islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,3733
EURO
34,9950
ALTIN
2.325,67
BIST
9.091,44
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
23°C
İstanbul
23°C
Az Bulutlu
Cumartesi Az Bulutlu
22°C
Pazar Az Bulutlu
22°C
Pazartesi Az Bulutlu
24°C
Salı Az Bulutlu
18°C

Aldatıcı bir Rüyadan Uyanmak

Aldatıcı bir Rüyadan Uyanmak
3 Ağustos 2019 11:38
A+
A-

Toplumlar, kendi varlıklarını sahip oldukları inanç, kültür ve bilgi sistemleriyle oluşturur ve hayatlarını bu çerçevede devam ettirerek özgün ve kendilerine has bir dünyayı kurarlar. Türkiye toplumu da, İslam ile yeni bir dünya ve hayat anlayışına girerek medeniyet açısından çok büyük eser ve  insanlık örneği vermiş, tarihi geçmişiyle örnek bir toplumlardan biri olmuştur.

Elbette ki toplumların dinamizmi ve saygınlığı, antika bir eser gibi süreklilik göstermez. Toplumların kendi tarihi misyonu ve gelecek planı; sahip olduğu değer, bilgi ve medeniyet mirasının canlılığı ile gerçekleşir. Bu canlılığı sürdüremediği zaman, sosyal özelliklerini kaybeder ve tarih içindeki rolünü başkalarına devretmek zorunda kalır.

İnsanımız ve toplumumuz, iki yüz yıla yakın zamandır; başka ideoloji ve kültürlerin baskısı altında kendi  tarihi rolünü oynayamamaktadır. Burada, öncelikle  insanımızın kendi fikri kaynakları ve iman hassasiyetiyle irtibatının kesilerek, başka kaynaklardan beslenmek zorunda bırakılması; yabancı felsefe ve ideolojilerin yörüngesine girerek, “kendisi olmak”tan çıkarılması hadisesiyle karşı karşıyayız.

Toplumsal şuur, varlığının ve geleceğinin farkında olmadan yaşamanın tabii değil, sun’i bir hayat tarzı olduğunu insana hatırlatmalıdır. Çünkü yaşayışı, düşüncesi ve gelecek beklentileri, eğer şuur dışı bir yöneliş içindeyse, bunun adı; bir rüyayı yaşamaktan başka bir şey değildir.

Çevremizde meydana gelen olaylar, eğer bizim irade ve kararlarımızla değil de; birilerinin telkini veya dayatması ile meydana geliyorsa, orada bizim varlığımızın bir anlamı kalmamış demektir. İnsan ve toplum olarak, etrafımızda kurgulanmış ve planlanmış bir hayatı yaşıyorsak, böyle bir hayat; bizim eserimiz değildir ve oradaki varlığımız, sadece bize verilen rolü oynamaktır.

Gelecek bilimi, toplumların varlığı ve dinamizmi ile önemli bir belirleyici role sahip olduğunu söylüyor. Geleceğini, internet ve televizyonun yönlendirdiği şekilde sürdüren toplumlar; “uydu toplum” olmaktan öteye geçemezler.  Çünkü; uluslararası merkezlerin çerçevesini çizdiği bir dünyada yaşamaya mahkum olmak, iradeli bir toplumun kabul edemeyeceği bir durumdur. Ve aynı zamanda bu durum, kendi faydamızın dışında; başkalarının menfaatine gerçekleşecek bir planı uygulamak olmaktadır.

Günümüzün emperyalizmi, bilgi ve hayat felsefesi şeklinde ortaya çıkıyor; ihtiyaçların, zaafların ve zevklerin çerçevesini çizdiği bir hayat anlayışı olarak bizi kendine tabi kılıyor.

Allahın insana verdiği akıl, çevresindeki olayları anlayarak ve değerlendirerek yaşamayı gerektiriyor. Sormadan, sorgulamadan ve niteliğini bilmeden bir bilgiyi veya yaşama tarzını kabul etmeyi değil..

Batı, Aydınlanma ve Sanayi devriminden sonra eşyayı ve insanı kutsallaştırarak, kendisine sunulan ilahi ve ahlaki gerçeklere sırtını çevirdi.  O, yaşadığı haksızlık, zulüm ve aldatıcı sistemle hesaplaşmak istediği için, her türlü kutsala, ruhi ve ahlaki olana savaş açtı.  Bu durum, başına kötü olaylar gelmiş bir insanın, hayata kötümser bakması gibi bir şeydi. Bütün gücünü maddenin keşfine ve maddenin geliştirilmesine harcadı. Ama, bu arada ruhunu, ahlakını ve insanlığını kaybetti. Bunun getirdiği sömürgeci, ruhsuz ve zalim bir karaktere büründü.

Şimdi kendimize soralım: bu durumu yaşamayan bir medeniyet olarak; kendimizi, kötü bir geçmişi ve mağduriyeti olan batı hayatının girdaplarına neden mahkum ediyor ve onun psikolojisini yaşamaya mahkum ediyoruz?  Böyle bir durum, “şuur kaybı” değil de nedir?..

Ey gençler! Artık kendinize gelin..  Gösteriş, cinsellik, lüks ve maddeye bağımlı yaşama gibi; hayatın sıradan zevk ve ihtiyaçlarına  değerlerinizi, kişiliğinizi kurban etmeyin. İnsan sadece ihtiras ve cinselliği ile insan değildir.  Eşya, cinsellik; hayatın gerekli fakat hayati olmayan ihtiyaçlarıdır. Bilgi, ahlak, sevgi, dostluk, merhamet, adalet gibi hayatı gerçekten şekillendiren değerlerin farkına varın. Bu değerleri ayakta tutmak için, sizi  eğlence, cinsellik, tüketim bağımlısı yapan sahte dünyanın uyuşturucu kabusundan kurtarın. 

İnsanın ruh, fizyoloji ve düşünce gibi muazzam yapısının, hayvanlara eş bir hayat için olmadığının farkına varın. Büyük işlerin adamı olmanız gerektiğini hatırlayın. Her insanın, yaptıklarından hesaba çekileceği bir gün olduğunu unutmayın.

Prof. Dr. Sami ŞENER

Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi

Yorumlar
  1. İbrahim TÖRE dedi ki:

    Muhterem Hocam Allah razı olsun.
    Gene yerinde, çok faydalı bir makale.
    İnşallah özellikle gençlerimiz böyle güzel fikirleri hayata geçirirler.
    Kaybedenler değil de, dünyada da ahirette de kazananlardan olurlar-olurlar inşallah.