islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,3850
EURO
34,5771
ALTIN
2.387,28
BIST
10.045,74
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
16°C
İstanbul
16°C
Az Bulutlu
Çarşamba Az Bulutlu
16°C
Perşembe Az Bulutlu
18°C
Cuma Az Bulutlu
17°C
Cumartesi Az Bulutlu
19°C

BEKİR TOPALOĞLU HOCAMIZ VE UYARISI

BEKİR TOPALOĞLU HOCAMIZ VE UYARISI
23 Ağustos 2023 10:00
A+
A-

Gece gündüz çalışarak ve güncel konulardan seçimler yaparak hazırladığım Cuma hutbelerimi kendimce derin bir coşku ile sunmaya çalışıyordum. Üniversite gençliğinin öne çıktığı bir cemaatimiz vardı. Hutbelerimiz dinleyenler arasında Bekir Topaloğlu Hocamız olduğunu da öğrenmiştim.

Hocamız, Yüksek İslâm Enstitüsü talebeliğim sırasında; 1969-73 döneminde, hatırladığıma göre, Kelam asistanı idi. Bize derse gelmedi ama hocamızı tanıyorduk.

Hatipliğimin ikinci veya üçüncü yılındaydı. Bir gün hocamız beni odasına çağırdı. Süleymaniye Devlet Yazma Eserleri Kütüphanesi’nde çalışmalar yaptığını ve bu arada Cuma hutbelerimi dinlediğini beyanla şöyle dedi:

Hutbelerin çalışma ürünü olup ilmî. Aşkla da sunuyorsun, tebrik ederim. Ne var ki egemen sistemle fazla çelişiyor ve çatışıyorsun. Görevden alınıp mağdur edilmenden endişe ederim.”

Hoca Talebe İlişkimiz Olmadı

Hoca talebe ilişkimiz ve vicahi görüşmemiz olmasa da hocamıza hep saygı duymuş, eserlerini alıp okumuşumdur.

Uzun yıllardan sonra ve ölümünden önce hocamızla görüşmelerimiz başladı. Hocamızı İSAM’daki odasında ziyaret eder ve önce elini öperdim. Bunu da iki amaçla yapardım; Hocamız benden 10 yaş kadar büyüktü. Onlarca yıl şirk koşmaksızın Allah’a ibâdet etmiş insandı. Onun Peygamberi ve Kitabı üzerinde çalışma yapmış Hocamızı eli öpülesi gördüğüm ve ziyaretimiz sırasında odasında bulunan genç ilim adamlarına saygı örneği vermek için…Tartışılabilir ise de yalnızca ve sadece itikadı sağlam ve amelli ilim adamlarının ellerinin öpülebileceği görüşündeyim.

Ziyaretimizin ana amacı görüşlerini almak olurdu. Kur’ân ve Sünnet Işığında Cennet Hayatı isimli kitabımı yazarken birkaç konuda kendisiyle görüşme ihtiyacını hissetmiştim. Bu arada hocamızın Diyanet İslâm Ansiklopedisi’nde yazmış olduğu Cennet ve Hûrî maddelerini okumuştum.

Hocamıza bazı ilmî itirazlarım vardı. Bunlardan biri de Cennet’e gireceklerle Tezvic edilecek Hûrîlerin onlarla evlendirileceği şeklindeki açıklamasıydı. Tefîl babından Tezvîc fiili iki mefule geçiş yaptığında evlendirme manasına geliyor ve bu durum Ahzab sûresinde örneklendiriliyor ise de (el-Ahzab 33/17) ikinci mefulünü “be” ile alan Tezvîce bu anlamın verilemeyeceğini açıkladım. Tekvîr ve Şûra sûrelerinden de misallendirdim. (el-Tekvîr 81/7; el–Şûra 42/50) Kur’ân lügatlarında ve kaynak tefsirlerde durumun vazıh olduğuna da değindim.

Hocamız beni dinledikten sonra kalktı, kütüphanesinde bulunan Kurân lügatlarından iki tanesine baktı ve ‘taşlar yerinden oynadı ‘diyerek beni doğruladı. Bu tavır, kendisine güvenen tam bir ilim adamı tavrıydı. Hocamıza saygım daha bir arttı. Görüşmelerimizden birinde bana bir projesinden bahisle şöylece dert yanmıştı:

“Arkadaşlarımıza ‘Diyanet İslâm Ansiklopedisi bitti. Gelin, İslâmî ilimleri Kurân merkezli olarak yeniden yapılandıralım. Kelam ilmini de ben üstleneyim,’ diyorum. Diyorum da laf anlatamıyorum.”

Hocamızın bu projesi beni de çok heyecanlandırmıştı. Çünkü Hocamız gibi derli toplu ifade edemiyor isem de, aynı ihtiyacı hissedebiliyordum.

Merhum hocamızla ilgili hatıralarımı kaleme almak istiyordum. Değerli kardeşim Ahmet Ziya İbrahimoğlu’nun Hocamızın yayınlanacak olan hatıratının 22 Kasım 2013 tarihi şahsımla ilgili olan şu notu bana göndermiş olması, yazma arzumu pekiştirdi:

Teheccüde kalktık, Kur’ân okuduk…Kuşluk namazını kıldık. Bugün Ali Rıza Demircan geldi, epeyce bir sohbet ettik. Cennet hayatı ile ilgili yazdığı kitabın muhtevası üzerine fikir alış verişinde bulunduk. Temel İslâmi bilimlerin yeniden ihyası projemden bahsettim, çok memnun oldu, beni de bu işe kat dedi…”

Hatıralar yazılmalıdır. Ama yazmanın asıl gayesi okuyucuyu ilme ve amele yönlendirmek ve tecrübelerden yararlandırmak olmalıdır.

Hocamızın Teheccüd’e kalkması, Kur’ân okuması, kuşluk namazı kılması beni son derece mutlu etti ve teşvik edici oldu.

Bir ömür boyu rızasını tahsil etmeye çalıştığına inandığım Rabbimizin, Hocamıza sınırsız nimetler ihsan buyurmasını diliyorum.

Şeyh Nazım Kıbrisî / Doğruları-Yanlışları

 

Şimdilerde değil Google veya Yandex’e, onlara tercih edilmesi gereken arama motorumuz Yaani’ye örneğin Şeyh Nazım Kıbrisî yazarak

girerseniz yığınla bilgiye ulaşırsınız. İslâmi bilgi ve bilinciniz varsa ve ilgilendiğiniz kişinin gerçek görüşleri ve yaşamına ulaşabilirseniz, doğru ve sağlam bir yargıya varabilirsiniz.

İmam-Hatiplik Yıllarımda Arama Motorları Yoktu

Benim Süleymaniye Camii’nde İmam-Hatiplik yaptığım yıllarda yani 1970 başı ile 1981 sonu arasında internet yoktu, arama motorları bilinmiyordu. Bugünkü gibi bolca güvenilir kitap da mevcut değildi. Bilgilerimizin önemli bir kaynağı da yakından tanıdığımız ve güven duyduğumuz alimlerimizdi.

İstanbul Müftülüğü de yapmış olan hocamız-şeyhimiz Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı Salı geceleri yaptığımız sohbetlerde bazı ricalden/kişilerden övgüyle söz ederdi. Gerçi hocamızın bazı tasavvufi görüşlerine katılmazdım. Ama övgüyle andığı şahıslar da hafızamıza yerleşirdi.

Abdurrahman Şeref Hocamız Nazım Kıbrisî’yi Överdi

Hocamızın tahsinkâr/güzelleştirici ifadelerle söz ettiği ve damadı Bülent Çorapçı Beyden edindiğim bilgiye göre, ölünceye kadar da muhabbetini sürdürdüğü şahıslardan biri de Şeyh Nazım Kıbrisî imiş.

Ben Nazım Kıbrisî’yi hiç görmemiştim, hakkında bir şeyler okumuş değildim. Kendisine bağlı bir müridinden kerametlerine! ilişkin rivayetler de dinlemiş değildim.

Yılını tam hatırlamıyorum. Şeyh Nazım Efendi bir Cuma günü Süleymaniye Camii’ne çıkageldi. Giyimi kültürümüze yakın olup orijinaldi. Sakalı uzundu. Yakışıklı bir adamdı.

Nazım Kıbrisî’yi Minbere Davet Ettim

Süleymaniye Camii İmam Hatipliği hayatımda 12 yıl boyunca ben hiç kimseye Cuma hutbesini teklif etmedim. Çok çok önemli bir zaruret hali olmadıkça minbere başkasının çıkarılmaması da Vakfiye şartlarındandı. O güne kadar yapmadığım bir işi yaptım. Hocamız Abdurrahman Şeref Efendinin olumlu ifadeleri çizgisinde Nazım Efendiyi Hutbe okuması için Minber’e davet ettim.

Nazım efendi, bekler gibi olduğu teklifimi kabul etti ve minbere çıktı. Uzunca bir hutbe okudu. Konuyu tam olarak hatırlamıyor isem de Nur-u Muhammedi gibi ifadeler kullandığını anımsar gibiyim. Dıştan bakıldığında görüntü büyüleyiciydi ve üslûp da yumuşaktı.

Anlatılanları İçselleştiremedim

Ama anlatılanların bir kısmı benim kabul edebileceğim, tevil edilebilir türden değildi. Kendisi hakkında olumsuz bir yargıya varmamakla birlikte minber yolunu açmakla isabetli bir tercih yapmadığımı anladım. Namazı Nazım Efendi mi yoksa ben mi kıldırdım hatırlamıyorum. Cemaatimizin olumsuz bir yaklaşımı da olmadı.

İkinci Gelişlerinde Minberi Teklif Etmedim

Bir iki yıl geçti-geçmedi ki bir Cuma günü Şeyh Nazım Efendi yine geldi? İstanbul’daki müritlerinden bir kısmı da beraberindeydi.

Bu defa kendi kanaatlerimle hareket ettim. Zannıma göre, beklediyse de minberi kendisine sunmadım. Ama bütünüyle olumsuz da yaklaşmadım. Çünkü Hocam Abdurrahman Şeref Efendinin tesiri devam ediyordu. Hutbemi bitirirken Şeyh Nazım Efendinin aramızda olduğunu beyanla namazdan sonra mihrab çevresinde sohbet edeceğini duyurdum. Geleceğine inandığı Mehdi konusunu da içeren sohbetini, edebimiz gereği ben de dinledim.

Ben İslâm’ı, her düzeyli Müslümanın anlaması gerektiği şekilde hayat düzeni olarak algılayan bir insanım. Dinimizin omurgasını oluşturan Kur’ân’ı da ve Hz. Peygamberimizin hayatını da ana hatlarıyla bilirim. İslâmî çizgide bilgi ve bilinçle ve de sabırla yürünmedikçe birilerinin teveccühleri/mânevi yardımları ile sonuçlar alınabileceğine inanmam.Hiç de inanmadım. Bu sebeple sohbeti içime sindiremedim.

Sohbet sonrasında Şeyh Efendiyi dinleyen ve bana Adıyaman Şeyhinin İstanbul halifesi olarak tanıtılan kişi de yanıma gelip bana “İslâm’ı ve Müslümanları kuşatan problemlerin başka bir yolla değil, ancak büyük Allah dostlarının himmetleriyle” çözüme kavuşabileceğini söylemez mi?

Ona şöyle demekten kendimi alamadım:

Ümmetimizin perişan hali ortada. Peki nerede bu Allah dostları? Biz sorumluyuz da onlar sorumsuz ve duygusuz mu? Neden bir araya gelip görev üstlenmiyorlar?

Kur’ân’da bize tanıtılan hiçbir Peygamberin başaramadığını, geleceği umulan Mehdi ve benzeri kişilerden beklemek, ümmetimize arız olan bir hastalıktır. Yarınlara ertelenmesi makul olan işleri bile bugünlerde yapması gereken müminlerin, günümüzde yapılması gerekenleri yarınlara ertelemesi ve çözümü hep gelecekte ve başkalarından beklemesi, Kur’ânî ve Nebevî temeli olmayan batıl bir yaklaşımdır.

 

Araştırma Yaptım ve Bunaldım

Bu bölüm vesilesiyle Nazım Efendi hakkında kısa bir araştırma yaptım fakat birbirine zıt yaklaşımlardan, yani övgüler ve yergilerden bunaldım.

Ancak gerçeği ifade etmem gerekirse merhum Şeyh Nazım’ın bütün ruhumla katıldığım görüşlerini de tespit edebildim. Bu görüşlerinden biri şöyle:

  • Bugünkü üniversitelere değil kızların, erkeklerin gitmesi bile caiz değildir.

Doğru, eğitim sistemimiz, şirk (Allah’a ortak koşma) temelleri üzerine oturmuyor mu? Fizik’te, Kimya’da, Biyoloji’de, Astronomide…Yaratıcı olarak Allah konusu ve inancı var mı? Sosyal bilimler, İslâm ile çelişkili ve çatışmalı değil mi?

Şeyh Nazım’ın bir yerel televizyona yaptığı açıklamadaki şu tespitine katılmayacak bilinçli mümin düşünülebilir mi?:

  • İnsanlık mademki Allah’ı hayata müdahale ettirmiyor, dünya belasını bulacak. İnsanlık mademki Allah her şeyi versin ama emir vermesin, yasak koymasın diyerek kendini ilahlaştırıyor, elbette belasını bulacak.

Ben Ne Övücü Ne de Yericiyim

Hatadan beri olan yalnızca Allah’tır. Ben kesin yargıda bulunmuyorum, yaşadıklarıma-gördüklerime ve okuduklarıma göre değerlendirme yapmaya çalışıyorum. Hiç kimsenin yanlışlarını tevil makamında da değilim. Bilmemiz gereken hakikat şudur:

Herkes, ama herkes Hakk’a çağrılabilir. İstisna yoktur, üstelik çağırmak farz görevimizdir de. Kişiler kendilerini ve dostlarını hatta yücelttikleri insanları bile Kur’ân ve Sünnet çizgisine getirmeye çalışmakla yükümlüdür.

Dâvamız, huzurunda yargılanacağımız Rabbimize hamd ve senadır.

MİRATHABER.COM

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.