islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5192
EURO
34,9079
ALTIN
2.423,37
BIST
9.722,09
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
22°C
İstanbul
22°C
Az Bulutlu
Perşembe Az Bulutlu
21°C
Cuma Az Bulutlu
19°C
Cumartesi Az Bulutlu
18°C
Pazar Az Bulutlu
19°C

BEN DONDUM ZAMAN DONDU

BEN DONDUM ZAMAN DONDU

Buz gibi bu köhne hücrede en iyi alternatif uyumak. Bir ölü misali uyumak! Böylece beynimi kemiren düşüncelerden biraz olsun kurtulmak.  Ancak hiç ama hiç sırası değilken açılan pencereden içeriye tipi savrulması üzerine ani bir refleksle uyanmıştım. Hücremdeki soğuk uğultu, en çok ihtiyacım olanı, uykumu katletmişti.

Kalktım, camı kapattım ve tekrar uyumaya çalıştım. Ama ne mümkün, yatakta da üşüyorum.  Ayağa kalkarak ranzaların arasındaki ince alanda yorulana kadar zıplayarak ısınmaya gayret ediyorum.  Biraz ısınınca tekrar uzanıp yatıyorum.

Rahmetli Şair Necip Fazıl’ın ‘katillerin bile çeşmesi’ diye tasvir ettiği uykuyu yakalarım da o çeşmeden biraz olsun kanarım ve acılardan kurtulurum diye!  Ama nafile.

Böyle geçmek bilmeyen birkaç saatin ardından demir kapı gürültüyle açıldı. Saaiiit nidası ortalığı kapladı.  Gardiyan beni aşağıya çağırıyor. Sait, Saiit,  Saiiit gel Saiiit.

Kim Bu Beni İsmimle Çağıran Densiz!

İsmimle çağrılıyorum. Adımı böyle yalın halde duymak o kadar garibime gitti ki! Uzun yıllardır sadece ismimle hitap edildiğini hatırlamıyorum. Çocukluk ve gençlik yıllarımda ismimle anılıyor olsam da daha sonraki 30 yıl boyunca ismime ek olarak hoca, ya da bey eklendiği için farklı bir tını oluşuyor.

Son yıllarda ise tamamen Sayın Rektörüm ve Rektör Hocam gibi hitap cümleleriyle çevremdeki insanlar beni bambaşka bir kimliğe büründürmüştü. Bu yüzden olsa gerek ismimle çağrılmam bana çok tuhaf geldi!

Toplumsal rollerimizin ve bize verilen statünün baştan çıkarıcılığı konusundaki tartışmalar bir yana, Sait, Saiit gel Sait hitabı bende bin bir güçlükle kurduğum hayatın ve tam kırk yıllık kazanımların birden heba olup gittiğini hissettirdi.   Sait sesi bana “game over” diyordu.

Demek ki hapishanede usul böyleydi.  Oğlum yaşında gardiyanlar benimle konuşurken illa ki ismimi araya sıkıştırıp ikide bir Sait diyorlar.

Sait sesinin bende bıraktığı etkiyi tahliye olduktan sonra eş-dost çevresinde anlattığımda Cumhuriyet Tarihçisi Ali Galip Hoca gülümseyerek karşıladı ve bana bir kitap verdi. Bu kitap,  şair, romancı ve gazeteci Mehmet Kemal’in(Kurşunluoğlu) Türkiye’nin Kalbi Ankara adlı anı kitabı. Hatıratında, koltuksuz bakan diye bilinen Nevzat TANDOĞAN ’ı intihara sürükleyen olaylara da yer vermiş.

Üstenci bakışın hâkim olduğu tek parti döneminin sembol ismiydi Nevzat TANDOĞAN. Kendi meşrebince sol düşünce üreten yazar ve şairlere hitaben “Komünizm gelecekse onu da biz getiririz.” sözünün sahibi TANDOĞAN. Ne de olsa, “Düşünen kafalara zararlı fikirler üşüşür / Büyüklerimiz her şeyi bizden daha iyi düşünür”dü!   Halkın haddine değildi böyle şeyler!

TANDOĞAN’ın Acı Sonu

16 Ekim 1945 tarihinde, Ankara’da Doktor Neşet Naci Arzan,  muayenehanesinde 4-5 kurşunla vurularak öldürülür. Gerçekte katil, devrin Genel Kurmay Başkanının oğlu Haşmet ORBAY’dır. Ancak Nevzat TANDOĞAN’ın baskılarıyla Reşit MERCAN adlı bir genç cinayeti üstlenmiştir.

Yargılama sonunda mahkemeye  “Katil benim” diyen MERCAN’a 20 yıl, Haşmet ORBAY’a da “Ona silahı ben verdim” dediği için, sadece bir yıl ceza verir.

1946 Haziranında arabasında şüpheli bir şekilde ölü olarak bulunan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Fahrettin KARAOĞLAN, kapsamlı bir bozma istemi ile kararı temyiz etmiş, üstelik davanın Ankara dışında bir ilde yeniden görülmesi talebinde bulunmuştur. Yargıtay, Başsavcının isteği doğrultusunda esastan bozma kararı ile davanın Bolu Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmesine karar vermiştir.

Reşit MERCAN Bolu’daki duruşmada, ifadesini değiştirerek katil olmadığını TANDOĞAN tarafından suçun üstlenilmesi istendiğini söylemiştir.  Böylece Ankara Valisi TANDOĞAN tanık olarak mahkemeye davet edilmişti. Ankara Adliyesinde istinabe yoluyla ifade verecekti.

Ve dram başladı. Mehmet Kemal bu durumu kitabında şöyle tasvir ediyor:

“Rejimin güçlü adamı sanılan Nevzat TANDOĞAN, Ankara Adliyesinin koridorlarında dinlenmek üzere, sırasını bekliyordu. Sırası geldiğinde mübaşir bağırdı: TANDOĞAN Ankara valisi TANDOĞAN ”

“Böyle bağırmaya gerek yoktu, sessizce -buyurun beyefendi- de diyebilirlerdi…

Ayakta dimdik durdu, yargıç başladı sormaya, adın ne, babanın adı ne, nerelisin, nerede doğdun, ne iş yaparsın?  Bunlar bu görkemli valiye sorulacak sorular mıydı?  Yargıç bilmez miydi onun kim olduğunu?”

Başka kaynaklarda da geçen rivayet odur ki mübaşirin Nevzat TANDOĞAN’a ismiyle hitap etmesi, mahkeme başkanının istiskal edici benzer tutumu kudretli valimizin beylik tabancası ile intihar etmesine neden olmuş.

TANDOĞAN Sendromu

Mahkemede tanık olarak dinlenen, sıradan bir vatandaş gibi muamele gören ve ismiyle çağrılan TANDOĞAN’ın hikâyesini okuyunca, Sait Saiiit Gel Saiiit, hitabının yani TANDOĞAN Sendromu’nun ruhumda nasıl bir etki bıraktığını daha iyi anlamış oldum.

Bir oyun ve tutkulu bir oyalanmadan ibaret olan bu dünya (Ankebut-64) hayatındaki rollerimizi kulluğumuzun önüne koymak ve takıntı düzeyinde ciddiye almak insanı ruhen öldürüyor. Rolünün iğnesine takılmış balık misali, ölümüne kendi eliyle yol açan süreçlerde çırpına çırpına yok oluyor.

Elbette mahkemede benim de gördüğüm muamele ve gardiyanların Sait hitabı vesilesiyle TANDOĞAN’ın duygularını çok iyi anlasam da hayatımın hiçbir döneminde onun gibilere ne fikren ne de ruhen yakın olmadım. Ancak dünyadaki rollere kapılmanın insanları nasıl bir felaket sürükleyebileceğini yakinen anlamış oldum.

Âlemlerin Rabbine çoğu zaman yalın olarak Allah diyoruz da kıyas bile kabul etmeyecek aciz kullara neden bir sürü sıfatlar ve unvanlar takarak hitap ediyoruz?  Ya da kendimize öyle hitap edilmesini arzu ediyoruz?

Bu bir tür sapma hatta ilahlık iddiasını çağrıştırmıyor mu?

Elbette adım Sait’ti! Bana cezaevinde Sait diyenler bana hakaret etmiyor, hayatta edindiğimiz rollerden azade bir şekilde,  insani eşitliğimizi, sesine ve sesinin tınısına yansıtıyordu. Bunu yapanlar da elbette kendilerine verilen rolü oynuyorlardı!

Rabbim tüm inananları ilahlık iddiasına kadar varabilen kibir belasından korusun.

Sait sesiyle uyandım. Darısı uyanmayanların başına!

Özlediğim Yemek Ziyafet Olmadı!

İsmimle çağrıldığımı duyunca hemen aşağıya indim. Açılan demir kapının dışındaki zemine üst üste üç karavana tencere koymuşlar. Arkasında bir yığın tam teçhizatlı ve üniformalı görevliden aldığı özgüvenden olsa gerek, göğsünü germiş ve başını havaya dikmiş bir gardiyan “Bunları al, ye, yıka,  tekrar almaya geleceğiz.” talimatını verdi.

Saat’i sordum 12.00 olduğu söylendi ki bu benim için tam bir hayal kırıklığıydı. Bu karanlık hücreye daha bu sabah kapatılmıştım. Uyudum, uyandım, daha bir sürü şey yaşadım. Akşamın olmasını beklerken daha saat öğlenin 12’si olması inanılır gibi değildi.

Yirmi kadar kişiye yetecek büyüklükteki karavanalardan birinin içinde irice bir köfte diğerinin dibinde birkaç kaşık yoğurt ve öbür karavanada ise bolca makarnadan oluşan bir öğle yemeği.   Yanında bir bütün ekmek de vermişlerdi.

Hücremdeki küf kokusuna şimdi yemek kokusu da karışmıştı. Bana öyle iğrenç geldi ki bir tiksintiyle birlikte boğazıma kadar çıkan bir öğürtü hissine kapıldım.

Düne kadar sıcak yemek hayaline düşen bana şimdi o güzelim köfte leş gibi göründü. Ekmek bile son derece itici gelmişti. Yemek zaten soğuk ve ısıtacak hiç bir tertibat da yok. İştahım da olmadığı için önce bir süre bekledim.  Koyacak bir poşet bile olmadığından getirdikleri ekmek de bu süre zarfında iyice kurumuştu.

Karavana kaplarını tekrar alacakları için hazırlamak maksadıyla, yutmakta güçlük çekerek içindekileri yedim. Yağlı kapları tazyikli soğuk su altına tutarak temizlemeye çalıştım. Yıkayacak bulaşık deterjanı, sünger vb. hiç bir tertibat yoktu. Öylesine yıkadım işte!

Kafesteki Aslan Misali

Yemekten sonra tekrar yatağa oturdum. Uzanmak istedim ama refleks olarak ayağa kalkıp aşağıya inmek için yürüdüm. Peki, niçin inecektim? İnip de ne yapacaktım?

Ama içimdeki dürtüler beni sürekli itiyor. Sanki huzur bulacakmışım gibi bir aşağı inip bir yukarı çıkıyorum. Tıpkı demir bir kafese kapatılmış aslan gibi kendimi oradan oraya vuruyorum.

Bu buz gibi soğuk ortamda yapacak hiç ama hiç bir şey yok. Tek başınayım. Boş, faydasız, yıpranmış ve bitkin bir haldeyim.

Geceli gündüzlü yoğun bir çalışma temposunun ardından birden bire donan bir hayata, bir boşluğa düşmüşüm. Hayatımın en verimli çağı önce benden ve ailemden sonra da ülkemden çalınmıştı!

Ya Rabbi şimdi ben ne yapacağım, sorusuna eşlik eden kafa karışıklığıyla berbat bir duygu durumundayım ve bu kötücül duygu eski günlere artık asla dönülemeyeceğini bana kuvvetle telkin ediyor.   Sanki bütün ömrüm akıp gitmiş, her şey bitmiş hissine kapılıyorum.

Neden Allah’ım neden, neden, neden?

Çok mu fazla günah işlemiştim?

Kara Delik

Üşüyorum, donuyorum. Ama donan sadece ben değilim. Zaman da donmuş!  Donan bir zamanda tam bir tecrit hali yaşıyorum.    İftiraların, ihanetin verdiği acıları az da olsa teskin edecek;  kitap, gazete,  televizyon ve benzeri hiçbir araç yok. Geride sadece köhne bir hücre…

Kendimi çekim gücü her türlü maddeyi ve ışınımı içine çeken, zamanın akmadığı veya çok az aktığı kabul edilen büyük bir Kara Delik’in içinde yutulmuş gibi hissediyorum.

Mahpusluk, Einstein’in uzay, zaman ve izafiyet teorisini içselleştirmek için adeta bir laboratuar! Duygularımla birlikte damarlarımdaki kan bile sıcaklığını kaybetmiş ve içindeki donmuş parçalarından dolayı ağır ağır akıyor sanki.

Bir türlü vakit geçmiyor, akşam olmak bilmiyor.

Shakespeare   “Acı bir saati on saat yapar.“ demiş. Ama acılara teslim olmak çıkar yol değil. Annem “Kara gün kararıp kalmaz oğlum” derdi. Dünyada acılar da güzellikler de sonlu. Böyle tesellilerle kötü duygu ve tedirgin edici güvensizlik hissiyle mücadele etmek için yol arıyorum.

Ha Cezaevi Ha İtikâf

Vakit namazları dışında da namaz kılarak zamanımı değerlendirmeye çalışıyorum. Farz et ki itikâfa girdin Sait diyorum.

İtikâf fikri bende her şeyini kaybetmiş birisi gibi iken bütün kayıpları büyük bir kazanca dönüştürme hissi ve umudu doğuruyor. Bir anda içime sevinç doluyor ve adeta coşuyorum.

Bu mecburi hapis sürecini Ramazan ayının son on gününde Allah’a tam bir teslimiyet içerisinde ibadet ve taatte bulunmak amacıyla itikâfa girmiş gibi algılamayı kendime telkin ediyorum. Zaten itikâf kelimesi hapsedilmek ve alıkonmak anlamındaki bir kelimeden türemiş değil mi?

Bu lanet olası hücrede, kanımı kıpırdatacak her türlü nefsanî arzu bana yıldızlar kadar uzak. Keyif verecek zerre unsur olmadığı gibi,  dünyaya ait kısıtlı nimetler burada tek kelimeyle tiksinti verici ve iğrenç!  Ama itikâf hissi muhteşem. Ürettiği iç rahatlığı ve duruma intibakın doğurduğu sevinç, hücremi aydınlatıyor ve şükür hissimi çoğaltıyor.

Farzların yanı sıra nafile ibadetlerle yüce yaratıcıya yönelmeliyim.

Süresini Allah bilir, ya itikâftaki gibi 10 gün olur ya da Zahitlerin inzivaya çekildikleri gibi 40 gün olur. Süresi her ne olursa olsun muhasebemi yaparak bu ortamı tövbe ve derin bir manevi ufka süzülmenin vesilesi yapmalıyım.  Zaten başka çıkar yolum da yok.

Yazımızı bu duygu ve düşüncelerle kaleme aldığım Muhasebe adlı şiirle bitirelim:

MUHASEBE

Demir parmaklı kafes bir mekânda

İnzivadayım durmuş bir zamanda

Bir yanım abat öbür yanım viranda

Yaşıyorum ama hayatta değil Araf’ta

 

Nöbete tutulup sarsılıyor bedenim

Gelip gidiyor yâr değildir bana aklım

Akıyor önümde mazideki hayatım

Yaşıyorum ama hayatta değil Sekerat’ta

 

Ecel gelmiş de yaşıyorum sanki zevali

Mezara benzese de buranın her ahvali

Münker Nekir değil nefsim sorar suali

Yaşıyorum ama hayatta değil  Berzah’ta

 

Bir mahşer kaynıyor yüreğimde

Değilsem de azabı cehennemde

Alev alev bir yangın  var içimde

Yaşıyorum ama  hayatta değil Sırat’ta

Anahtar Kelimeler: Tandoğan, Zaman, Kara Delik, Uyku, Acı, İtikâf,

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar
  1. Feride Kılıç Ateş dedi ki:

    Hoca’m zor günleri rabbime sığınarak atlamışsınız şükürler olsun. Aydınlık günler yakındır inşallah.