islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,4970
EURO
34,8059
ALTIN
2.492,05
BIST
9.560,62
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
16°C
İstanbul
16°C
Az Bulutlu
Cuma Yağmurlu
14°C
Cumartesi Parçalı Bulutlu
19°C
Pazar Az Bulutlu
20°C
Pazartesi Çok Bulutlu
18°C

GAZETE KOLEKSİYONCUSU

GAZETE KOLEKSİYONCUSU
19 Ağustos 2022 09:30
A+
A-

Üniversiteyi bitirmiştim. Yaz aylarının bir an önce bitmesini ve görev yerimin açıklanmasını heyecanla bekliyordum. Açıklama geldi. Trabzon ili Of ilçesi Bölümlü Ortaokuluna atamam yapılmıştı. Elimde bir valiz, beni neleri beklediğini bilmeden yola çıktım. Bölümlü’yü bir mahalle sanıyordum. Bir beldeymiş. Okula gitmek için bindiğim minibüsün şoförüne üç beş dakikada bir ‘’Geldik mi?’’ diye sormamdan adam, rahatsız olmuş. ‘’Hocam, en son siz ineceksiniz. Sizi okulun önünde indireceğim. Merak etmeyin.’’ diyerek bir daha soru sormamın önüne geçmişti. Yaklaşık kırk dakika sonra ‘’İşte okul burası!’’ dedi ve beni zemin ile iki kattan oluşan ‘resmi’ bir binanın önünde indirdi. Binanın okula benzer bir yanı yoktu. Ancak burada çok başarılı işler yapıldığını da sonradan öğrendim. Dikkatle baktım. Üst kat belediye, orta kat ortaokul (Ne kadar uyumlu değil mi?) zemin kat ise postane.

Yukarı çıktım. Memurla tanıştım. Dursun Ali imiş adı. Yanında da yetmişli yaşlarında, sakallı, sevimli bir amca oturuyordu. Memur evrakımı aldı. Daktiloya bir kâğıt yerleştirdi. Sanırım göreve başlama yazımı hazırlayacaktı. Odada bulunan evrak dolabının üstünde bir radyo vardı. Radyonun sesi odadakilerin duyabileceği düzeydeydi. Müzik yayını vardı radyoda. Sunucu, bir Karadeniz oyun havası duyurusu yaptı. Müzik başladı. Memur; yerinde duramıyor, kıvranıyor, kıvranıyordu. Odada bir yabancının olması onun rahat hareket etmesini engelliyordu, anlaşılan. Sonunda bana dönüp  ‘’Hocam, dayanamıyorum da!’’ diyerek yerinden hızla kalktı ve tek başına horona başladı. Şaşırmıştım ama hoşuma da gitmişti. Keyifli olacağını düşündüğüm bir ortam vardı burada. Birkaç dakika sonra müzik de horon da bitmişti. Az sonra zil sesini de duyduk. Teneffüs olmuştu. Memur bir koşu müdüre geldiğimi haber verdi. Müdür bey dersten çıkmıştı demek ki. Okul müdürü de geldi, tanıştık. (Otuz yıla yakındır o beldeden ayrılmışım, hâlâ görüşürüz Selim Yavuz Sandıkçı Beyle. O da ayrılmış tabi oradan.)

Müdür bey; tanışmamızdan sonra, o zamana kadar sesi çıkmayan amcaya döndü ve ona ‘’ Hacı Numan; hocamız, okulumuzun yeni Türk dili ve edebiyatı öğretmeni.’’ dedi.  Sonra bana da ‘’ Hocam, amcamız da kasabamızın eşrafından Hacı Numan Beşinci.’’ diyerek bizi tanıştırmış oldu. Hacı Numan, beni oturduğu yerden aşağıdan yukarıya, yukarıdan aşağıya iyice süzdükten sonra yöreye özgü söyleyişle ‘’Ula sen hoca mısın?’’ diye sordu. ‘’Evet!’’ dedim. ‘’Yok! Bekle hele’’ dedi. ‘’Sana iki beyit soracağım, bunların kimlere ait olduklarını bilirsen hocasın, bilmezsen değilsin.’’ Tabii yine tipik bir Karadenizli gibi söylemişti bunları. Bütün bir divan şiirini düşündüm ve Hacı Numan’a ‘’ Sor ama bütün beyitlerin kime ait olduğunu bilmem mümkün değil, cevap veremesem de ben öğretmenim.’’ dedim. Göreve yeni başlamanın coşkusu ve okul müdürüne karşı da mahcup olmama düşüncesiyle yüksek sesle dile getirmiştim bu sözlerimi. Beyitleri okumaya başladı:

Birincisi, dedi

Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini                                            

Yok mudur kurtaracak baht-ı kara maderini                                             

İşte bu da ikincisi,                                                        

Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini                                          

Vardır kurtaracak baht-ı kara maderini

İlkini okumuştum. Kime ait olduğunu çok net biliyordum. Peki, ikincisi… ? Müdür bey, memur ve Hacı cevabımı bekliyorlardı. Çok kısa bir zaman düşündüm ve cevap verdim: ‘’ Her bir beyit bir Kemal’e ait. Ama ikincisi yakıştırmadır,  birinciye karşılık böyle bir cevap söyleyip söylemediği kesin değildir.’’ dedim. Hacı Numan, gözlerini bana dikerek: ‘’Nasıl iki Kemal?’’ diye sordu. Cevap verdim: ‘’Birincisi Namık Kemal, ikincisi de Mustafa Kemal.’’ Hacı, ‘’Ula sen hocasın!’’ dedi ve benimle bu defa tokalaştı. Sınavı başarıyla geçmiş olmanın gururunu yaşıyordum.

Hacı, ilginç biriydi. Müthiş bir okuma merakı vardı. Tanıştığım zaman elli yıldır gazete biriktirdiğini, gazetesini kimsenin okumasına müsaade etmediğini öğrenmiştim. Elli yıl, dile kolay. Gazeteleri muhafaza ettiği salonu gördüğümde ağzım açık kalmıştı. Öyle ya Trabzon’un bir ilçesinin bir dağ köyünde günlük gazete alacak ve onu yıllarca biriktireceksiniz. Hayran olunacak bir iş yapıyordu. Tanışmamızdan sonra Hacı ile sık sık çayhanelerde bir araya gelir, sohbet ederdik. Gazetesini ceketinin cebinden büyük bir özenle çıkarır, okumam için bana uzatırdı. Önemli bulduğum birkaç haber ve yazıyı okuduktan sonra tekrar ona verirdim. Kasabalılar; onunla aramızdaki muhabbete, gazetesini bana sadece bana okutmasına uzun süre bir anlam verememişti. Ne ara ve nasıl, çok kısa bir sürede böyle bir dostluk kurulmuştu; bilmiyorlardı ve çok merak ediyorlardı. İşte yaklaşık otuz yıl sonra sırrımızı izhar ettim.

Bu, küçük ve hikâye tadındaki anıyı niçin paylaştım? Elbette var bir hatta birkaç sebebi. Birincisi, Vefat ettiğini öğrendiğim Hacı Numan’ın bu devasa gazete koleksiyonuna ne oldu? Çocukları, torunları sahip çıktılar mı? Bakımsızlık ve ilgisizlikten çürüyüp yok mu oldu? İkincisi, Anadolu’nun bir başka ücra noktasında böyle bir koleksiyoncu daha var mıdır? Varsa kesinlikle sahip çıkılmalıdır. Sadece gazete değil; tarihi, sanatı, kültürü yansıtan ürünlerin koleksiyonunu yapan(lar) varsa bu nadir kişiler bulunmalıdır. Kendilerine ve eserlerine sahip çıkılmalıdır.  Üçüncüsü,  hiç ummadığımız yerlerde muazzam birikimlere sahip kişilerle karşılaşabiliriz, onlardan çok önemli bilgiler öğrenebiliriz. Onlardaki cevheri keşfetmenin yollarını bulalım. Bu memleketin her köşesinde bilge insanlar vardır. Modern dünyanın büyüsüne kapılıp onları görmezden gelmeyelim. Onları bulup onlarla konuşalım ve elde ettiğimiz verileri kayıt altına alalım. Bu bilgileri yaygınlaştıralım. Gençlerimizi bu değerlerle tanıştıralım. Dili, kültürü, geleneği geleceğe taşımanın bir yolu da bu olur.  Dilimiz, kültürümüz, geleneğimiz bize su kadar, hava kadar lazım. Aksi halde yarınlarımız egemen kültürün/kültürlerin baskısı altında yok olur, gider. Son söz, orada tanıdığım bütün güzel insanlara selam olsun                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                 EYYUP YÜKSEL

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.