da hakim olup  yargılamak  ve  mahkum etmek değildir.

Ne var ki üzüm yeme yerine bağcıyı dövme, genel bir  alışkanlığımızdır ve  günümüze özgü bir  davranış  türü de  değildir. Bu tür eleştirilerin geçmişte de yapıldığı,    çoğu zaman bağcıların  dövüldüğü; bazen sadece üzüm yenildiği, bazen de  hem üzüm yiyip hem de  bağcının dövüldüğü  durumlar söz konusudur.  Nitekim geçmişte  kimi insanlar,  farklı fikirleri ve düşüncelerinden dolayı cehalet, gafillik ve ahmaklıkla  suçlanmışlardır.[4]  Kimi insanların  sadece fikirleri  ve düşünceleri  tenkit edilmiş,  kimi insanların ise   hem fikirleri   hem de kimlik ve kişilikleri  eleştirilmiştir.  Fikirlerin  eleştirilmesine İmam Gazalî’ nin “Tehafütü’l Felâsife”si  ile  İbn Rüşd’ün  buna  cevap olarak yazdığı “Tehafütü’t-Tehafüt” ünü;  Abdüllatif  Bağdadî’ nin  Fahrettin Razi’yi eleştirmesini ise   hem fikirlerin, hem de kimlik ve kişiliğin tenkit edilmesine örnek olarak verebiliriz.[5]    Zira  Bağdadî, Razî’ye  yönelttiği   fikrî eleştirilerle yetinmez,  kişiliğine yönelik  eleştirilerde de  bulunur. Böyle  bir  tefsir yöntemini benimsediği için Razî’yi  boz­guncu bir kişi olarak görür ve halkı fikirleriyle bozma­sı karşısında sessiz kalamayacağını, zira bu konuda susmanın bid’at olduğunu söyler. O’na göre alimin sus­ması, cahiller için delil olmakta, dolayısıyla ifsat edici fikirler taraftar toplayabilmektedir. Buna engel olmak için Bağdadî’nin uyguladığı strateji, Râzî’nin fikirlerini çürütme yerine, kendisini kötüleyerek fikirlerini etki­siz hale getirme yönünde olmuştur. [6]

Genellikle insanlarda yanlış bir telakki söz konusudur.  O da  bir insan,  düşüncesinden veya davranışından dolayı eleştirildiğinde, kendisiyle o eleştiriyi özdeşleştirmesidir. Ama şu bir gerçektir ki eleştirilen fikir ve davranış, o kişinin kendisi değildir. Yapılan eleştiri, o kişinin  bir  davranışı ya da düşüncesi ile alakalıdır. O davranış ve düşünce ise kişinin kendisi değildir. Sadece yaptığı bir iş veya söylediği bir sözdür.  Eksiklikler ve yanlışlıklar, kişinin kendisinde değil, yaptığı işte ve söylediği sözlerdedir.    Bu nedenle eleştiriler, kişiliğe yönelik olmamalı, hakaret ise asla yapılmamalıdır. Çünkü hakaret, şahsın bizzat kendisine yönelik olduğu için yaralayıcıdır ve onur kırıcıdır.

Bu tür hataların  temelinde ise,  parçalardan  hareketle bütün hakkında karar verme tavrı mevcuttur. Oysa  o parçayı bütünlük içinde  değerlendirmek gerekmektedir.  Mesela bir insanı  değerlendirirken, onun şu şu tavırları güzel veya iyi,  ama şu tavrı güzel veya iyi değil demek, olması gereken bir eleştiri yöntemidir. Ancak yeterli değildir.  Yeterli bir eleştiri yönteminin, bir davranışı değerlendirirken, iyi, vasat veya zayıf gibi bir  derecelendirmeye tabi tutulmasıdır.  Söz gelimi şu insanın  kocalığı iyi, babalığı vasat, idareciliği zayıf demek,  bu insana iyi veya kötü demekten çok daha insaflı bir eleştiridir.  Neden böyle yapılmadığının temelinde  iki değerli Aristo mantığının toplum hayatımızdaki etkinliği yatmaktadır.  Zira bu mantıkta  iyi-kötü, doğru-yanlış ikilemi mevcuttur. Üçüncü hal mevcut değildir.  Bu mantığa göre   bir şey ya iyidir, ya kötü;  ya siyahtır, ya da beyaz. Üçüncü bir şıkkı yoktur.  Gırî veya kurşunî  renkler ve tonları  bu mantıkta yoktur. Oysa hayatta  hem siyah, hem beyaz, hem gırî, he de kurşunî renkler mevcuttur. Zira bu tür eleştirilerde analitik  düşünme yerine, kategorik düşüncenin hakim olduğu görülmektedir. Nitekim domuzdan insana  kalp nakli konusunda   olumlu görüş beyan eden bir bilim insanını eleştiren bir  diğeri,  bunun doğru olup olmadığını tartışmadan   ve kendi görüşünü  delillere dayalı olarak ortaya koymadan  doğrudan “En büyük işkembe  ve büyük bağırsaktan büyük fetva”  diyerek hakaret edici bir üslupla cevap vermesi, günümüzdeki  tenkitçiliğin seviyesini göstermesi açısından  dikkat çekici bir örnektir. Bu nedenle İbn Sîrîn  bu tür tenkitler için, “Eğer insanların bütün kötülüklerini saydığınız halde, iyiliklerini ihmal ederseniz, onlara haksızlık etmiş olursunuz” deme  ihtiyacını hisseder.  Hz. Peygamber’in de  gördüğü hataları eleştirirken, “Size ne oluyor da  içinizden bazıları şöyle şöyle yapıyor”  sözüyle, şahsı eleştirme yerine davranışını eleştirmesi,  bize  bir tenkitin nasıl olması gerektiğini  de  göstermektedir.

Amaç,  ne kadar  doğru olursa olsun,  şayet araç yanlış  ise  doğru hedefe ulaşılamıyor, bu nedenle de amacın doğruluğu  kadar, aracın da doğru olması gerekiyor.   Bu yüzdendir ki yapılan çoğu  tenkitler, bir fayda sağlamıyor,  sadece  eleştirenin egosunu tatmin ediyor. Dolayısıyla  kimlik ve kişiliğe yönelik  eleştirilerin, daha da kötüsü  hakaretlerin  olumlu  bir sonuç  vermediği  görülüyor. Bunun  en canlı örneği Mehmet Akif-Tevfik Fikret kavgasıdır. Düşüncelerinden dolayı Tevfik  Fikret’in  Mehmet Akif’e “molla sırat” ; Mehmet   Akif’in   ise Tevfik Fikret’e “zangoç” demesi,  onları  inançlarından ve düşüncesinden  vaz geçirmiş değildir. Bu nedenle  Allah Teâlâ’nın, Hz. Musa ve Hz. Harun’a Firavuna  gitmelerini ve  “Ona yumuşak sözle, tatlı dille hitap edin. Belki düşünüp aklını başına toplar, ya da korkup çekinir” [7] tavsiyesinde bulunması  ve Hz.  Muhammed’i de kaba ve katı olmayışından  dolayı övmesi[8] boşuna değildir. Zira bu iki örnek, söz ve davranışlarımızda, özellikle de tenkitlerimizde yapıcı bir dil kullanmamızı, hakaret içeren sözcükleri kullanmaktan kaçınmamızı öğütlüyor. Bu da bize ne söylediğimiz kadar, nasıl söylediğimizin de önemli olduğunu;  hatta  nasıl söylediğimizin, ne söylediğimizden önce  geldiğini gösteriyor. Çünkü usul, esastan önce gelmektedir.

Bu nedenle amacın doğruluğu kadar, aracın da doğru olması gerekir. Zira yanlış araçla doğru hedefe ulaşılamaz.  Hz. Peygamber’in kaba ve katı olmayışı sadece tutum ve  davranışı ile değil, aynı zamanda  sözünün  yumuşak ve güzel oluşu ile de alakalıdır.  Dolayısıyla etrafındakilere kaba ve katı davranmamış; onur kırıcı,  aşağılayıcı, hararet edici  çirkin sözler  söylememiştir. İmam Şafi’nin talebesi Yunus’a  söylediği şu  söz de  tenkitten  amacın üzüm yemek olduğunu, bağcıyı dövmek olmadığını   açıkça ifade etmektedir:

“Ey Yunus, sözü eleştir ama sözü söyleyene saygı göster.

Görevimiz hastalığı tedavi etmektir, hastayı yok etmek değil!”

Prof. Dr. Celal Kırca

 

[1] Bedia Akarsu,  Felsefe Terimleri Sözlüğü, İstanbul,1994, s.69.

[2] Yakup Karasoy, Eleştiri Nedir, Bağa Destursuz Girenler Nasıl Eleştirilmelidir? Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 1 Yıl 2005, Cilt , Sayı 17, Sayfalar 11 – 13; Ali Budak, İslâmî Araştırmalarda Tenkit Adabı, Hadis Tetkikleri Dergisi, 2013, cilt: XI, sayı: 2, s. 93-107.

[3] Ömer Seyfettin, Kalamış, 25 Eylül 1918; Akşam, S. 8, 27 Eylül 1334/27 Eylül 1918, s. 3.

[4] Muammer Erbaş, Evlenme ve Boşanma Örneğinde Dinî Ahkamın  Kur’an ve Sünnet Işığında Güncellenmesi, İzmir,2014, s.73-74, (İbn Abidin, Reddü’l Muhtar,  3/ 190’dan naklen.)

[5] Celal Kırca,  Kur’an ve Bilim, İstanbul,1997,s. 2005-210.

[6] Abdüllatif el-Bağdadi, Kavlü li Abdi’l Latif b. Yusuf alâ Hali İbn Hati-bi’r-Reyyi fi Tefsirihî Sûreti’l-İhlâs. Bursa Hüseyin Çelebi Kütüphanesi, KN.823, 34a-39a.

 

[7] Tâhâ, 20/44.

[8] Al-i İmran,3/159.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.