‘Belâ’nın sözlük anlamı, denemek, yapmak, bitkin hâle getirmek demektir.
Kur’an’da daha çok denemek, sınamak, imtihan etmek anlamlarında kullanılmaktadır. Denenmek veya bir sınamaya uğramak insanı yıprattığından, insana sıkıntı verdiğinden dolayı ‘belâ’ kelimesiyle ifade edilmektedir. Gam (keder) belâ olarak adlandırılır. Zira o da cismi yıpratır. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 79)
Dinin emirleri bir bakıma ‘belâ’dır yani insanı sınamadır. Çünkü bazı dinî emirler insan bedenine zorluk verir, insanların iyilerini ve kötülerini ortaya koyar. Şükredenler veya nankörlük edenler bununla belli olur. (Ece, H. İslâmın Temel Kavramları, s: 66)
Tarihin kaydettiği en büyük despotlardan biri olan Firavun (ya da firavun zihniyeti), Hz. Yakub’un torunlarına (İsrailoğullarına) zulmediyor, onların hayat alanlarını daraltıyordu. Hatta nesillerine bile müdâhele ediyordu.
“Hani Mûsâ kavmine, “Allah’ın size olan nimetini anın. Hani O sizi, Firavun ailesinden kurtarmıştı. Onlar sizi işkencenin en ağırına uğratıyorlar, oğullarınızı boğazlayıp kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı.
İşte bunda size Rabbinizden büyük bir imtihan (azîm bir belâ) vardır” demişti.“ (İbrahim 14/6)
“Hani, sizi azabın en kötüsüne uğratan, kadınlarınızı sağ bırakıp, oğullarınızı boğazlayan Firavun ailesinden kurtarmıştık. Bunda, size Rabbinizden (gelen) büyük (muazzam) bir imtihan vardı.” (Bekara 2/49. Bir benzeri: A’raf 7/141)
Mûsa (as) kavmine Allah’ın, kendilerine vermiş olduğu nimetleri hatırlamalarını, böylece hakka yönelip imanda sebat etmelerini söylüyor. Zira Rabbu’l-âlemin onları Firavun’un işkence ve zulümlerinden kurtarmış ve Mûsa (as) vasıtasıyla onları insanca bir hayata kavuşturmuştu. Ne yazık ki İsrailoğullardan şımarık ve dik kafalı olanlar, bu nimetleri unutmuş ve zaman zaman isyana, inkâra ve sapıklığa düşmüşlerdir.
Bir önceki âyette daha Allah (cc) İsrailoğullarına; “… Size verdiğim nimetimi ve (bir zamanlar) sizi cümle âleme üstün kıldığımı hatırlayın” diyor. (Bekara 2/47) Bundn sonraki ayetle onlara verilen nimetlerden bahsediyor. Bunlardan biri de onları Firavunun zulmünden kurtarmasıdır.
Bu belâ öncelikle işkence ve baskı ile, hayat şartlarının daralması masum erkek çocukların katledilmesi ile denenmektir.
Ya da “size tattırıyorlar ve sizin kurtulmanıza imkân vermeyecek şekilde bu azaba uğratıyorlar, size ağır yük yüklüyorlar ve bunu devamlı yapıyorlardı anlamındadır.
“Bunda sizin için Rabbinizden büyük bir imtihan vardır” ifadesi bütün bunlara işaret ediyor. Yani onların size bunları yapmaları sizin için büyük bir imtihandır, denemedir.
Belâ iyi de olabilir, kötü de olabilir. Bunun asıl anlamı mihnettir (sınamadır). Allah (cc) kullarınu onun şükür edip etmediğini denemek için iyiliklerle ibtilâ ettiği gibi, sabrını sınamak üzere hoşuna gitmeyen şeylerle de ibtilâ eder (dener). (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/187-188) Arabın kelâmında belâ; deneme ve imtihan demektir ki hayr ve şer hakkında da kullanılır… Allah (cc) kullarını hasenât (hayr, iyi) ve seyyiât (şer, kötü) ile sınadığını haber veriyor (bkz: A’raf 7/168) (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 1/313)
Herkes sabır sabır der de, sabrın gereği ne kadar yerine getirilir? Burada sabrın, direnmenin, kurtuluş için kararlı olmanın, onun uğruna çalışmanın işaretlerini buluyoruz. Burada, ‘belâ’ya uğrayan bir topluluğun samiyet derecesi ölçülmektedir. Zira sabır, sadece zulüm ve işkenceye katlanmak değildir.
Sabır; sarsılmadan, ruhsal hezimete uğramadan zorlukları göğüslemektir. Bununla birlikte kurtuluş ümidini, kararlılığı bırakmamaktır. Zulüm ve azgınlığın karşısında dik durabilmektir. Hatta bu zorluğu aşmak için gereken çabayı göstermektir. (Kutub, K. fi-Zılâli’l-Kur’an, 4/2088)
Kur’an, İsrailoğullarının çektikleri sıkıntıları söz konusu ettikten sonra her üç âyette de; “Bu, sizin için Rabbinizden gelen çok önemli bir imtihandı” diye ekliyor.
Burada ‘belâ’nın Allah’a nisbet edilmesi dikkat çekicidir. Bu, İsrailoğullarına daha sonradan verilecek olan nimetlerin, kavuşturalacakları derecelerin bir bedeliydi. (Bekara 2/47)
Allah kullarından dilediğini, dilediği şeyle dener; bununla ya ona bir zafer verir, ya günahını affeder, ya şükrünü artırmasına sebep olur, ya da ona daha fazla sevap/karşılık verir.
Musa Peygamberin ashabı gerçekten büyük (muazzam) bir belâ (deneme) ile karşı karşıya kalmıştı. Ülkelerinde hiç bir değerlerine itibar edilmiyor, hakları kısıtlanıyor, köle muamelesi görüyorlardı.
Orası kendi ülkeleriydi. Asırlar önce Yûsuf Peygamber eliyle oraya yerleşmişler, orayı yönetmişler, orayı imar etmişlerdi. Ama Firavun onlara yabancı (parya) gözüyle bakıyor, ayrımcılık uyguluyor, onları göz altında tutuyordu. Zira onlar hâlâ ataları Yakub’un ve Yûsuf’un dini üzerinde idiler. Onlar o Tevhidî öze sahip oldukları sürece, Firavunun rabliği, ya da hükümranlığı rahat etmiyecekti. Bunun için onların zayıf bırakılması, baskı altında tutulması, erkek çocukların ortadan kaldırılması gerekiyordu.
Tarihten beri şirk dinini hayat tarzı olarak benimseyenler, Tevhid’e iman edenlerden asla razı gelmezler. Her zaman ve her yerde onların zayıf kalmalarını isterler. Onları hiç bir şekilde yetki makamında ve güçlü görmek istemezler.
Ancak bu büyük belâ, asla esef edilecek, asla pişmanlık duyulacak, asla geri kaçmaya sebep olacak bir felaket değil; tam tersine sabrı ve tahammülü, direniş ve tevekkülü, azim ve gayreti kamçılayan bir süreçti. Onları bununla imtihan eden Rabbimiz, Musa’nın eliyle onlara müjde veriyor, başlarına gelen bu musibetin karşılığını çok büyük fazlasıyla geri alacaklarını müjdeliyordu.
Böyle bir müjde Hz. Musa’ya henüz peygamber oluşunun ilk zamanlarında, İsrailoğullarının zayıf, güçsüz ve baskı altında oldukları, bütün umutların gittiği, Firavunun galibiyetini ilan ettiği zamanda verildi (Allahu a’lem).
Sonuç Rabbin takdir ettiği gibi oldu. Hakkın yanında olanlar kazandı, bâtılı ve haksızlığı savunanlar, zulme başvuranlar kaybetti.
Zalimler kazanmış görünse de kaybetmeye devam edecekler.
Bu gerçek günümüzde de geçerlidir. Hakka gönül verenler esef etmesinler, ümitsiz olmasınlar, bâtılın tuzakları ve baskıları karşısında yılmasınlar. Allah (cc) ‘belâ’yı sebepsiz yere vermez.
Aslında korkulması gereken şey, mü’min olarak bu gibi denemelerden mahrum kalmak ve bunun getireceği hesapsız mükâfatları hak edememektir.
(Ama ne acıdır ki, isimlerini Allah’ın İsrailoğulları dediğinden alan siyonistler firavun rolüne soyundular. Firavun İsrailoğullarının yalnızca erkek çocuklarını katlediyordu. Siyonistler ise kız-erkek çocukları, kadınları, sivilleri vahşice öldürüyorlar, katliam yapıyorlar. Gazzellerin nesillerine müdahale ediyorlar. Hayat kaynaklarını –arazileri, evleri, hastahaneleri, mabedleri, hatta hayvanları bile- acımasızca tahrip edip, hayatı Gazzelilere dar ediyorlar, Firavun gibi… Demek ki firavunluk tarihte kalmadı, yaşıyor.
Şimdilerde bu azîm belâya (imtihana), bu firavunluğa Gazzeliler, Filistinliler muhatap oluyorlar. Rabbim bu imtihanı kazanmalarını nasip eylesin!)
Hüseyin K. Ece
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-