islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,4375
EURO
34,7411
ALTIN
2.439,70
BIST
9.915,62
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
15°C
İstanbul
15°C
Az Bulutlu
Pazartesi Az Bulutlu
17°C
Salı Az Bulutlu
17°C
Çarşamba Az Bulutlu
19°C
Perşembe Hafif Yağmurlu
19°C

GÜCÜ ELE GEÇİRMEK/GÜCÜN ELİNE GEÇMEK

GÜCÜ ELE GEÇİRMEK/GÜCÜN ELİNE GEÇMEK
6 Şubat 2024 09:30
A+
A-

Bundan tam 341 yıl önce, Devleti Âliye’nin Batı Karşı’sında yaşadığı “Viyana Bozgunu” ile açığa çıkan ve aleyhimize gelişen hadiseler dizisinin zihinlerimize, inkârı kabil olmayan bir hakikatmiş gibi yerleştirdiği bir kabul var: Güçlü olmalıyız/ gücü ele geçirmeliyiz!

Aslında bu kabul, millet olarak bütün serencamımızdan sarfı nazar etmeden düşmememiz gereken bir yanılgıdır. Zira bizi, tarih sahnesinde esaslı mertebelere çıkartan şey asla güç/kuvvet değildir. Genel olarak Müslümanların, özelde ise Türklerin Müslümanlıkla beraber yükselişleri, gücü ele geçirmeleri sayesinde değildir. “Hakkı üstün tutmaları” sayesindedir.

Hazreti Peygamber(sav)’in nübüvvetinden henüz 100-150 yıl geçmemişti. İslam Devleti’nin sınırları doğuda Çine, batıda Atlas Okyanusu’na ulaşmıştı. Hicri 92 yılında Endülüs’ü (İspanya) fethetmişlerdi. Akabinde Müslümanların ilerleyişi Fransa’ya dayanmıştır. Bu ilerleyişler neticesinde Sasâni Devletini yıkmışlardı. Müslümanlar Mısır’ı himayesine almış ve Doğu Roma İmparatorluğu büyük mevzi kayıpları yaşamıştı. Müslümanlar Anadolu içlerine ilerlemişler, daha hicri 50. yıla gelmeden Müslüman Araplar ilk İstanbul kuşatmasını yapmışlardı.

Maksadım bu ilerleyişin tahini sürecini yazmak değil. Bu ilerleyişin âmili olan hakikati orta yere koyabilmektir. Kuvveti üstün tutan, güce yaslanarak yeryüzünde egemenlik tesis edip insanlığı ifsat edenlerin, hak ve adaleti önceleyenlerin ruh yüceliğinden beslenen azim ve iradesi karşısında kolayca çözüldüğü su götürmez bir hakikattir. Kudüs’ü, İran’ı ve daha birçok bölgeyi, bir sarayı bile olmayan, devesine kölesiyle münavebeli olarak binen Hazreti Ömer fethetmiştir. Bedir’de üç yüz kişiyle bin kişilik,  Mute’de üç bin kişi ile yüz bin kişilik, Malazgirt’te elli bin kişiyle iki yüz bin kişilik orduları mağlup edenler sayı ve kuvvet olarak düşmanlarından üstün değil idiler. Vermiş olduğum misaller bu gerçeğin binlerce misalinden sadece birkaçıdır.

Rivayet odur ki, İran’dan Medine’ye gelen bir elçi, Halife ile görüşmek istemişti. Ona hırkasını bir hurma ağacının gölgesine atıp üzerine uzanmış Hazreti Ömer’i gösterdiler. Elçi, “Sizin Halife’nizin bir sarayı yok mu?” diye şaşakalmıştı. İşte o Ömer, adaletin timsali ve bugün mahkemelerimizin duvarında yazılı olan “Adalet mülkün esasıdır/temelidir”. Sözünün müellifidir ki ciltler dolusu manayı havidir.

Onca gücü ve şaşaasına rağmen Bizans’ın, adım adım çöküşüne mukabil, keçi çobanı denilen birkaç yüz çadırlık Kayı Boyu’nun serpilerek Cihan Devletine dönüşmesine sebep olan şey de asla güç/kuvvet değildir. Herkes bilmektedir ki, Osmanoğulları Beyliği’nin hâkim olduğu pazarlarda kimse haksızlık yapmaz. Eğer zihnim beni yanıltmıyorsa, Kemal Tahir’in “Devlet Ana” adlı romanında bir Emeni ya da Rum’un yaklaşık şöyle bir ifadesi vardı:. “Kayıların pazarında, oğlu Orhan bir Rum’a haksızlık yapsa, Kara Osman Bey gözünün yaşına bakmaz onu sopanın altına yatırır” .  Nihayetinde kurgu olan romandaki bu ifade, aslında Osmanoğulları’nı Cihan Devleti’ne dönüştüren sırrın roman formunda tespitidir. Avrupalılara “Başımızda Kardinal külahı görmektense Osmanlı sarığı görmeği yeğleriz”. Dedirten işte bu hakikattir. Yani Osmanlı karşısında Haçlılara sürekli mevzi kaybettiren şey onların hak ve adalete olan riayetleridir.

Bu tespitten ilhamla, Batı karşısında gerileyişimizin tek değil ama en mühim sebeplerinden birini, ben söylemeyeyim. Ama siz fehmedin. Elbette güç ile bir bölge, bir ülke hatta kıtalar zapt edilebilir. Ancak orada ancak sömürü olur, zulüm olur, acı ve gözyaşı olur. Ancak Hakk’a teslimiyet ve adalete riayet temelinde, bölgeler, ülkeler, kıtalar mamur olabilir. Kuvveti üstün görmek, güce yaslanmak kaçınılmaz olarak zulmü doğurur. Ne demişti eskiler: Zulmile âbad olunmaz!

Müslümanlar bulundukları yerde eğer “Gücü ele geçirelim, güçlü olalım sonra hak ve adaleti tesis edelim.” düşüncesinden hareket edelerse, arzu ettikleri şeyleri elde ettiklerinde sömürünün, adaletsizliğin, haksızlığın müsebbibi olurlar ancak. Meseleye, günümüzde gücün en çok tebarüz ettiği “ekonomi” bağlamında bakacak olursak, gücü ele geçirip adil bir düzen tesis etmeyi tasarlayanlar sadece yeni kapitalistler olabilirler.

Bu yazdıklarımın temelini teşkil eden hususları, dost meclislerinde, uzun yıllardır gündem ediyorum. Şu an Filistin’de, yeryüzü egemenlerinin kanatları altında, soykırımcı İsrail’in dehşete düşüren azgınlıkları ve buna mukabil İslam Dünyası”nın yaşadığı acziyet bu yazdıklarımın enine boyuna düşünülmesini ilzam ediyor.

Uzun uzun meselenin safahatını yazmaya lüzum yok.  Ancak özetle ifade etmek gerekirse, bütün küresel güç odaklarını ardına almış ve en gelişmiş silahlarla teçhiz edilmiş İsrail ordusu, bir avuç Hamas direnişçisi karşısında, kartondan kaplana dönüşüyorlar. Hamas çatısındaki Filistin direnişi dışında, işgalci ve şürekâsına karşı fiili tavır koyan, işgalci İsrail ve onu destekleyen egemenlerin gemilerine müdahale eden gariban bir ülke var. Yemen.  İşte gariban Yemen ile bir avuç Filistinli direnişçi kahraman, her türlü yokluğa rağmen canını dişine takarak işgalcilerin demir kubbelerini kevgire çeviriyor. Süper güçlerin karizmasını paçavra haline getiriyor.

Oysa “İslam Dünyası”nın güce; silaha ve paraya sahip olanları, türlü hesap-kitabın içinde debelenip duruyorlar. Ne hazin ki, siyasi ya da iktisadi bir yaptırım kararını bile alamıyorlar.

Birileri bu bağlamda bir sürü etnik, mezhebi mütalaalara girişebilir. Kırk dereden su getirip onun bunun stratejisinden dem vurabilir. Ben onlarla ilgili değilim. Benim ilgilendiğim yazının başından beri ifadeye gayret ettiğim hakikattir.

Kuvvet ve kudret sahibi Cenabı Hakk’tır. O, güç sahibi olmayı değil adaleti ve Hak üzere sabitkadem olmayı emretmiştir.

Ve O’nun yardım ettiğine kimse galip gelemez!

İyiliğin tesisi için gücü ele geçirecekleri günü bekleyenler güç tarafından devşirildiklerinden habersizdirler.

Vesselâm.

MİRATHABER.COM – YOUTUBE- 

Şaban Çetin

YAZARIN DİĞER YAZILARINI OKUMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ 

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.