islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,4985
EURO
34,8273
ALTIN
2.475,69
BIST
9.530,47
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Hafif Yağmurlu
19°C
İstanbul
19°C
Hafif Yağmurlu
Perşembe Az Bulutlu
16°C
Cuma Hafif Yağmurlu
17°C
Cumartesi Az Bulutlu
19°C
Pazar Az Bulutlu
20°C

Yol ayırımında insan: Ya şâkir ya nankör

Yol ayırımında insan: Ya şâkir ya nankör
Prof. Dr. Celal KIRCA

Yüce Yaratıcı, yarattığı kulunu elbette en iyi bilendir.  En  iyi bildiği içindir ki  insanın  fıtratında “minnet” duygusu ile birlikte “nankörlüğün” de  bulunduğunu ifade ederek, “Biz insanı karışık bir sudan( döllenmiş  yumurtadan) yarattık. Onu halden hale, şekilden şekle soktuk ve nihayet onu  işiten, gören ve akleden bir varlık  haline getirdik.  Ona (doğru) yolu  gösterdik. Artık o, ya şükreden biri, ya da nankör biri olacak[1]  der. Bu da gösteriyor ki insan,  hem şükür  hem de nankörlük  etme potansiyeli  ile  dünyaya geliyor ve bu ikisinden  birini seçme hürriyetine  de sahip  bulunuyor.

Şükür/teşekkür, “Yapılan bir iyiliğe karşı  duyulan kıvanç ve gönül borcunu anlatma”[2] demektir.  Diğer bir ifade ile iyilik yapana minnet duymadır. Bu minneti duyana da “şâkir/ şükreden” denilmektedir. Minnet ise “Yapılan bir iyiliğe karşı kendini borçlu sayma”[3] veya “görülen iyiliğe karşı teşekkürde bulunma”[4] dır.  Ayrıca  minnet kavramı, “yapılan iyiliği başa kakma”[5] anlamını da içermekte; bu nedenle de Kur’an’da bu tavrın açıkça  kınandığı görülmektedir.[6] Şükrün  Türkçe’deki kullanışında bir ayırım söz konusudur. O da Allah’a karşı duyulan minnettarlık için “şükür”, insanlara karşı duyulan minnettarlık için “teşekkür”  kavramının  kullanılır oluşudur. 

Yapılan iyiliği gizlemeye çalışmanın, üzerini örtmenin adı ise “küfür” dür. Bunun Türkçe’ deki karşılığı “nankörlük” tür.  Nankör, “Kendisine yapılan iyiliğin değerini bilmeyen kimse”[7]dir. Farsça’da ekmek anlamındaki “nân” ile görmeyen, kör anlamındaki  “kûr” kelimelerinden oluşan bir kavramdır ve “yediği ekmeğin, gördüğü iyiliğin kıymetini bilmeyen, nimeti inkâr eden/kâfir-i ni’met” anlamına gelmektedir.   “Kabul etmemek, reddetmek, hoş görmemek” anlamına gelen “inkâr” da  sonucu itibariyle küfür ile  benzer  bir anlam taşır[8]  ve  bu tavrı sergileyene de “münkir”  denilmektedir.

Câhiliye döneminde “küfür” kelimesi,  somut alanda örtme ve gizleme anlamında kullanılan bir kavram olmasına ve bu yüzden “çiftçiye”, tohumu toprağa  atıp üzerini örttüğüiçin  “kâfir”[9] denilmesine rağmen Kur’ân’da bu kavram, somut alandaki anlamı bâkî kal­mak kaydıyla, soyut alana taşınmış ve bu alandaki olguları örtme ve gizleme eylemi için de kullanılmıştır. Hattâ Kur’ân’da bu ikinci anlam, terimleştirilerek temel anlam niteliğine kavuşturul­muştur. Bu nedenle “kafir”  denilince ilk defa Allah’ı, melekleri, vahyi ve gaybı  örten, gizleyen, yok sayan kimse  akla gelmektedir. Dolayısıyla  küfür, hem imanın zıddı bir anlamı, hem de nankörlük anlamını ihtiva etmektedir. Bu nedenle Kur’an’da her iki anlamın da sıkça kullanıldığı görülmektedir.  Her ne kadar küfür kelimesi, gizleme ve örteme  anlamını  taşısa da, sonuncu itibariyle inkarla  eş anlamlı  bir görünüm arz etmektedir.

 Allah Teala, “Öyleyse (yalnızca) Beni anın, Ben de sizi anayım ve (yalnızca) Bana şükredin ve (sakın) nankörlük etmeyin”[10] buyurmakta; sonra da  “Sizi yeryüzünde yerleştirdik ve orda size geçimlikler yarattık. (Buna rağmen) Ne kakar az şükrediyorsunuz ?”[11] diyerek kullarının  kendisine  az şükretmelerinden yakınmaktadır.[12]  Zira  şükür, kul olmanın bir gereğidir ve  bir kulluk görevidir.          

Şeyh Sadi Şirazî, bu kulluk görevini ve   insanın neden Allah’a şükretmesi gerektiğini  şöyle açıklar:

“İnsanın bir nefesinde iki şükür vardır.  Biri yaşamak için temiz havayı alırken yapılması gereken şükür, diğeri de  içimizde kirlenen havayı dışarı verirken lazım gelen şükürdür.”

Nefes alıp vermenin değerini,  bugün dünden daha iyi anlıyoruz.  Zira  Covit 19’a  yakalanarak ağırlaşan hastaların nefes alıp vermede çektikleri ıstırap, nefes alıp vermenin ne kadar önemli  ve gerekli  olduğunu  açıkça gözlerimizin  önüne  seriyor. Sadece nefes alıp vermede  iki şükür  gerekli ise  insanoğlunun,  Allah Teala’nın kendisine verdiği  sayısız nimetler için  ne kadar  şükretmelidir ki  O’na  karşı minnet  borcunu ödeyebilsin? Bu nedenle  insanın,  şükredeceği ilk varlık, Allah Teala’dır. Sadece  şükür de de kafi değildir, aynı zamanda O’na hamd  etmekte gerekmektedir. Çünkü hamde layık tek varlık yine O’dur.            

Şükür, insana ulaşan nimetler için  yapılırken,  hamd  insana ulaşan ve ulaşmayan bütün nimetler için yapılır. Hamd,  övmek, yüceltmek demektir. Hamd, nimetlerini karşılıksız veren, bağışlayan ve  ihsan eden Allah’a saygıyı; şükür  ise yapılan iyiliğin karşılığında iyiliği yapana dil, kalp ve  davranışla saygı göstermeyi ve övmeyi ifade eder.   Şükür, minnet duygusudur, aynı zamanda vefayı  gösterir.  

Ne var ki insanoğlu, kendisine verilen nimetlere  ve yapılan iyiliklere ya vefalı, ya da vefasız olur; hatta kimi insanların nankörlük ettiği ve Müslüman olmalarını  bile  başa kaktıkları  görülmüştür/görülmektedir.  Bu nedenle Allah Teala,  “Bu bedevîler, ‘( Biz seninle savaşmadan) Müslüman olduk’ diye bunu senin başına kakıyorlar. Sen onlara deki ‘ Müslüman olmanızı başıma kakmayın. Eğer (imanınız konusunda) gerçekten doğru söylüyorsanız, imanı nasip ettiği için, asıl sizin Allah’a minnet borcunuz vardır[13]  diyerek böyle bir  davranışı  kınar.  Bu ayetin nüzul sebebi olarak da Esed oğullarının   Hz. Peygamber’e gelerek “Ey Allah’ın elçisi, biz Müslüman olduk, Araplar seninle savaşırken biz seninle  savaşmadık” diye sitem etmeleri üzerine  nazil olduğu;  bunun  üzerine Hz. Peygamber’in  de “Bunların anlayışları ne kadar kıt, şüphesiz Şeytan  onların dilinden konuşuyor” dediği  nakledilir.[14]

Kul olması yönüyle   insanın, Allah’a  bir minnet borcu vardır ve  bu borç da  ancak O’na hamd ve şükür etmekle  ödenmektedir.  Zira Allah Teala, bizden bunu istemekte ve şöyle demektedir:

Beni anın, Ben de sizi anayım. Bana şükredin, nankörlük etmeyin”[15]

“ Ve yine hatırlayın ki, Rabbiniz size, Eğer şükrederseniz, verdiğim nimetleri daha da artırırım, eğer nankörlük ederseniz, bilin ki azabım çok şiddetlidir diye bildirmişti.”[16]

Netice de  şükreden de, nankörlük eden de  karşılığını mutlaka  görecektir. Bu gerçeği Allah Teala,  Hz. Süleyman’ın  dilinden şöyle açıklamaktadır:  “Şükreden ancak kendi iyiliği için şükretmiş olur; nankörlük eden de bilsin ki rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, O büyük kerem sahibidir”  [17]

İbn Sînâ’nın “İlim ve sanat  takdir edilmediği yerden göç eder”  dediği nakledilir. Bu sözün  gereği, tarihin her döneminde yerine getirilmiş, bilim insanlarının ilim ve sanatın takdir edilmediği yörelerden, takdir edildiği bölgelere göç ettikleri görülmüştür. Tıpkı bunun gibi şükredilmeyen nimetlerin, günü ve zamanı geldiğinde nankörlük eden kişilerin elinden  alındığı da bilinmektedir. “ Eğer Nankörlük ederseniz bilin ki  azabım  çok şiddetlidir” ayeti bunu ifade eder.  Örnek olarak da Kur’an’da Karun gösterilir.  Bu nedenle  Allah Teala, kullarını  sık sık uyarma ihtiyacı hissetmiştir.  Nitekim Allah Teala’nın  Lokman Hekim’e “hikmet” vermesi karşılığında ondan  kendisine  şükretmesini istediği; bununla  da yetinmeyip insandan hem kendisine, hem de anne-basına  teşekkür etmesini tavsiye ettiği görülmektedir.[18] Ayet, önce Allah’a  şükür, sonra anne-babaya teşekkür edilmesini  istemektedir. Daha sonra  sıra  elbette ki  kendisine iyilik yapan kimselere gelecektir.

Allah’a şükür, insana da teşekkür etmek, iyi bir kul ve iyi bir insan olmanın  göstergesidir.  Zira Allah’a şükreden kulluk görevini, insana teşekkür  eden de  insanlık görevini  yerine getirmiş olur.  Şükür ve teşekkür  hem sözle  hem de davranışla olur.   “Allah’a hamd olsun” veya “ Allah’a şükürler olsun”  ifadeleri,  sözle  yapılan; yediğinden  yedirmek veya  giydiğinden giydirmek ise  davranışla yapılan bir şükrüdür.  Bir diğer ifade ile bir insanın, yediği yemekten bir kap komşusuna veya  muhtaç olan  birisine ikram etmesi, şükrün davranışa  dönüşmüş  şeklidir. Dolayısıyla  şükür sözde  kalmamalı, aynı zamanda eyleme de dönüşmelidir. 

Bu nedenledir ki namaz bedenin, oruç sağlığın, zekat malın, tefekkür aklın, adalet ve merhamet vicdanın  bir şükrüdür. Nitekim  Hz.  Peygamber’in    bir  defasında yoruluncaya kadar namaz  kıldığını gören eşi Hz. Aişe’nin “Ey Allah’ın Resûlü, geçmişte işlenmiş ve gelecekte işlenmesi muhtemel bulunan günahlarını Allah Teâlâ bağışladığı halde, niçin bu kadar yoruluyorsunuz?”   sorusu üzerine “ Ey Aişe! Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?” [19]  sözüyle cevap verdiği   ve “Allah’ım! Seni anıp zikretmek, nimetlerine şükretmek, sana en güzel şekilde kulluk etmek için bana yardım eyle!”[20]  diye  dua ettiği de  rivayet edilir.  Hz. Peygamber’in  Hz. Aişe’ye  verdiği   bu cevapta, namaz ile  şükür arasında  bir ilişki kurduğu görülmektedir. Bu da bize namazın, aynı zamanda bir şükür  nişanesi olduğunu ifade etmektedir. Elbette ki diğer ibadetler de namaz gibi, bu kurala  tabidir ve her biri  birer şükür göstergeleridir.

İnsana teşekkür sözle olur, ama  asıl teşekkür, “Teşekkür ederim” den daha öte bir anlam ifade eder. Bu teşekkür, vefalı olmaktır bir diğer ifade ile nankör olmamaktır. Zira  vefa, dostluğu, sadakati, minnettarlığı ve bunların sürekliliğini  ifade eder. Bu  erdemlerin  yokluğu da insanı, nankörlüğe  götürür.  Dolayısıyla vefa, yapılan iyiliklerin unutulmaması, iyiliğe karşı  iyilikle veya daha güzeliyle karşılık verilmesidir. Daha  açık bir ifade ile vefa; asaletin, samimiyetin, sadakatin, nezaketin insanın kişiliğine  yansıması ve ondaki tezahürüdür. Dolayısıyla vefasızlık, asaletsizliği, samimiyetsizliği, sadakatsizliği ve nezaketsizliği gösterir. Asil bir ruha ve iyi bir eğitime sahip olanlar, vefasızlık edemezler/ etmezler.  Her daim  Allah’a şükür ve  insanlara da teşekkür  etmeyi,  görev   addederler ve   bunu  bir hayat tarzı olarak  görürler, asla yüksünmezler ve  büyük şevk ile  yerine getirirler.

Ne var ki  günümüzde bir kısım  insanların, kendilerine yapılan iyiliği ve yardımı yeterli  bulmadıkları; bu durumu kınadıkları ve eleştirdikleri; daha da üzücü olanı eleştirilerinde  hakarete varacak ölçüde cömert, fakat teşekkür ve takdirlerinde ise o nispette cimri   davrandıkları; “Bana ne yaptı ki” diyerek nankörlük ettikleri; Hz. Ali’nin   minnet ve vefa duygusunu yansıtan “Bana bir harf öğretenin kölesi olurum” sözünün, onların nazarında bir anlamının ve değerinin  olmadığı  görülüyor. Böyle kimseler için  atalarımız, “İyilik et denize at;  balık bilmezse Hâlık bilir” demiş ve  iyilik yapmaya devam etmenin doğru  bir davranış olduğunu  ifade etmişlerdir. Cevabını arayan soru şudur: Verilen nimetlere şükür ve  yapılan iyiliklere teşekkür etmek,  neden insana bu kadar zor gelmektedir? 

Sonuç olarak  bu konuda son söz, Hz. Peygamber’e aittir:

“Aza şükretmeyen çoğa da şükretmez”[21]

“Allah’a şükretmeyen, insanlara teşekkür etmez; insanlara teşekkür etmeyen, Allah’a şükretmez. Allah’ın nimetini her zaman anmak şükür, bunu terk etmek ise nankörlüktür” [22]  


[1] İnsan,76/2-3. Ayetin tercümesi, Hac,22/5 ve Mü’minun,23/12-14 ayetleri bağlamında yapılmıştır. İki yol için bkz, “ Biz ona eğri ve doğru  iki yolu da göstermedik mi?” (Beled, 90/10)

[2] TDK  Türkçe Sözlük, Ankara,2005, s.1967.

[3] TDK, s. 1399-1400.

[4]  Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Lügat,Ankara,1970, s.777.

[5] F.Devllioğlu, s.777.

[6] Bakara,2/262; Hucurat, 49/17

[7] TDK Sözlük,s.1456.

[8] Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “kfr”, “nkr” madeleri.

[9] Hadid,57/20. ( Bu yağmurun bitirdiği, çiftçilerin de hoşuna giden bir bitkiye benzer.)

[10] Bakara,2/152.

[11] A’raf, 7/10

[12] Yusuf,12/ 38.

[13] Hucurat,49/17.

[14] İbn Kesir, Tefsiru’l Kur’an’il Azim, Mısır, Tarihsiz,7/369.

[15] Bakara,2/152

[16] İbrahim,14/7.

[17] Neml 27/40

[18] Lokman, 31/12,14.

[19] Buharî, Teheccüt,6.

[20] Ebû Dâvûd, Vitir, 26.

[21] Tirmizî, Birr” 35

[22] Tirmizî, Birr, 35

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.