islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5624
EURO
34,8989
ALTIN
2.432,18
BIST
9.645,02
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Hafif Yağmurlu
25°C
İstanbul
25°C
Hafif Yağmurlu
Çarşamba Az Bulutlu
22°C
Perşembe Parçalı Bulutlu
20°C
Cuma Az Bulutlu
19°C
Cumartesi Az Bulutlu
17°C

BİLİNMEYEN BİR CEZAEVİNE SÜRGÜN

BİLİNMEYEN BİR CEZAEVİNE SÜRGÜN

İmsak Vakti Bilinmezliğe

Tarih 12 Ocak 2017. Cezaevinden ayrıldığımızda sabah aydınlanmaya henüz başlamıştı. Mahkûm nakil aracı ile bir bilinmeze doğru yola çıktık. Araç üç kabinli hücrelerden oluşuyor. Diğer tutukluları iki kabine üçerli,  beni ise yalnız başıma bir kabine ellerim kelepçeli vaziyette koydular. Hâlbuki 7 kişiydik. 2-2-3 şeklinde de koyabilirlerdi. Bu uzun yolculukta da hücre hapsim devam ediyor.  İki laflayacak kimsem burada da yok.

Evime Veda

Cezaevinden ne tarafa doğru götürüldüğümü merak ettiğim için nakil aracının demir parmaklıklı küçük penceresinden dışarıya bakıyorum. Aracın birkaç güzergâh değişikliğinden sonra İzmir tarafına doğru döndüğünü gözlemledim. Bu yol üzerinde bir apartmanın son katında olan evimin önünden geçiyoruz.  Eşim ve çocuklarım uyuyorlar ve ben özlemle evime doğru son bir kez bakıyorum.

Kendi eviniz ve aileniz bir adım ötenizde ama vedalaşma imkânınız yok. Onlardan habersiz olarak bir bilinmeze geçip gidiyorsunuz… Sabah mahmurluğunda evimi dışarıdan da olsa görmek içimi yakıyor.  Bu nasıl kirli bir tezgâh Ya Rabbi!

Üniversiteme Veda

Daha önce geçtiğim bilindik güzergâhlara ve mekânlara hasretle, özlemle bakıyorum. Yirmi iki günlük tecritten sonra dışarısı yani özgürlük bana çok uzak… Sanki hayattan kopalı yıllar olmuş. Uşak’ın 7 km dışında olan ve özel hayatımdan feragat ederek büyük bir emekle belirli bir seviyeye getirdiğim gözümün nuru üniversite kampüsünü görünce derin bir hüzün duydum. Her tarafı karla kaplıydı. Sanki ölmüştü de bembeyaz bir kefene sarılmıştı!

Dışarıda sürekli kar yağıyor. Araç Kula’dan Salihli istikametine doğru devam etti. Şoförün yanında “Ben yalnız işime bakarım, başka bir şey beni ilgilendiremez.” zihniyetinde olduğu gözlemlenebilen, kamuflaj elbisesi giymiş, etine fazlaca dolgun bir jandarma uzman çavuş oturuyor.  Kabinlerin koridorunda ise vatani görevini yapmakta olan altı asker bulunuyor.

Nakil Aracımız

Mahkûm nakil aracı oldukça konforsuz. Bazen kaloriferleri açıyorlar, içerisi aşırı sıcak oluyor, bazen de kapatıp unuttukları için ortam epey soğuyor. Ellerim kelepçeli olduğu için üzerimi giyip çıkarmak mümkün olmasa da sadece kazak çıkarır gibi kollarımın üstüne kıyafetlerimi getiriyor, üşüyünce tekrar başımdan geçiriyorum.

Yürüyen tabut denilebilecek tipte bir araçla götürülüyoruz.  Hareket halinde her tarafından ses çıkaran ve sarsa sarsa ilerleyen oldukça eski,  tam anlamıyla külüstür diye tabir edebileceğim bir araç.

Genç Askerlerimizde Ahlaki Seviye

Trafiğin aktığı yol boyunca askerler sebepsiz yere el kol hareketleri eşliğinde birbirlerine ağza alınmayacak iğrençlikte küfürler ediyorlar. İki laflarından biri mutlaka galiz küfürler…  Başka türlü konuşma bilmiyorlar adeta. İşi birbirlerine ileri boyutlara ulaşan sarkıntılık hareketlerine kadar götürüyorlar, diğer askerler de tacize uğrayan askeri sıkıca tutarak, cinsel içerikli imalar ve hareketler yapan askere yardımcı oluyorlar.  Hepsi hallerinden oldukça memnunlar ve sefih bir şekilde eğleniyorlar…

Ne şoförden, ne komutanlarından ne de mahkûmlardan utanıp çekiniyorlar. Jandarma Uzman Çavuş ise bu ahlaksız davranışları o kadar içselleştirmiş ki sadece seyretmekle yetiniyor.

Aklımdan türlü türlü düşünceler geçiriyorum. Maazallah kaza olsa ve aracımız içinden ilerlediğimiz sarp uçurumlardan yuvarlansa ve emanetleri teslim etsek ne olacak? Basın ve yayın organlarında, altı asker şehit oldu diye yazacak…  Şehitlik kavramıyla bu ahlakı bağdaştıramıyor, kahroluyorum.

Bunca Sorun Varken

Ülke insanının eğitim ve ahlak başta olmak üzere bir yığın sorunu varken şu yaşadıklarımıza bakın. Muhteris bir ihtiyar memleketi ne hallere soktu diye hayıflanıyorum.

Devlet kademelerine ve geniş toplum kesimlerine,  eğitim, hizmet ve hayır işleriyle uğraştığı imajı oluşturan bir yapı, 40 yılla yakın bir süreçte haksız kadrolaşmayla başta kilit devlet organları olmak üzere her tarafa sızdı. İyice biti kanlanınca sinsi operasyonlara başladı.  17/25 Aralık olayları tabir yerindeyse bende şafağı attırmıştı.   Bu sürece karşı etkin tavrım, öfkem ve mücadelem; memleketin bunca derdi varken FETÖ’nün hırsla daha fazla güç ve ikbal temin etmeye çalıştığını fark etmemdi.

Ne olurdu sanki müntesipler kişiye değil de dini ve insani ilkelere bağlı kalma erdemliliğini gösterebilselerdi sorusunun ne kadar anlamsız olduğunu, bağımlı kişilikli nesiller yetiştirmeye çalışan yeni FETÖ adaylarını gördükçe daha iyi anlıyorum! Yanarım yanarım da heba olup giden nice nesillere yanarım. Ne kadar büyük bir cürüm ne kadar büyük bir kayıp…

Müntesipleri hala kendi ezoterik dünyalarında aynı şeyleri tekrarlayıp dursalar ve anlamamakta ısrar etseler de, dertlerinin yolsuzlukla mücadele değil, entrika ile devleti ele geçirme olduğunu bütün toplum kesimleri çözmekte hiç zorluk çekmedi.

Düşünüyor düşünüyor affedemiyorum.   Hele akıllara durgunluk veren 15 Temmuz ihaneti… Bu nasıl olabilir, çayın taşıyla çayın kuşunu avlamak.  Nasıl oldu ve ben bununla nasıl ilişkilendirilebildim?  Anlamıyorum!

Bugün asıl sorun, 15 Temmuz trajedisine gönüllü sürüklenebilen ve yaşanan bunca trajik olaylara rağmen terör elebaşına körü körüne bağlı kalmaya ve hala toz kondurmamaya devam eden bir güruhun varlığı…

Hangisi Daha Ahlaksız

Ne var ki, cezaevi nakil aracındaki askerlerde gördüğüm birbirlerine karşı ahlak yoksunu türden davranışların dindar görünümlü kesimlerde yaygın olmadığını sanıyordum.

Ancak mahkeme salonlarında hukuk doktoru olan Genel Sekreterim Adil Karaman,  önce Nakşibendi olduğunu söyleyip sonra akıllara durgunluk veren “Başsavcı ve rektör Sait ÇELİK 2011 yılında birbirlerine bir dolar gösterdiler.” hezeyanına bizzat şahit olunca artık bundan da emin değilim. Daha yeni atanmış bir rektör olarak nezaket ziyaretine gelen başsavcıya iade-i ziyarette bulunmuş ve genel sekreterimizin önünde başsavcıyla birbirimize bir dolar göstermişiz! Yani şifreleşmişiz… Bu hikâyeyi dinleyen savcılar ve hâkimler bu hezeyana değer vermiş ardını araştırmamış, beni tutuklamış, tıkmışlar bir cezaevi aracına götürüyorlar. Allah Allah…

Dahası aynı savcılar, KARAMAN’ın, Rektör Yardımcım Sayın DALKIRAN ile de birbirimize bir dolar gösterdiğimiz hikâyesine inanmıyorlar ve onun hakkında inceleme bile başlatmıyorlar! Rektör vekilliği görevinin devam etmesini sağlayıp kumpasın bir parçası olarak üstün hizmetlerinden faydalanıyorlar! O da rektörüne ihanetin ve iftiranın şahika örneklerini sergiliyor…

Ne diyeyim koynumuzda yılan beslemişiz.

Evet, hangisi daha ahlaksız sevgili okurlar.

Beni saçma sapan delil dedikleri paçavralarla betona gömen organize kravatlı eşkıyalar mı? Yoksa şu cezaevi aracında birbirlerine sarkıntılık eden talihsiz genç askerler mi?

Topluma zarar veren,  dengelerini bozan,  askerlerde tezahür ettiğini gözlemediğim ahlaki seviyeyi doğuran asıl büyük sorun ve ahlaksızlık,  diplomalılardan neşet ettiğini söylesem ne dersiniz…

Sinan Ateş’in Ateş’i De Yaktı…

Evet, Hangisi daha ahlaksız? Ankara’nın ortasında Sinan Ateş gibi idealist olduğu onu yetiştiren mazbut ailesinden ve her halinden belli olan bir ülkücü akademisyeni katledenler mi, yoksa bu suçu milletin gözünün içine baka baka örtmeye çalışan bazı etkili ve yetkili çevreler mi?  Madde bağımlısı tetikçi Eray Özyağcı mı? Yoksa, ülkeden kaçmasına göz yuman, Yunanistan tarafından yakalayıp teslim edildiği halde   Edirne de yakalandı diye basına servis edenler mi?   Yoksa bu silahın meclise kadar uzanan karanlık ellerin sahipleri mi?  Hangisi?

Katillerin ellerindeki kan kurumadan pişkin pişkin oraya buraya efelenmelerine ne demeli? Kahpece katlettikleri yetmezmiş gibi bir de Sinan ATEŞ’e iftiralar atarak haysiyet cellâtlığı yapmaya kalktılar! Şahsen ben hiç ama hiç içime sindiremiyorum dostlar. Ayrıca bana kurulan kumpasın Ankara ayaklarından birisinin aynı kapıya çıktığını da biliyorum. Belki de rahmetliyle kendimi özleştirmekten olsa gerek yüreğim kan ağlıyor. İsyan ediyorum…

Ey elleri kanlı felaket tacirleri, deprem oldu diye hiç sevinmeyin. Bu millet mücrimleri elleri kelepçeli olarak göremeden asla peşinizi bırakmayacak…

Devşirilmeye Müsait Nesliler

Bazı mütedeyyin kesimlerdeki patoloji, kamuoyunun dikkatini ancak 15 Temmuzdan sonra çekmeye başladı. Bu patoloji, bir beşere büyük değerler atfederek sorgusuz sualsiz bağlılık ve teslimiyet…

Müntesipler, iyi niyetle, aşırı sevdikleri ve adeta müptela oldukları için önderleri, şeyhleri, hocaları ve pirleri ile kendilerini fazlaca özdeşleştiriyorlar. Onlar da kendilerine duyulan bu hayranlıktan ve aşırı ilgiden oldukça memnunlar ki bu hususta uyarıcı tek kelime etmiyorlar!  Rableri ile hayranları arasına girerek bir perde olduklarının farkında bile değiller. Farkında olsalar kendi simalarını ve geçmişte yaşamış bir takım ölümlülerin simalarını seyretmenin yıllarca nafile ibadetlerden daha faziletli olduğunu söylerler,  söyletirler ve bunun propagandasını yaptırırlar mı hiç?

İşte bu bağımlı kişilikli nesiller de başka tür bir yozlaşma. Allah’ın Kitab-ı Keriminde dikkat çektiği insanı insanlıktan çıkaran ve kula kul etmeye kalkan bir zihniyet!

Kendilerinde olağanüstü güçler vehmedilen ve mutlak otorite olarak görülen kurtarıcı, kahraman tek adamlar, niçin bizde bu kadar yaygın?

Niçin bunların istisnasız devasa servetleri var ve bir türlü doymak bilmiyorlar? Üstelik bir de mübarek addediliyorlar…

Her ne adına olursa olsun tek adamları çıkaran ve adeta onlara tapan bizlerin bu olanlarda hiç mi suçumuz yok? Devşirilmeye müsait, içine şirk kokusu bulaşan kültürel altyapımızı niçin sorgulamıyoruz?

İslami İlimler Fakültesi Hayali

İslami İlimler Fakültesi kurma hayalim ile İslam’ın doğru bir şekilde anlaşılmasına, aydınlanmaya ve gelişmeye katkıda bulunmayı amaçlamıştım.  Ancak maalesef bu fakülte,  üniversitenin tüm fakültelerinden daha fazla sorun üretti ve başıma bela oldu. O dönemlerde pek çok rektör arkadaş da bu fakültelerinin çıkardığı sorunlardan oldukça muzdariptiler ve maatteessüf bu bir tesadüf değildi.

Daha önceki bölümlerde izah ettiğim gibi bana bu kelepçeyi taktıran da büyük hayallerle kurduğum İslami İlimler Fakültesi oldu!

Gençlere yurt dışı mesleki uygulamaları da içeren TÜBİTAK projeli Arapça hazırlık sınıfı gibi en iyi fırsatları sunacak şekilde İslami İlimler Fakültesini kurduk.  Ancak Üniversite gençlerine ev sahipliğini yapan, kendi yurtlarında barındıran hırsları akıllarının önünde giden bir takım müptezeller, rektörlük seçimi öncesi bu gençleri tahrik ederek aleyhime kullanmaya kalktılar. Başarılı olamasalar da 15 Temmuz sonrası olağanüstü halin sunduğu fırsatlar dünyasından yararlanarak kumpaslarını gerçekleştirebildiler.

15 Temmuz’un ilk mesai günü belki Türkiye’de üniversiteler arasında bir ilk olarak cübbelerimizle yaptığımız darbe karşıtı yürüyüşü, bu gençlerden birisi sosyal medya sayfasında, cübbeli bir fotoğrafımı koyup üstüne de “Tehlike geçti artık çıkabilirsiniz.” yazmıştı. Yani darbe geçtikten sonra yürüyüş yapıyorsunuz diye aklınca alay ediyor, samimiyetimizi sorguluyordu!

Bu öğrenciler,  gözlerinde aşırı büyüttükleri liderlerinin ve kendilerini bu işlere teşvik eden önderlerinin darbeye karşı ilk tepkilerini ne zaman ve nasıl gösterdiklerini elbette bilmiyorlardı! Emir almış ve kendilerine söylenene itimat etmişlerdi!  Oysa 15 Temmuz gecesi ilk andan itibaren mücadeleye başlayan Sait ÇELİK hedefteyken,  bu gençleri güdüleyenler, cemaatleri ve holdingleri zarar görmesin diye kazananın kimliğini görünceye kadar beklemiş taraflarını belli etmemişlerdi.

15 Temmuz başarılı olsaydı hepsi konumunu FETÖ’nün yanında belirleyecek, bu mücadelede başını ortaya koyan devlet büyüklerinin ve bürokratların cellâdı olacaklardı.

Çelişkiler Dünyası

Nakil sırasında namaz kılmak veya bagajdan su ve yiyecek istediğimde, ahlaki durumlarını tenkit ettiğim asker gençler oldukça saygılı bir şekilde tüm taleplerimi yerine getirmeye gayret ettiler. Bir tutuklu teröriste(!) küfürbaz askerlerin gösterdiği insani saygıyı malum gruba bağlı bazı öğrenci gençlerin, okudukları İslami İlimler Fakültesini kuran, kendilerinin iyi yetişmesi ve lisan öğrenmesi için var gücüyle gayret eden rektörlerine göstermemesi, emirle iftira atmaları, ahlak dışı yollara sapmaları doğrusu içimde yara oldu ve elan kanıyor!

Bu mürit gençler anne-babalarına bile yapmadıkları saygıyı/hizmeti cemaatlerinin önde gelen kişilerine yapmalarındaki garabeti düşündükçe içim acıyor… Uşak’ta önde gelen Muhteremlerden biri abdest alırken ayaklarını dahi bu geçlere yıkatması gibi pek çok misale hayıflanıyorum. Yazık… Dini paravan olarak kullanarak, bu zavallı gençlerle, komplekslerinizi tatmin etmeye hiç hakkınız yok.

Sununda Kara Saplandık 

Aracımız Salihli’den çıktıktan sonra Bozdağ yoluna saptı. Biraz yol alınca çevredeki köylüler “Yukarıda yol kapalı.” diye şoförümüzü ikaz etmişlerdi. Bu şartlarda yol almaya çalışmak hiç akıl kârı değil. Zaten yollarda bizden başka araç da yok. Ama uzman çavuş, şoföre  “Devam et.” diyordu. O’nun düşüncesinin bir an önce mahkûmları teslim edip evine dönmek olduğunu kestirmek zor değil. Tehlikeyi fark edecek bir zihin altyapısı olmadığı belli oluyor.

Bozdağ’a doğru araç kar ve tipiden dolayı zaman zaman kontrolden çıkarak güçlükle ilerliyor.  Yolun kenarları ise korkunç uçurumlar… Askerler birbirlerine sarkıntılık etmeyi bırakmış ve gözleri fal taşı gibi açılmış bir vaziyette ürkek ürkek dışarı bakıyorlar…

Bir müddet güçlükle ilerledikten sonra nakil aracı kara saplandı. İyi ki de saplandı diye düşündüm. Yoksa uçuruma yuvarlanmak işten bile değildi! Karayolları ekipleri gelip yolu açana kadar da 3 saat civarında orada mahsur kaldık.

Tuvalet İhtiyacı

Bir yandan Nuh nebiden kalma aracın gürültülü sarsıntıları, bir yandan soğuk, bir yandan da stres… Malum sık tuvalet ihtiyacı oluyor. Uzman çavuşa her ne zaman tuvalet molası talebimi iletsem “Yasak” diyor. Ağzında kelimeleri gevelediği için söyledikleri bile anlaşılmıyor. Erlerden biri ‘sadece cezaevlerine uğradığımızda tuvalet molası verilebileceğini’ söylediğini,  bana tercüme ediyor. Baktım olmayacak, bu sıkıntılı kumpas sürecinde hücrede yaptığım gibi kendi çözümümü kendim üretmek zorunda kaldım. Askerlerden aldığım plastik su şişelerinden birkaçını yol boyunca tuvalet ihtiyacım için kullandım.

Ödemiş Cezaevine Mahkûm Bıraktık

Sarp Bozdağ yolunu aştıktan sonra kar gittikçe azaldı, yollar rahatladı. Arkasından Ödemiş Cezaevine uğranılarak oraya üç mahkûm bırakıldıktan sonra araç İzmir’e doğru yöneldi. Artık yollar iyice rahatlamıştı.

İzmir’i de geçince, Uşak’tan uzaklaşmadan dolayı tedirginliğim gittikçe daha da artıyordu. Nereye götürüyorlar beni böyle?  Eşim ve çocuklar nasıl gelir? Endişeler içimi kemiriyor.

Uzman çavuş sorularıma hiç karşılık vermiyor, askerlerse nereye gittiğimizi bilmediklerini söylüyorlar.

Hasbinallahu ve nimelvekil diyerek ilerlerken bu alçak bir mizansen kısa sürede anlaşılır diye temenni ediyor ve hatta geriye nasıl döneceğimin hesabını yapıyorum.

İzmir’den sonra araç Balıkesir’e doğru yöneldi. Balıkesir Burhaniye Cezaevine saat 21.30 gibi ulaştık. Burada bari kalsam derken, o da olmadı. Beni değil de diğer mahkûmları bıraktılar. Bana yine yol görünmüştü.

Piyangodan Bandırma Cezaevi Çıktı

Bundan sonraki yönümüz Bandırma’yı gösteriyor ki bir süre daha seyahat ettikten sonra Saat 23.50 gibi Bandırma cezaevine ulaştık.

Zor yolculuk şartları beni bitirdi.  Yorgun, bitkin ve hayattan bezgin bir vaziyetteyim.  Nezarethane sürecinden beri bir adım dahi atacak takatim kalmadı dediğim zaman bile yeniden küllerimden doğmak ve çileye devam etmek zorunda kaldım. Aşırı yorgunluğuma rağmen Bandırma Cezaevine gelişte de sorunlar bitmemişti.

Kırk beş dakika civarında cezaevi görevleri ile araç komutanı Uzman Çavuş arasında teslim tesellüm tartışması yaşandı.  Cezaevi görevlileri Uzman Çavuş’a “Git, mahkûma devlet hastanesinden sağlık raporu al, ancak öyle teslim alırız.” diyorlar, Uzman Çavuş ise “Ben sürekli mahkûm taşıyorum, hep doğrudan teslim ediyorum, bu işlemi cezaevi yönetiminin yapması gerekir.” diyordu.

Görevliler sağa sola telefon ederek sanki şimdiye kadar hiç mahkûm teslim almamış gibi her şeyi yeniden araştırıyorlardı. Diyorum ya, işlerimiz hasbelkader ilerliyor…

Ben de fırsat buldukça görevlilere FETÖ koğuşuna vermemelerini rica ediyorum. Oradaki nöbetçiler ise senin kalacağın yer önceden belli, bizim böyle bir yetkimiz yok, yarın müdürle görüşürsün diyorlar.

En sonunda Uzman Çavuş haklı çıktı. Cezaevi yetkilileri, Bandırma cezaevinde görevli jandarma ekibine telefon açarak rapor için hastaneye götürülmemi istediler. Yorgun argın 1-1,5 saat kadar jandarmanın gelmesini bekledikten sonra jandarma aracıyla Bandırma Devlet Hastanesine götürüldüm.

Nöbetçi doktor kelepçelerimi çıkarttırdıktan sonra askerleri dışarı aldı ve beni detaylı bir muayeneden geçirildi. Ardından nakil aracı ile tekrar cezaevine teslim edildim.

Cezaevine giriş kaydı için retina taraması ve parmak izi alınması gibi işlemlerin ardından gardiyanlar eşliğinde labirent gibi bir koridordan başka bir koridora geçe geçe yeni koğuşa doğru ilerliyorduk. Geçişlerde Uşak’taki gibi tekrar tekrar arama yapmıyorlar.

Nihayet kalacağım koğuşun önüne geldik. Böylelikle sabah saat 07.00’de Uşak’tan başlayan çileli yolculuğum, 19,5 saatin ardından gece 02.30’da koğuşa girmemle tamamlanmış oldu.

Anahtar Kelimeler: Mahkûm Nakli, Ahlak, İslami İlimler Fakültesi, Cinayet, Sinan Ateş, Bandırma Cezaevi

 

 

ETİKETLER: ÜSTMANŞET
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.