islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5987
EURO
34,7452
ALTIN
2.497,10
BIST
9.524,59
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Yağmurlu
14°C
İstanbul
14°C
Yağmurlu
Cumartesi Açık
20°C
Pazar Az Bulutlu
21°C
Pazartesi Az Bulutlu
23°C
Salı Az Bulutlu
22°C

HANGİ İNSANLAR

HANGİ İNSANLAR
6 Nisan 2023 09:00
A+
A-

Ey her türlü kargaşanın, karmakarışıklığın tetiklediği ya da yol açtığı yaygaracı bir telaş içinde ileri-geri sağa-sola koşuşturan insanlar!

Mubârek Qur’ân’da 241 defa geçen ve genellikle de insan kelimesinin/kavramının çoğulu, yâni “insanlar” olarak meâllendirilen ve hep belirleyici ön ek/harf-i târif ile gelen en-nâs kelimesi/kavramı var.

İnsan kelimesini/kavramını etraflıca inceleyip değerlendirmeye çalışırken elif-nun-se [ا ن س] ve nun-se-ye [ن س ي] kökünden geldiğini görmüştük:

İnsan kelimesinin/kavramının elif-nun-se [ا ن س] kökünden gelmiş olması hâlinde, aynı kökten gelen ve özellikle de insan bağlamında çok önemli olan bir kavram var: unsiyyet ya da Türkçe yaygın telâffuzuyla ünsiyet ki, “birine alışarak onunla dostluk ahbablık kurmak” demek.

İnsan tam da böyle bir varlık: türdeşlerine alışarak ve bunun hiç kuşku yok ki, en değerli sonucu olan ve karşılıklı güvene dayanıp ondan beslenen dostluk ilişkisine girmeden varlığını bir türlü sürdüremiyor. Kendi türünden olan varlıklardan tamamen soyutlanarak yaşayan/yaşamak zorunda bırakılan insan zaman içinde tam bir hayvana dönüşüyor, hayvanlara mahsus davranışlar geliştiriyor.

İnsan kelimesinin/kavramının nun-se-ye [ن س ي] kökünden gelmiş olması hâlinde, aynı kökten gelen ve özellikle de insan bağlamında çok önemli olan bir kavram var: nisyân ki, “unutmak” demek. İnsan aynı zamanda “unutan” bir varlık. Unutmak/unutabilmek ise iki ağzı keskin bir bıçak: bir iyi tarafı var, bir de kötü. Kişi kendisine yapılan bir kötülüğü ya da başına gelen bir felâketi zaman içinde unutursa, bu iyi bir şeydir. Aksi halde hayatı cehenneme döner zira. Ama kişi unutmaması gereken bir şeyi unutursa, bu kötüdür, kötü sonuçlar doğurur! Hele bir de asla unutmaması gerekeni, ALLAH’ı, celle şânuhu, ve O’nun kulllarından biri olduğunu unutursa!”

İnsan kelimesinin/kavramının çoğulu olan unâs kelimesi, mubârek Kur’ân’da mubârek en-Neml sûresinin 56., mubârek el-A’râf sûresinin 82. ve 160., mubârek el-İsrâ’ sûresinin 71., mubârek el-Bakara sûresinin 60. âyet-i kerîmeleri olmak üzere yalnızca beş yerde geçer.

* * *

Nâs kelimesi/kavramı ise, üstâd Lane’in bildirdiğine göre  ن و س kökünden gelmektedir ve aslî anlamı “ileri-geri ya da sağa-sola salınır/sallanır olma hâli”dir. Daha çok saç lüleleri veya küpeler için kullanılır. Ama bir de bu kelimenin/kavramın özellikle ve öncelikle mubârek Kur’ân’daki kullanımında mutlaka dikkate almamız gereken ve insan bağlamında geçerli olan bir anlam boyutu da “kargaşanın, karmakarışıklığın tetiklediği ya da yol açtığı yaygaracı bir telaş içinde ileri-geri-sağa-sola koşuşturma hâli”dir! Bu kargaşayı-karmakarışıklığı hem toplumsal hayat bağlamında, hem de zihinsel bağlamda anlayıp değerlendirmemiz gerekir. Nâs tam da böyle bir insan türüdür! Hakk ve Hakîkat’in ölçü, değer ve kurallarının hâkim olmadığı toplumsal ve ekonomik hayat şartlarının ama aynı zamanda da Hakk ve Hakîkat bilgisiyle aydınlanmamış bir zihnin kaçınılmaz bir şekilde yol açtığı “kargaşanın, karmakarışıklığın tetiklediği ya da yol açtığı yaygaracı bir telaş içinde ileri-geri-sağa-sola koşuşturma hâli” içindedir! Dolayısıyla mubârek Kur’ân’ı hakkıyla anlamaya ve meâllendirmeye çalışırken nâs kelimesinin/kavramının bu son derecede önemli anlam boyutu ve alt çağrışımıyla ele almamız gerekecektir.

Öncelikle ve özellikle günümüzde olanca azgınlığı ile dünyanın hemen hemen her yerinde hükümfermâ olan ve her geçen gün daha da azgınlaşan Firavun Sistemi’nin “sihibaz”ları marifetiyle iyice aptallaştırdığı insanların durumu tam da bu değil mi?

Mü’min/Mü’mine Muslimanlar olarak, mubârek Kur’ân’da 17 yerde geçen “Yâ eyyuhe’n-nâs!” [يَا اَيُّهَا النَّاسُ] seslenişinde etrafımızda gördüğümüz bütün o “her türlü kargaşanın, karmakarışıklığın tetiklediği ya da yol açtığı yaygaracı bir telaş içinde ileri-geri sağa-sola koşuşturan insanlar”a bizim de bulunmamız gerekmez mi?

Yoksa…

Yoksa, bizim de Mü’min/Mü’mine Muslimanlar olarak pek bir farkımız kalmamış mı o “her türlü kargaşanın, karmakarışıklığın tetiklediği ya da yol açtığı yaygaracı bir telaş içinde ileri-geri sağa-sola koşuşturan insanlar”dan?

Mubârek Ramazân-ı Şerîf’te günde bir cüz Kur’ân’ı “yüzünden” okumak yerine, onun bildirdikleriyle yeniden yüzleşerek hakîkî anlamda îmân tazeleme, eksiklerimizi giderme cihâdına olanca samîmîyetimiz ve ciddîyetimizle sıvanmanın tam zamanı!

  • Ey her türlü kargaşanın, karmakarışıklığın tetiklediği ya da yol açtığı yaygaracı bir telaş içinde ileri-geri sağa-sola koşuşturan insanlar!

Eğer benim dînimden, yâni bir varoluş ve yaşayış ilkesi olarak benimsediğim temel ilkelerin tam olarak ne olup olmadıkları, dolayısıyla da evrensel bir geçerlilikleri olup olmadıkları konusunda kararsızlıktan kaynaklanıp beslenen bir şüphe içindeyseniz, size onları açıklayayım:

Ben sizin kulluk ettiğiniz hangi iddiada olurlarsa olsunlar, kendilerine hangi yakıştırmada bulunulursa bulunulsun, herhangi bir nitelikte ALLAH’ın seviyesine erişmeleri, dolayısıyla O’nunla kıyaslanmaları ve/veya O’na ortak olmaları asla mümkün olamayacağı için dışında-düşüğünde kalmaları zorunlu ve kaçınılmaz olanlardan birtakım kişilere, güçlere ya da kurumlara asla kulluk etmem!

Ben yalnızca zamanı geldiğinde hepimizi vefât ettirecek, dolayısıyla da hesâba çekecek olan ALLAH’a kulluk ederim!

Ve andolsun ki, ben hep Hakk Dîn’e îmân edenlerden olmakla emrolundum!

Ve andolsun ki, Hakk ve Hakîkat’ten sapmışlıktan ayrılıp Hakk ve Hakîkat Yolunu benimsemiş olarak bütün varlığının yönelişini, Âlemlerin Rabbi ALLAH’ın yegâne Hakk Dîn olarak uygun görüp onayladığı ve her türlü maddî-mânevî sıkıntıdan-dertten uzak/uzakta oluşu kazanabilmek için Âlemlerin Rabbi ALLAH’a şekksiz-şüphesiz, kayıtsız-şartsız teslîmîyet anlamına gelen ve Ezelî ve Ebedî olan Mutlak ve Nihâî Hakîkat’ten kaynaklanıp beslenen Yüce Ahlakî Değerler Sistemi’ne dayanan varoluş şekli, hayat tarzı, dünya görüşü olan İslâm doğrultusunda ve ona uygun olarak sapasağlam, dimdik ayakta ve diri tutmakla da emrolundum!

Siz de, ey her türlü kargaşanın, karmakarışıklığın tetiklediği ya da yol açtığı yaygaracı bir telaş içinde ileri-geri sağa-sola koşuşturan insanlar, ALLAH’ın dışında ve/veya ALLAH’ın yanısıra ilâh olarak benimsenen ya da ilâhlaştırırcasına yüceltilip kutsanan birtakım kişilere, güçlere ya da kurumlara kulluk edenlerden asla olmayın!

Ve andolsun ki, hangi iddiada olurlarsa olsunlar, kendilerine hangi yakıştırmada bulunulursa bulunulsun, herhangi bir nitelikte ALLAH’ın seviyesine erişmeleri, dolayısıyla O’nunla kıyaslanmaları ve/veya O’na ortak olmaları asla mümkün olamayacağı için dışında-düşüğünde kalmaları zorunlu ve kaçınılmaz olanlara herhangi bir konuda asla yalvarıp yakarmayın! Çünki onlar size asla herkesin rağbet edeceği, arzuladığı, hoşlanacağı ve beğeneceği gerçek değerleri kazandıran hiç bir fayda sağlayamaz ve andolsun ki, size gerçek anlamda zarar veremez!

Ama artık bunu bildiğiniz halde hâlâ onlara yalvarıp yakarırsanız, artık şu kesin bir gerçek ki adâletsizlik yaparak insanlara her türlü baskıda ve eziyette bulunan dolayısıyla da câhiliye karanlığının yaygınlaşmasına yol açanlardan olursunuz!

Ve andolsun ki, eğer ALLAH başınıza kötü bir hâl getirirse, o kötü hâli hiç kimse değil, ancak yine ALLAH giderebilir!

Ve andolsun ki, eğer ALLAH sizin için herkesin rağbet edeceği, arzuladığı, hoşlanacağı ve beğeneceği, faydalı ve değerli olanın gerçekleşmesi için gereken hükmü verirse, O’nun fazladan bahşettiği üstün kılıcı artı değeri tekrar geri döndürebilecek hiç kimse asla yoktur!

ALLAH, fazladan bahşettiği üstün kılıcı artı değeri kullarından kimin Hakk ve Hakîkat doğrultusunda gizli, yâni henüz bilinç düzeyine yükselmemiş ya da açık bir beklentisi olduğunu bildiği için, insanın kendi özgür irâdesiyle Hakk ve Hakîkat karşısında takındığı tavır-sergilediği tutumuyla gereğini yerine getirdiği zaman, bunun karşılığını veren İlâhî İrâdesiyle ona isâbet ettirir ki, diler!

Andolsun ki, ALLAH, Kulunu Rahmetiyle Sarmalayıp Koruyan’dır, Rahmetini Yaratmış Olduğu Bütün Varlıklara, Aralarında Hiçbir Ayırım Gözetmeksizin Dağıtan’dır!

Ey her türlü kargaşanın, karmakarışıklığın tetiklediği ya da yol açtığı yaygaracı bir telaş içinde ileri-geri sağa-sola koşuşturan insanlar!

Gerçekten de size Rabbinizden Ezelî ve Ebedî olan Mutlak ve Nihâî Hakîkat hedefine-amacına ulaşarak geldi! Artık kim insanı yaradılış amacının nihâî hedefine götürecek ve ALLAH tarafından belirlenmiş olan o dosdoğru yola ulaştırıp, o yolun üzerinde kalabilmesi için gerekli ve kaçınılmaz olan o son derece nâzik, sevgi dolu İlâhî Rehberlikle şereflenmeyi seçerse, şu kesin bir gerçek ki, bunu ancak, Hakk ve Hakîkat doğrultusunda yaratılmış olan ama kişinin kendi irâdesiyle Hakk ve Hakîkat’e aykırı davranışlar sergilemeye zorlayabildiği bir varlık özüne sahip olan kendi için seçmiş olur; faydası kendinedir!

Ve andolsun, kim Hakk ve Hakîkat’ten saparsa, artık şu kesin bir gerçek ki, ancak kendi aleyhine sapmış olur!

Andolsun ki, ben Mü’min/Mü’mine bir Musliman olarak sizin özgür irâdenizle yapacağınız bu seçimden dolayı sorumlu değilim ve sorumlu tutulmam!

10 Yûnus 104-105-106-107-108

 

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.