islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,3943
EURO
34,5746
ALTIN
2.380,12
BIST
10.045,74
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
16°C
İstanbul
16°C
Az Bulutlu
Çarşamba Az Bulutlu
16°C
Perşembe Az Bulutlu
18°C
Cuma Az Bulutlu
17°C
Cumartesi Az Bulutlu
19°C

AÇLIK KUR’AN VE ZİRAAT

AÇLIK KUR’AN VE ZİRAAT

Çağımızın temel sorunlarından biri de açlıktır, bir başka ifade ile  açlık, geçmişte olduğu gibi bugün ve yarın da insanoğ­lunu en fazla düşündüren ve endişelendiren konuların başında yer almaktadır.   Nitekim BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) ve Dünya Gıda Programı (WFP) küresel açlık raporuna göre  2021’de dünya nüfusunun neredeyse yüzde 10’u açlık sorunu yaşıyor. Açlık çekenlerin sayısının 828 milyona yükseldiği vurgulanan raporda, Kovid-19 salgını ile birlikte bu sayısının daha  da arttığı ifade ediliyor. Raporda  ayrıca  “Dünya, 2030 yılına kadar açlığı, gıda güvensizliğini ve yetersiz beslenmeyi sona erdirme hedefinden giderek uzaklaşıyor”   deniliyor. Rusya-Ukrayna Savaşı’nın  da  söz konusu  bu açlığı daha da artırdığı görülüyor.

İnsanoğlu  bu tehlikeye karşı, yeterince önlem alıyor mu?  Sanmıyorum. Zira görünen manzaradan bu anlaşılmıyor. Bilim insanlarının ise bu konuya da kafa yorduklarını ve  çare aradıklarını; bunlar arasında üretimin artırılmasını ve israfın önlenmesini  çare olarak  sunduklarını  biliyorum.  Ama üretim  yeterince artırılamıyor, israf  da önlenemiyor.  Bu sebeple  dünyanın  bir kısmı,  tokluktan ölürken; bir kısmı açlıktan ölüyor.  Tok olanlar,  –  istisnalar  hariç-   açların imdadına yetişmiyor.  Yemedikleri ekmeği ve  diğer yiyecekleri  çöpe  atıyor,  israfta  sınır  tanımıyor.  Bu israfı gördükçe veya duydukça, aklıma hep  Saffet Solak Bey’in şu  anısı  geliyor:

“Amerika’da master yaptığım yıllarda, çalıştığım üniversitenin yemek salonu açık büfe şeklindeydi. Herkes dilediği yemekten istediği kadar alabiliyordu. yemekhanenin kapısında “Take what you need. Eat what you take” (yiyeceğin kadar al, aldığını da ye) diye yazmakta idi. Bir gün aynı masada yemek yediğimiz Çinli bir arkadaşı, tabağında kalan son pirinç tanesini almaya çalışırken görünce dayanamadım ;denemek için dedim ki : “Bir pirinç tanesi için neden bu kadar uğraşıyorsun? Bırak tabakta kalsın. “Çinli arkadaşın verdiği cevap çok düşündürücüydü: “Her Çinli bir pirinç tanesi israf etse, Çin nüfusu ile çarp bakalım, kaç ton
pirinç yapar? Biz kalabalık bir ülkeyiz, israf etme lüksümüz yoktur.” dedi. Yine denemek için dedim ki : “Şu anda Çin’de değil Amerika’dasın. Tabağında bırakacağın pirinç tanesi Çin’i değil, Amerika’yı zarara uğratacaktır”. Bu sözlerim karşısında güldü ve şöyle dedi : “Yaşadığım ülke olan Amerika’yı bu şekilde zarara uğratmak onurlu bir davranış olmaz. “Çinli arkadaşı bu onurlu davranışından dolayı tebrik ettim ve düşüncesini paylaştığımı söyledim. İslam dininin bu konudaki, “Yiyiniz içiniz, fakat israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez” buyruğunu açıkladım. Çok hoşuna gitti. Tam o sırada ,Ürdünlü Müslüman bir tanıdık tabağındaki yemek artıklarını çöp sepetine boşalttı. Bunu gören Çinli arkadaş Ürdünlü’yü göstererek : “O Müslüman değil mi? dedi. O kadar üzüldüm ki , ne diyeceğimi bilemedim…”

Kur’an’da buğday ile ilgili  dikkat çeken  bir ayet var.  Bu ayette şöyle diniliyor:

Mallarını, Allah yolunda harcayanların hâli, her başakta yüz tane olmak üzere yedi başak bitiren bir tek tane gibidir. Allah di­lediğine kat kat verir. Allah cömerttir ve alimdir.”[1]

Ayet, Allah yolunda  mallarını harcayan kimselere, bire yedi yüz veya daha fazla sevabın verileceğini açıklıyor. Hiç şüphesiz  bu ayetin muhtevası da diğer ayetler gibi Müslümana  verilmiş  bir  mesaj içeriyor. Verilen   bu mesajdaki  amacın  da Allah rızası için infak edenlere,  yedi yüz ve daha fazla  sevap verileceğini  müjdelemek ve onları vermeye   teşvik etmek, olduğu  anlaşılıyor.   Ancak ayette verilecek sevabın, bir başakta yüz tane olmak üzere yedi başak  bitiren bir tek  buğday tanesine benzetilmiş olası,  ayrıca  dikkat çekici bir nitelik arz ediyor. Zira ayet, soyut  bir bilgiyi, somut bir benzetme ile  açıklıyor. Nitekim  bu husus, Fahreddin Razi’nin de dikkatini çekmiş olacak ki  ayetin yorumuna,  “Üzerinde yüz tane bulunan hiçbir başak gördün mü ki Allah, bununla bir benzetme yapmıştır?”  sorusunu sorarak başlıyor.

Ona  göre   bu  ayet, daha çok kazanç elde etmek için tek bir tohum ektiğinde, onun kendisine yedi yüz tane vereceğini bilen ve bunun  da gereğini  yapan  insan gibi, ahirette  de Allah’tan  mükâfat isteyen kimsenin , infak ettiği  ve yaptığı tek bir şeye karşılık, on veya yüz veya yedi yüz mislini alacağını  bilmesini  ve   gereğini  de  buna göre  yapmasını  ifade ediyor. Bu nedenle de o, “Bu özellikte bir başak  ister bu dünyada bulunsun, ister bulunmasın, fark etmez”  diyor ve  bu  yorumunu da makul ve mantıklı buluyor.[2]

Elmalılı  Hamdi Yazır  da bu ayet ile ilgili  şunları söylüyor:   “Habbe (tane) daha ziyade buğdaya masruf olduğuna göre bu misale ender tesadüf edildiği söyleniyor. Temsilin hakikî olması için bu kadarı da kâfi ise de âyet bize bilhassa şunu ilham ediyor ki, hikmet-i ilâhiye asgarî olmak üzere bu kadarına müsaittir. Bu­nun böyle istihsal edilememesi nizam-ı hikmet üzere ziraatçılık yapılamamasındandır. Binaenaleyh insanlar, fesadı bertaraf edip ilm-i ziraatı de terakki ettirecek olurlarsa bu kadar mahsûl almaya müjdelenmişlerdir. O zaman yeryüzünün erzakı bize yetişmiyor diye kavga etmezler, yetişmeyecek diye de ye’se düşmezler.” [3]

Mısır’lı müfessir Mustafa Merâğî ise bu ayetin yorumunda  şu bilgiye yer verir: Mısır’lı ziraatçılar, özel buğday yetiştirme tarlalarında, yaptıkları deney ve tecrübeler ne­ticesinde bir buğday tanesinden 40, 56 ve hatta 70’e varan başak­ların; ve yine her başakta 60 veya daha fazlaya ulaşan tanelerin yetiştiğine şahit olmuşlardır. Hatta 1942 yılında bir ziraat müfet­tişi, bir buğday başağında 107 tane buğday tanesi yetiştirmeye mu­vaffak olmuş ve bu başarısının eserini, ziraatçı olan veya olmayan bütün ziraî kurum mensuplarına göstermiş ve onlar da bu başağın tanelerini tek tek sayarak, bunun doğruluğunu kabul etmişlerdir.[4]  Merâğî, bu açıklamayı yaptıktan sonra, kendi kanaatini de  şöy­le belirtir:

“Bu neticeye her ne kadar geç ulaşılmışsa da, yine de zaman, Kur’ân-ı Kerîm’in ortaya koyduğu bütün hükümlere kefil olmakta ve onu tasdik etmektedir. Zira ilim ilerledikçe Kur’ân-ı Kerîm’in bize haber verdiği şeylerin doğruluğu apaçık ortaya çıkmakta ve işaret ettiği hakikatler bir bir zuhur etmektedir.”[5]

Biri eski, diğer ikisi çağdaş üç müfessirin  bu yorumları,  ayetin sembolik anlamından zahirî anlamına bir yönelişin  olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla  ayette zikredilen bire yedi yüz veren  buğday tanesini, Razî’nin  sembolik yorumu ile değil de, Elmalılı’nın  önerisi ve Merağî’nin de somut örneklere dayalı yorumu üzerinden  anladığımızda,   günümüzün ziraatçılarına da önemli görevler düşmektedir.  Bu da bir tanenin yedi başak verdiği  bir  buğday türü  keşfetmek ve üretmek.

Bu konuda ziraat fakültesinden  bir  öğretim üyesi ile  yaptığım  konuşmadan edindiğim  bilgiye göre,  günümüzde  böyle bir buğday  cinsinin  olmadığını, fakat eski buğdaylarda bir taneden birden fazla başak çıktığı bilgisine sahip olduklarını, günümüzdeki buğdaylarda ise bu durumun görülmediğini,  bir taneden  sadece  bir  başak  çıktığını  ve her başakta da  yaklaşık yetmiş  tanenin  olduğunu öğrendim.  Bununla birlikte ayetin lafzı ve zahirî anlamı, böyle bir buğday cinsin olduğunu  ifade ediyor, dolayısıyla günümüzde böyle bir buğday türünün olmaması, hiçbir zaman  olmayacağı anlamına gelmiyor.

Sonuç olarak buğday üretimini artırarak  açlığa  çare olabilecek   böyle bir imkan olmadığına göre,  geriye sadece kullanılmayan tarım arazilerinin kullanıma açılması ve israfın önlenmesi kalıyor. Bunun için de toplumun bu konuda bilinçlendirilmesi,  büyük önem arz ediyor. Zira salt bilginin  yeterli olmadığı  görülüyor, dolayısıyla da bu bilginin bilinç haline dönüştürülmesi; daha açık bir ifade ile tek bir pirinç tanesini bile ziyan etmeyen o Çinli’ nin  sahip olduğu  bilince, her  ferdin de sahip  olması gerekiyor.

 

Prof. Dr. Celal Kırca

YAZARIMIZIN DİĞER YAZILARINI OKUMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ.

[1] Bakara, 2/261.

[2] Fahrettin Razî, Mefatihu’l Gayb, Tahran  tarihsiz, 7/44.

[3] Elmalılı, Hak Dini,  İstanbul 1935,1/898.

[4] Mustafa  Merâğî, Tefsir, Beyrut 1974, cüz. 3, s. 30.

[5] Merâğî,  Tefsir, cüz. 3, s. 30.

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.