islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,3374
EURO
34,8108
ALTIN
2.390,60
BIST
10.276,88
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Açık
19°C
İstanbul
19°C
Açık
Pazartesi Açık
21°C
Salı Parçalı Bulutlu
24°C
Çarşamba Az Bulutlu
20°C
Perşembe Az Bulutlu
18°C

ÂYETİ TANIMLAMAK

ÂYETİ TANIMLAMAK
3 Kasım 2023 10:00
A+
A-

Vahyin son kitabının insânlık dünyâsına inen ilk kelimesi“oku” emriyle başlamakta ve bu okumanın “Rabbi’nin adıyla” veyâ “Rabbi’nin adına” olması gerektiği insândan istenmektedir. Çünkü Allah, insâna bilmediğini öğretmek için “kerem” sıfatıyla tüm varlığı onun önüne cömertçe sermiştir.[1] Kur’ân’a göre, insânın önüne, okunmak üzere “üç temel kitap” konulmuştur. Bunlar; evren kitabı, vahiy kitabı/Kur’ân ve insânın bizzât oluşturduğu kendi kitabıdır. Vahiy kitabı, yâni genel anlamda bütün peygamberlere gelmiş bulunan ilâhî vahiy, özel anlamda ise Kur’ân, evren ve insan kitaplarının gereğince okunup değerlendirilmesini kolaylaştıran bir ışıktır. Bunun içindir ki; vahyin yani bir anlamda Kur’ân’ın bir adı da “Nûr”dur.[2] O hâlde, evren ve insân adlı kitaplarının gerektiği şekilde okunabilmesi için Yaratıcı Kudret vahiy kitabı aracılığı ile insâna yardımcı olmak üzere devreye girmektedir.

Kur’ân, bu üç kitabın, belirli pasaj veyâ parçalarını “âyet” olarak anmaktadır. Kur’ân, bir âyetler topluluğu olduğu gibi evren ve insân da âyetler topluluğudur. Âyetler insânı Allah’a götüren işâretlerdir ve insân bu âyetleri okuyabileceği, anlayabileceği, tanıyabileceği ve yaşayabileceği ölçüde insândır. Âyet; Arap dilinde “işâret, iz, belirti, delîl” anlamlarına gelmektedir. Yine Kur’ân’ın belirli parçalarına da “âyet” denilmekte, vahyin, insânoğluna gelen her bölümü veyâ parçası “âyet” adını almaktadır. Daha öz bir ifâdeyle söylemek gerekirse: “Yaratan’la yaratılan arası ilişkide anlamı olan herşey âyet demektir.” Aynı zamanda bütün bu varlıklar ve evrende meydana gelen olaylar, bir yandan Allah’ın “ol” emrinin sonucunda ortaya çıkmış birer kelimesi, Allah’a işâret etmesi ve insânların Allah’ı bilmesi bakımından da birer âyettir.

Vahiy kitabında mikro ve makro âlemlerle ilgili bir yan olduğu gibi evren ve insân kitaplarında da vahiy ile ilgili yanlar vardır. O hâlde, ne vahiy kitabı insân ve eşyâya ait ilimlersiz çözülebilir ne de eşyâ ve insân vahiy kitabı olmadan gereğince anlaşılabilir. Bunlardan birini değerlendirmek için ötekini inkâr etme veyâ görmezlikten gelme, Kur’ân’ın yolu değildir. Bu da bize gösteriyor ki; üç kitapta yer alan tüm âyetler kutsaldır. Çünkü onların tümü Allah’ın âyetleridir ve O’nun varlığına kanıttır. Bütün bunlar bize gösteriyor ki, vahiy aracılığı ile indirilen âyetler olduğu gibi yaratılış yoluyla varlıklar dünyâsına çıkarılan âyetler de vardır. Ve bu âyetlerin tümü Yaratıcı Şuur’u gösterme bakımından delîl niteliğindedir. Bu âyetlerin sergilenişinde şuurla maddeyi tek bünyede birleştiren insân; hem bir komplike âyetler topluluğu hem de biricik âyet okuyucusudur.

Kur’ân-ı Kerîm, insânın kuşattığı âlemdeki âyetlere “enfüsî/subjektif”, insânı kuşatan âlemdeki âyetlere de “âfâkî/objektif” âyetler demektedir. İnsân, Kur’ân’ın seyr/yürüyüş/sefer/dolaşma dediği bir incelemeyle bu âyetlerin tamamını tetkik etmelidir. Seyr, insânın içindeki âyetlere yönelikse buna enfüsî seyir; dıştaki âyetlere yönelikse, buna âfâkî seyir denir. Bu seyrin sonu yoktur. Çünkü âyetlerin sonu yoktur.[3] Yine Kur’ân’a göre, bu iki âyet topluluğunun hedefi gerçeğin, Kur’ân’ın deyimiyle Hakk’ın ortaya çıkmasıdır.[4] Âfâkî âyetler; ilim, felsefe, tefekkür, sanat, hattâ gayeli-gayesiz bütün davranışlarda beliren âyetlerdir. Enfüsî âyetler ise, mistik dünyânın sınırlarından itibâren farkedilen âyetlerdir. Bunların birincilerine “zâhirî”, ikincilerine de “bâtınî” âyetler denir. Bu âyetlerin her kategorisi için inceleme kuralları vardır. İlim, felsefe, sanat, tasavvuf kendi alanına giren âyetleri, yine o alanın kurallarına, özelliklerine riâyet ederek inceleyebilirler.

Kur’ân’da yer alan âyetlerin, hangi sûre içerisinde yer alacağı ve sıralanacağı ilâhî kaynaklıdır. Daha açık bir ifâde ile vahyin Hz. Peygamber’e gelişine aracılık eden  “Cebrail” adlı melek, yine Allah’tan aldığı bir emirle, her âyetin konması gerektiği yeri Hz. Peygamber’e göstermiştir. İş bununla da kalmamış, her yıl toplanan âyetler Hz. Peygamber ile Cebrail arasında “mukabele” yâni karşılıklı okunmak sûretiyle âyetlerin olmaları gerektiği yerde bulunup bulunmadıkları kontrol edilmiştir. Hatta bu karşılıklı okuma Hz. Peygamber’in göçtüğü yılda iki kere yapılmıştır. Buradan da anlaşılıyor ki; her âyetin Kur’ân’daki “diyalektik[5] bünyesinde hangi âyetlerle irtibatlı olduğuna karar verme yetkisi, insânın sistem tutkusuna ve spekülasyon zaafına bırakılmadan, bizzat Yaratıcı Kudret tarafından belirlenmiştir. Kısaca; Kur’ân’ın tertibi kronolojik değil, diyalektiktir. Bu yönüyle de Kur’ân, okundukça okunur ve en küçük anlamda bir bıkkınlık dahi getirmez.

Kaynaklarda Kur’ân’da elli dilden kelimelerin bulunduğu bilgisi yer almaktadır. Şüphesiz Kur’ân bu yapısıyla da bir evrensellik ifâde etmektedir. Böylece Kur’ân, insânlığı bir bütün olarak sadece rûhu, medeniyetleri ve mânâsıyla değil, dilleriyle de kucaklamaktadır. Kur’ân hem zaman hem de mekân bakımından evrensel kelâm olduğu için de en ileri boyutta çok anlamlıdır ve yoruma en ileri boyutta açıktır. Kur’ân kendisinin yorumlanmasına bizzat kendisi öncülük ve örneklik etmektedir. Allah Kur’ân’ın hem indiricisi[6], hem toplayıcısı[7] ve hem de açıklayıcısıdır.[8] Başka bir ifâde ile Kur’ân’ın en büyük müfessiri Allah’tır.[9] Böyle olduğu içindir ki; Kur’ân’ın âyetlerinden bir kısmı “yorumlanan[10] , bir kısmı ise “yorum getirici[11] âyetlerdir.

Kur’ân’ın kendisini yoruma açan bir kitap oluşunun göstergeleri ve kanıtları düşünüldüğünde karşımıza biri “Muhkem”, diğeri ise “Müteşabih” iki kavram çıkmaktadır. Başka bir ifâde ile Kur’ân âyetleri; Muhkem âyetler ve Müteşâbih âyetler olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Muhkem âyetler; Kur’ân’ın tartışma, yorum ve felsefe yapma dışı tutulan temel dayanakları, aksiyomları ve postülatları diye ifâde edebileceğimiz âyetlerdir. Başka bir deyişle bu âyetler, lâfız ve anlam yönünden kuşkuya ve tartışmaya yer bırakmazlar ve kesinleşmiş yaratılış kanunları ile din buyruklarını çerçeveleyen alan bu âyetlerin kapsamındadır. Kısaca muhkem âyetler ilâhî kitabın izafiyet üstü yönlerini içermektedirler. Müteşabih âyetler ise yoruma ve değişik anlamlar kazanmaya sürekli açık olan âyetlerdir ve mecâzî beyan ve işaretlerle yüklü birden çok anlam boyutları olan alandır.

Bu ayırım Âl-i İmrân/7. Ayette şöyle açıklanır : “Kitap’ı sana indiren O’dur : Onun âyetlerinden bir kısmı muhkemlerdir ki; onlar Kitap’ın anasıdır. Diğer âyetlerse müteşâbihlerdir. Şu var ki, kalplerinde bir eğrilik ve bozukluk bulunanlar, fitne aramak, onun yorumuna öncelik tanımak için Kitap’ın sâdece müteşâbih kısmının ardına düşerler. Onun te’vilini ise, bir Allah bilir, bir de ilimde derinleşmiş olanlar. Bunlar, ‘ona inandık, hepsi Rabbîmizin katındandır’ derler. Gönül ve akıl sâhiplerinden başkası gereğince düşünemez.[12]

Âyetten anlaşılıyor ki ; yoruma ve değişik nüanslar kazanmaya sürekli açık olan müteşâbihleri gerektiği gibi anlamak, Kur’ân’ın yapı taşları durumundaki muhkemleri bilmek ve onlara tartışmasız îman etmekle mümkün olur. Bu nedenle âyet, muhkemleri bilmeden ve onlara tartışmasız îman etmeden müteşâbihleri yorumlamaya kalkmanın kalbinde eğrilik taşıyanların tavrı olacağını söylemektedir. Kur’ân’ın bu kabûlünü şu şekilde de ifâdeye koyabiliriz: Kur’ân’a ters düşmemek için müteşâbihleri muhkemin ışığında değerlendirmek yolunu seçmeliyiz. Bunun aksini yaparak, muhkemleri müteşâbihlere uydurmaya kalkarsak çıkmaza girer ve Kur’ân’sal kavramları yozlaştırırız.

Kavrama kaynaklık eden âyette muhkemlerin neler olduğu detâylandırılmamıştır. Ancak gerek Kur’ân’ın genel tetkiki, gerekse Hz. Peygamber’in tavır ve beyânları, müfessirlerin muhkem başlığı altına girecek kavram ve konuları yakalamalarına imkân vermiştir. Bunlar helâl, haram, geçmiş ümmetlerin hayâtları ile ilgili beyânlar, temel îman ve amel konuları olarak sıralanabilir. Bu noktada şunu da unutmamalıyız ki; bu muhkemlerin varlıkları, bir îman konusu olarak muhkem, nasıllıkları ise müteşâbih alanına girebilmektedir. İslâm bilginleri burada “bir yönden muhkem, bir yönden müteşâbih” deyimini kullanırlar. Örneğin; Allah’ın birliğine îman muhkem, Allah’ın nasıllığı/sıfatları müteşâbihtir. Âhirete, cennete, cehenneme, hesaba çekilmeye iman muhkem, bunların nasıllığı ise müteşâbihtir. Kur’ân’ın bizden istediği, bunları îman konusu olarak kabûl edip tartışma dışı tutmaktır.

Yalnız bu konuda dikkat çekilmesi zorunlu iki tehlike vardır: Bunlardan ilki, müteşâbihleri değerlendirirken, muhkemleri görmezlikten gelmek ve Kur’ân’ı sübjektif beyânlara mahkûm etmektir. İkincisi ise Kur’ân’ın büyük çoğunluğunu oluşturan ve ilâhî kitabın zaman üstünlüğünü sağlayan müteşâbih âyetleri, “bunları Allah’tan başka kimse anlayamaz” diyerek olduğu gibi bırakıp kenara çekilmektir. Bu ikinci yola gidilmesi hâlinde Kur’ân birkaç âyetlik bir dogmalar kitabı olur ve yaklaşık yüzde doksan beşi anlam ifâde etmez hâle gelir. Müteşâbihler de, zamanı gelince çözülecek manalarıyla ayrı birer muhkemdirler. Çünkü son tahlilde Kur’ân’ın tümü muhkemdir. Yani Kur’ân’ın tümü kuşku, çelişme ve tutarsızlıktan uzaktır. Yine müteşâbihlerin müteşabihliği, anlamları fark edilinceye kadardır.

Müteşabihler, insânın yeni tekâmül aşamalarına göre yeni değerlendirmeler yapabileceği alanlardır. Bu değerlendirmeler hem dahili yâni İslâm içi kültürü kullanmak, hem de evrensel plânda yâni diğer kültürleri kullanmak sûretiyle yapılır. Bir başka ifâde ile, müteşâbihleri manalandırmada hem din hem de diğer disiplinler kullanılacaktır. Çünkü Kur’ân, vahiy kitabının yanında, insân ve evren kitaplarının da okunmasını/değerlendirilmesini istemektedir. Muhkem/Müteşâbih ayrımının ortaya çıkardığı bir başka sonuç da Kur’ân’ı sürekli yorumlamak için ilim, fikir ve sanat faaliyetini sürdürmek anlamında içtihadın sürekli devrede olmasıdır. Zaten Kur’ân’ın insândan istediği temel faaliyet de işte bu âyetlerin incelenmesi faaliyetidir. Çünkü insâna hizmet, hem Allah’a ibadet hem de yeryüzünün mamur ve mutlu hâle getirilmesi âyetlerin gereğince incelenmesiyle gerçekleşecektir.

Özetle, Kur’ân’a yaklaşmak için Kur’ân’ın âyetlerine sarılmalı, onları büyük bir titizlikle incelemeli ve üzerlerinde tefekkür etmeliyiz. Bütün bu âyetler, bazen bir sayfa, bazen bir cümle, bazen bir kelime, bazen de bir harftir. Ve Allah’a giden uzun yolun emin işâretleri, şaşmaz delilleri olan bu âyetler; bizi karanlıktan aydınlığa çıkarmak için önümüze serilmiş birer imkânlar serisi ve Allah’ın sonsuz şefkat ve rahmetinin bir sonucudur.[13] Ama bütün bunlara rağmen, insânlık tarihi boyunca Allah’ın âyetlerini umursamayanlar[14], alaya alanlar[15], eğlence eleştiri konusu yapanlar[16], bu âyetleri kendi çıkarları doğrultusunda tahrif edenler[17], bazılarını gizleyenler[18], yine bazı âyetleri çarpıtanlar[19], anlamlarını kaydıranlar, dilleriyle eğip bükenler[20] çıkmıştır ve bundan sonra da çıkacaktır. Biz bunlara yeni bir tanımlamayla genel olarak “âyet bükücüler” adını veriyoruz ve bu yazımızı takip edecek diğer yazılarımızda Kur’ân’ın âyetleri ışığında ilâhî vahyi bozmaya ve anlamını saptırmaya/kaydırmaya yönelik bu zihniyeti/eğilimi tanımaya ve tanıtmaya çalışacağız.

Necmettin Şahinler

 

1] Alak/1-5

[2] Mâide/15

[3] Bakara/106; Fâtır/1

[4]Fussilet/53

[5] İlâhî vahyin insânı doğruya ulaştırmada izlediği yöntem.

[6]Münzili

[7] Câmii

[8]Mübeyyin

[9]Kıyame/16-19

[10] Müfesser

[11] Müfessir

[12] Âl-i İmrân/7

[13] Hadid/9

[14] Yunus/7

[15] Nisâ/140

[16] En’âm/70

[17] Bakara/75

[18] Bakara/174-175

[19] Araf/86

[20] Âl-i İmrân/78

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.