islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
35,4621
EURO
36,6331
ALTIN
3.078,10
BIST
9.799,37
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
9°C
İstanbul
9°C
Az Bulutlu
Cuma Parçalı Bulutlu
10°C
Cumartesi Parçalı Bulutlu
11°C
Pazar Az Bulutlu
11°C
Pazartesi Az Bulutlu
11°C

VAHİY DİLİNİN ÜCRETİ OLMAZ

VAHİY DİLİNİN ÜCRETİ OLMAZ
10 Ocak 2025 09:00
A+
A-

VAHİY DİLİNİN ÜCRETİ OLMAZ

Vahyin son kitabı olan Kur’ân’ı okuyanlar şunu hemen göreceklerdir ki; vahyin dilini insanlığa ulaştırmakla yükümlü olan bütün peygamberlerin toplumlarına söylediği ortak bir cümle şudur: “Üstelik ben sizden bir karşılık da beklemiyorum; benim hak ettiğim karşılığı vermek âlemlerin Rabbinden başkasına düşmez.1 Bu ifadenin bir başka versiyonu da şöyledir: “Bu [mesaj] için sizden hiçbir karşılık istemiyorum; ve ben sahip olmadığı şeyleri iddia edenlerden değilim.2 Anlaşılıyor ki Kur’ân, mânevî hizmet olayını ücretsiz/karşılıksız bir faaliyet olarak gören bir kitaptır. Bu nedenle vahyin tebliği adına yapılan bir hizmetten karşılık beklemeyi “Allah’ın âyetlerini basit bir ücret mukabili satmak3 diye nitelendirir. Bunu yapanları da “insanlara doğruyu ve güzeli buyurup kendi benliklerinizi unutur musunuz?4 şeklinde azarlar.

Vahyin dilini, insanları hakîkate davet etmek yerine kendi mezhep, meşrep, cemaat ve gruplarına davet olarak görenler ile bu hizmetten maddî ve mânevî menfaat, imkân beklentisi içinde bulunanlar tevhidin özünü hiç anlamamış olanlardır. Bir insanın ebedî kurtuluşuna, hidâyetine vesile olmak hiçbir dünyevî değerle ölçülemez. Zaten böyle bir hizmeti gerçekleştiren kişinin hakkını ödeyecek değer de insanlığın elinde yoktur. Bunun karşılığını –peygamberlerin de ifade ettiği gibi– ancak Allah ödeyecektir. Aslında sadece Allah’ın rızası için O’nun kullarına hizmet etmek “Allah’a borç vermek” demektir ve bu tavrın Kur’ân’daki adı “karz-ı hasen”dir: “Kimdir Allah’a güzel, bereketli bir borç verip onu kat kat fazlasıyla geri alacak olan? Böyle [yapan]lar değerli ve anlamlı bir mükâfat görecekler.5 Âyetten anlaşılıyor ki; insanın hiçbir karşılık beklemeden, yalnızca Allah rızası için yapabileceği her şey “karz-ı hasen” kavramı içerisine girmektedir.

Kur’ân, yalnızca karşılık beklemeden vahyin mesajına hizmet edenleri “doğruyu ve güzeli bulanlar” olarak göstermekte ve bizlerden bu insanlara uymamızı istemektedir: “Sizden herhangi bir ücret istemeyenlere uyun. Onlardır doğruyu ve güzeli bulanlar.”6 Âyette Türkçe’ye “doğruyu ve güzeli bulmak” şeklinde çevrilen ifadenin orijinali “hidâyet” kelimesidir. Bu çerçeveden baktığımızda hidâyet üzere olmanın en belirgin göstergesi; ücret istememek olarak karşımıza çıkmaktadır. Aydınlık getiren ve bilgiyi taşıyan benlik, ücret istemez. Çünkü onun ücretini insanoğlu ödeyemez. Allah adeta bu insanların ödüllendirilmesinde yetkiyi kendi tekelinde tutmuştur. Hidâyet, Allah’ın yüce isimlerinden biri olan “Hâdî”ye dayanır. Hâdî, “Kullarına kendisini tanıma yollarını gösterip, onlara ulûhiyyet ve rubûbiyyetini tasdik ettiren; insanlara kurtuluş yolunu gösteren; her mahlûku, varlığını sürdürebilme yolunda gereken şeyleri yapmaya sevk eden” şeklinde açıklanmaktadır.

Kur’ân’a göre dini anlatmak için özel bir sınıf/grup yoktur. Kur’ân’ın oluşturmaya çalıştığı toplum yapısında, kadın-erkek her mü’min, Kur’ân’ı araştırmak, anlamak, bilmek ve içindeki mesajları insanlara ulaştırmak ile sorumlu tutulmuştur. Dolayısıyla bu görevlerin, toplum adına hareket edecek din adamları gibi kimi özel mercilere ait kılınmaması; bilakis her bireyin dini aktarma bilincinde olması gerektiği bildirilmiştir. Bu gerçeklik âyette şöyle ifade edilir: “Ve belki içinizden iyi ve yararlı olana davet eden, doğru olanı emreden, eğri ve yanlıştan alıkoyan bir topluluk çıkar. Nihaî kurtuluşa erişecek kimseler, işte bunlar olacak.1

Kur’ân’da din adamlarını övücü hiçbir âyet bildirilmemiş tam aksine din mensuplarından bahsederken onların Allah’ın adını kullanarak insanların mallarını nasıl yediklerine dikkat çekilmiştir: “Siz ey imana erişenler! Bilin ki, hahamların, rahiplerin çoğu, insanların mallarını, haksızca yiyip yutuyor ve [onları] Allah’ın yolundan alıkoyuyorlar.2 Âyette geçmiş vahyin din adamlarının isminin sayılması bu noktada son dinin temsilcilerinin de sorumlulukları olmadığı anlamına gelmemektedir. Tebliğ bir ibadettir ve ibadetin de ücretini sadece Allah verir.

Özetle ifade etmek gerekirse, yeni din dilinin çağrısı insanlardan ödül/övgü/teşekkür/ücret beklentileri olmayan ve hizmetinin karşılığını yalnızca Allah’tan bekleyen gönül erlerinin eliyle yürütülmelidir. Dini bir meslek gibi gören ve Allah’ın adını bir aldatma aracı olarak kullananlar hem dünyada hem âhirette büyük bir hüsran ile karşı karşıya kalacaklardır. Dinler tarihi, ilâhî güce katılmaya ve onu beşerî amaçlar için kullanmaya yönelmiş insanların girişimleriyle doludur. Bu girişimciler, dinî inançlara sığınmadıkça insanların büyük bir zevkle ve acımasızca kötülük yapamayacaklarının farkındadırlar. Ne yazık ki insanlar, inandıkları ve içtenlikle teslim oldukları bir değerin kendi aleyhlerinde kullanıldığının idrakinde değillerlerdir. Yeni din dilinin gönüllü temsilcileri hem bu idrakin uyanmasına vesile hem de dinden beslenen insanların yaptıkları zulme engel olmalıdırlar. Şüphesiz Allah bu yaptıkları hizmetin karşılığını onlara bolca ödeyecektir…

NECMETTİN ŞAHİNLER

  DİPNOTLAR :

1 Şuarâ/180: “Ve mâ es’elüküm aleyhi min ecrin, in ecriye illâ alâ rabbil âlemîne.”

2 Sâd/86: “Kul mâ es’elüküm aleyhi min ecrin ve mâ ene mine’l-mütekellifîne.

3 Bakara/41.

 4 Bakara/44.

 5 Hadîd/11: “Men zellezî yukridullâhe kardan hasenen fe yudâıfehû lehû ve lehû ecrun kerîmün.

 6 Yâsîn/21: “İttebiû men lâ yes’elüküm ecran ve hüm mühtedûne.

 7 Âl-i İmrân/104: “Veltekün minküm ümmetün yed’ûne ile’l-hayri ve ye’mürûne bi’l-ma’rûfi ve yenhevne ani’l-münkeri, ve ülâike hümü’l-müflihûne.

 8 Tevbe/34.

YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ 

MİRATYOUTUBE

MİRATHABER.COM

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.