Orta Doğu, tarih boyunca birçok çatışmanın merkezi olmuştur. Bu çatışmaların en dikkat çekici örneklerinden biri, İran’ın bölgedeki etkisini artırmak için uyguladığı asimetrik savaş stratejisidir. Bu yazıda, İran’ın Lübnan’dan Hizbullah, Yemen’den Husiler, Irak ve Suriye’den çeşitli gruplar aracılığıyla yürüttüğü asimetrik savaşın dinamikleri ve bu stratejinin bölgesel etkileri incelenecektir. Ayrıca, İran‘a yönelik eleştirilerin ötesinde, İsrail’in saldırganlığına karşı kolektif bir direnişin gerekliliği tartışılacaktır.
Asimetrik savaş, taraflar arasında güç dengesizliğinin olduğu çatışmalarda, daha zayıf tarafın konvansiyonel olmayan yöntemlerle üstünlük sağlamaya çalıştığı bir savaş türüdür. İran, bu stratejiyi benimseyerek, doğrudan askeri müdahaleler yerine vekil gruplar aracılığıyla bölgedeki etkisini artırmayı hedeflemektedir. Bu bağlamda, Hizbullah, Husiler ve Irak ile Suriye’deki çeşitli milis grupları, İran’ın bölgesel politikalarının birer uzantısı olarak işlev görmektedir.
Lübnan’da faaliyet gösteren Hizbullah, İran’ın en güçlü vekil gruplarından biridir. 1980’lerde İran Devrim Muhafızları tarafından kurulan Hizbullah, İsrail’e karşı direnişin simgesi haline gelmiştir. Hizbullah, askeri kapasitesini artırarak, İsrail’e karşı asimetrik savaşın en önemli unsurlarından biri olmuştur. Hizbullah’ın füze ve roket kapasitesi, İsrail’in güvenlik endişelerini artırmaktadır.
Yemen’de faaliyet gösteren Husiler, İran’ın bölgedeki diğer önemli vekil gruplarından biridir. 2015 yılında Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyonun Yemen’e müdahalesiyle başlayan çatışmalarda, Husiler İran’dan önemli destek almıştır. Husiler, Suudi Arabistan’a karşı asimetrik savaşın bir parçası olarak balistik füze ve insansız hava araçları kullanmaktadır.
Irak ve Suriye’de faaliyet gösteren Şii milis grupları, İran’ın bölgedeki etkisini artırmak için kullandığı diğer önemli unsurlardır. Irak’ta Haşdi Şabi (Halk Seferberlik Güçleri) ve Suriye’de çeşitli Şii milis grupları, İran’ın bölgedeki stratejik hedeflerine ulaşmasında önemli rol oynamaktadır. Bu gruplar, İran’ın bölgedeki askeri varlığını güçlendirmekte ve İsrail ile diğer bölgesel aktörlere karşı bir denge unsuru oluşturmaktadır.
İran’ın bölgedeki faaliyetleri, mezhepçi ve seküler kesimler tarafından farklı şekillerde eleştirilmektedir. Mezhepçi reflekslerle İran’a karşı olanlar, genellikle İran’ın Şii kimliğini ve bu kimlik üzerinden yürüttüğü politikaları eleştirirken, seküler kesimler ise İran’ın dini yönetim yapısını ve teokratik rejimini hedef almaktadır. Ancak, bu eleştirilerin ötesinde, İsrail’in saldırganlığına karşı kolektif bir direnişin gerekliliği vurgulanmalıdır. Bu bağlamda, mezhepçi ve seküler tandanslı negatif bakış açılarını bir kenara bırakarak, ortak bir direniş şuuru oluşturulması önemlidir.
İran’ın bölgedeki vekil gruplar aracılığıyla yürüttüğü asimetrik savaş, İsrail ve diğer bölgesel aktörler üzerinde önemli bir baskı unsuru oluşturmaktadır. İsrail’in güvenlik endişeleri, İran’ın bu stratejisiyle daha da artmakta ve bölgedeki gerilimler tırmanmaktadır. Ancak, İran’ın bu politikalarının sadece bölgesel aktörler üzerinde değil, aynı zamanda kendi iç dinamikleri üzerinde de önemli etkileri bulunmaktadır. İran’ın iç politikalarında yaşanan gerilimler ve halkın tepkileri, bu stratejinin sürdürülebilirliğini sorgulamaktadır.
İran’ın asimetrik savaş stratejisi, ülke içinde de çeşitli gerilimlere yol açmaktadır. Ekonomik yaptırımlar ve askeri harcamalar, halkın yaşam standartlarını olumsuz etkilemekte ve hükümete yönelik tepkileri artırmaktadır. Bu durum, İran’ın bölgesel politikalarının sürdürülebilirliğini zorlaştırmaktadır.
İran’ın asimetrik savaş stratejisi, bölgedeki barış ve istikrarı da olumsuz etkilemektedir. Vekil gruplar aracılığıyla yürütülen çatışmalar, bölgedeki gerilimleri artırmakta ve uzun vadeli barış çabalarını zorlaştırmaktadır. Bu nedenle, bölgedeki aktörlerin ortak bir direniş şuuru oluşturarak, barış ve istikrarı sağlamaları önemlidir.
İran’ın asimetrik savaş stratejisi, bölgedeki güç dengesini etkilemekte ve İsrail’in saldırganlığına karşı önemli bir direnç noktası oluşturmaktadır. Ancak, bu stratejinin sürdürülebilirliği ve bölgesel barışa katkısı tartışmalıdır. Mezhepçi ve seküler eleştirilerin ötesinde, İsrail’in saldırganlığına karşı kolektif bir direnişin gerekliliği vurgulanmalıdır. Bu bağlamda, bölgedeki aktörlerin ortak bir direniş şuuru oluşturarak, barış ve istikrarı sağlamaları önemlidir.
Sadi ÖZGÜL
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-