islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,3374
EURO
34,8108
ALTIN
2.390,60
BIST
10.276,88
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Pazar Açık
19°C
Pazartesi Açık
21°C
Salı Az Bulutlu
24°C
Çarşamba Az Bulutlu
20°C

DİN İSTİSMARI VE DİNİ TAASSUP

DİN İSTİSMARI VE DİNİ TAASSUP

İslâm, Allah’ın insanlığa gönderdiği ilâhî mesajın adıdır. Her insan bu mesajı zihinsel kapasitesine, eğitim durumuna, sosyal ve kültürel aidiyetine, yorumlama ve anlama becerisine göre anlamak durumundadır. Bir diğer ifadeyle, din konusunda doğru bilgi sahibi olmak, Allah’ın her insan için gerekli kıldığı bir sorumluluktur.

Tarih boyunca dini doğru öğrenip yaşayanlar olduğu gibi, dini yanlış değerlendirip sapkınlığa varacak derecede istikametten uzaklaşanlar da olmuştur. Dinin doğru anlaşılmasını engelleyen etkenler arasında ideolojik, ekonomik ve siyasî çıkarlar önemli bir yer tutar. Din, aslından uzaklaşıp hurafeye büründüğü zaman sosyal barışı tehdit edici bir unsura dönüşmektedir. Özellikle dinî bilincin zayıfladığı dönemlerde kendi inancını başkalarına dayatma ya da dinî değerleri sosyal hayattan tamamen dışlama eğilimi görülmektedir. Bu durum dinin doğru anlaşılmasını zorlaştıracağı için dinde yozlaşma ve dinî gruplar arasında hoşgörüsüzlük kaçınılmaz hale gelmektedir. Din hakkındaki yorum farklılığından kaynaklanan gruplaşmalar, giderek İslâm kardeşliğini zedeleyici boyutlara ulaşmaktadır. Sosyal medyada din ile ilgili yapılan tartışmalar incelendiğinde, dini yanlış anlamadan kaynaklanan istismar ve taassubun ne derece tehlikeli bir boyuta ulaştığı anlaşılmaktadır.

Din istismarını, “bir kişi ya da grubun başkasının dini düşüncesini sömürmek, kötüye kullanmak, dine dair kavram ve değerler yoluyla insanları aldatıp maddi ve manevi çıkar sağlamak” şeklinde tanımlamak mümkündür. Kısacası istismar bir kişi ya da grubun kendi menfaati için dini kullanması demektir.

Dinin istismarından kaynaklanan yıkıcı faaliyetlere pek çok toplumda rastlamak mümkündür. Güney Amerika’da tarikat mensubu olduğu söylenen bir grubun toplu halde intihar etmesi; Japonya’da, Yüce Gerçek Tarikatı adlı dinî bir hareketin mensuplarının metro istasyonuna zehirli gaz atarak birçok insanın ölümüne neden olması; aralarında Türkiye’nin de bulunduğu dünyanın pek çok ülkesinde, din adına mücadele ettiğini söyleyen bazı grupların din ve hukuk dışı yöntemlere başvurma eğilimi göstermesi, din konusundaki istismara örnek gösterilebilir.

Din istismarına İslâm’ın ilk yıllarında da rastlamak mümkündür. Peygamber (sav) döneminde İslâm’ın hızla ilerleyişinden rahatsızlık duyan bazı münafıklar tarafından Medine Mescidine alternatif olarak bir mabet (Mescid-i Dırar) inşa edilmiş ve bu yolla Müslümanlar arasında fitne çıkartılmak istenmiştir. Kur’an-ı Kerim’de bu husus şöyle anlatılmaktadır: “Zararlı faaliyetlerde bulunmak, küfre yardım etmek, müminler arasına ayrılık sokmak amacıyla öteden beri Allah ve Resulüne karşı savaşanlara üs olsun diye mescit yapanlar var. Bunlar, ‘Bizim iyilikten başka hiçbir kastımız yok’ diyerek yemin etmektedir. Ancak Allah bunların yalancı olduğunu bilir.” (Tövbe 9/107)

Allah (cc), Müslümanlar aleyhine faaliyette bulunmak için inşa edilmiş Mescid-i Dırar’da ibadet edilmemesi konusunda Peygamber (sav)’i ikaz etmiş ve böylece bu mescidin art niyetli kişiler tarafından istismar edilmesini önlemiştir.

Dinin istismar edilmesi anlamına gelecek eylemler Mescid-i Dırar örneğiyle sınırlı kalmamış, Hz. Peygamber’in vefatından sonra Müslümanlar arasında pek çok istismar olayı yaşanmıştır. Bu olaylar içerisinde Sıffın Savaşı unutulmaz olaylara sahne olmuştur. Miladi 557 yılında gerçekleşen bu savaşta Hariciler diye anılan grubun Kur’an-ı Kerim sayfalarını kılıçların ucuna takıp Kur’an savunucusu gibi görünmeye çalışması dini taassubun açık bir örneği olarak tarihteki yerini almıştır. Din istismarı tarihte yaşanan bu ve benzeri olaylarla sınırlı kalmamış, toplumsal bir hastalık olarak her dönemde etkisini göstermiştir. Günümüzde EL-KAİDE, BOKO HARAM, FETÖ ve İŞİD olarak bilinen terör örgütlerinin İslâm’ın cihad, yardımlaşma ve ilim gibi değerlerini çarpıtarak kendilerine menfaat temin etmesi, din istismarı sayılan güncel davranışlara örnek gösterilebilir.

Tarikten günümüze dini istismar eden gruplar, Kur’an ayetlerini, hadisleri, sahabenin örnek hayatını, İslâmî değer ve kavramları kendi menfaati uğruna kullanmaktan çekinmezler. Din adına hizmet ettiğini söyleyen bu çıkar grupları Kur’an’a, sünnete, akla ve mantığa ters düşen safsata fikirlerle, rüya yorumlarıyla ve sevap vaatleriyle insanların inancını sömürmektedir. Emperyalist güçler tarafından kullanılmaya müsait olan bu örgütler en büyük zararı Müslümanlara vermektedir. Bu grupların tuzağına düşen pek çok insan ailesini, işini, servetini ve hatta canını kaybetmekte, ülkenin barış ve huzuru bu tür istismarcı örgütlerin eylemlerinden olumsuz yönde etkilenmektedir.

Din konusunda bilinmesi gereken bir diğer olumsuzluk da taassuptur. Taassup kavramı, bir konuda aşırı taraftarlık, yanlışta ısrar etme, bir inanca, bir fikre körü körüne bağlanma şeklinde tanımlanabilir. Hoşgörünün zıddı anlamına gelen taassup; kuralcı bir anlayışla farklı görüş ve durumlara dar çerçeveden bakmak, tek bir düşünce biçimine saplanıp onun dışındaki görüşlere karşı çıkmaktır. Taassubun ileri bir boyuta ulaşması, hoşgörü kültüründen yoksun olan inanç mensuplarını dinî fanatizme götürebilir. Dinî fanatizm ise farklı dinî düşüncelere karşı sergilenen her türlü hoşgörüsüzlüğü ifade eden bir kavramdır. Bir kimsenin ya da bir grubun kendi din anlayışını tek doğru kabul ederek başkalarına dayatmaya çalışması, dinî fanatizmin en açık göstergesidir.

Din eğitimi eksikliği, şiddete dayalı inanışlar, sosyal baskı, temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması gibi nedenler, taassubu tetikleyen unsurlardan bazılarıdır. Dinsel bağnazlık, daha ziyade dinin baskı altında tutulduğu ve din öğretiminin kısıtlandığı toplumlarda görülmektedir. ‘Bireyin hem kendi din kardeşlerine hem de başka din mensuplarına karşı hoşgörüsüzlüğü’ şeklinde beliren dinî taassup, adaletsizlikte bulunma, Allah adına örgüt kurma, cinayet işleme ve farklı olanı ötekileştirme gibi eylemlere sebebiyet verebilir.

Bir inancı zorla kabul ettirme girişimi şeklinde kendini gösteren taassup, İslâmiyet’te “Dinde zorlama yoktur” (Bakara 2/256) ayeti ile yasaklanmıştır.

Din istismarı ve dini taassup günümüzde Müslümanların birlik ve beraberliğini tehdit eden önemli bir güvenlik sorunudur. Bu sorunla baş edebilmek için yapılması gereken en etkili yöntem, dinin toplum bireylerine doğru ve yeterli bir şekilde öğretilmesi ve yaşanmasıdır. Çünkü doğru öğrenilen ve aslına uygun olarak yaşanan dinin art niyetli gruplar tarafından istismar edilmesi mümkün değildir. Bu gerçeğin farkında olan bazı istismarcı gruplar tarafından, topluma sağlıklı din eğitimi veren kurumların faaliyetlerine yönelik acımasızca karalama propagandası yapılmaktadır. Çünkü sağlam kaynaklara dayalı olarak gerçek bir din eğitimi veren kurumlar, taassup ve istismarcı gruplar için hem ekonomik hem de sosyal ve siyasal saygınlık açısından büyük bir tehdit oluşturmaktadır.

Çağımızın hızla değişen şartları, artık toplum bireylerinin tamamının tek bir düşünce etrafında birleşmesini imkânsız hale getirmiştir. Çünkü öğrenilmesi gereken bilgiler sürekli değişmekte ve yenilenmektedir. Fakat her anlayış sahibinin sadece kendi anlayışını doğru, diğerlerini ise yanlış zannetmesi durumunda bağnazlık ve ötekileştirme kaçınılmaz hale gelmektedir. Bu durum karşısında, bütün Müslümanların tek bir dinî düşünce etrafında birleşmesi beklenemez. Çünkü din konusunda farklı yorumlamalarda bulunmak, hukuk dışına çıkmadığı sürece İslâm’ın düşünce özgürlüğünün ve dindeki zenginliğin doğal bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Öyleyse bu konuda izlenmesi gereken yol, bütün Müslümanları dinle ilgili tek bir yorumu kabule zorlamak değil; düşünce ve anlayış farklılığını Müslümanlık üst kimliğine engel görmeyip dinsel çoksesliliği hoşgörü ortamında korumaya çalışmaktır. Dinî yorumlardan her birinin diğer anlayışlara tahakkümünün önlenmesi ve temel dinî değerler etrafında birliğin sağlanması ancak bu şekilde mümkündür. Öyleyse din konusunda istismar ve taassubu önlemeye yönelik en etkili çözümün sağlıklı bir din eğitimi olduğu bilinmelidir.

 Prof. Dr. Hüseyin YILMAZ  

MİRATHABER.COM -YOUTUBE- 

YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ 

 

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.