islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,4375
EURO
34,7411
ALTIN
2.439,70
BIST
9.915,62
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
15°C
İstanbul
15°C
Az Bulutlu
Pazartesi Az Bulutlu
17°C
Salı Az Bulutlu
17°C
Çarşamba Az Bulutlu
19°C
Perşembe Hafif Yağmurlu
19°C

LÂNETLİ KAVİM YOKTUR, LÂNETLİ ZİHNİYET VARDIR

LÂNETLİ KAVİM YOKTUR, LÂNETLİ ZİHNİYET VARDIR
16 Şubat 2024 09:04
A+
A-

Bu kitap çalışmasına başladığım günlerde henüz Filistin/İsrail savaşı başlamamıştı. Sonra savaş başladığında ülkemizde olduğu gibi dünyâ genelinde de yaptığı insânlık dışı zulüm/soykırım/katliam yüzünden İsrail’e karşı yöneticilerden çok halk ölçeğinde belki de şimdiye kadar hiç görülmemiş bir karşı çıkış ve dik duruş gösterildi. Hatta Gazze’de yaşanan acı trajediyi gören dünya vatandaşlarından Müslüman olmayan binlerce kişi; Gazze’de her şeylerini kaybetseler de Allah’a olan inanç ve teslimiyetlerini onurlu/ihlâslı bir kararlılıkla haykıran başta çocuklar olmak üzere kadın ve erkek her Müslümanın tavrı/vakarı/duruşu karşısında İslâm’ı yeniden keşfetmenin heyecanıyla Kur’ân’ı kendi dillerindeki tercümelerinden okumaya başladılar. Ve kaynaklar bu dönemde en çok aranan/okunan kitabın Kur’ân olduğu kayda geçirdiler. Elbette bu yeryüzünün geleceği açısından olumlu ve heyecan verici bir gelişmedir. Belki de insânlık buluşacağı ortak değerlerde veya Kur’ân’ın ifâdesiyle “ortak kelime”de yeni bir doğumun ön hazırlığının sancılarını yaşamaktadır.

Ama bu doğumun sağlıklı gerçekleşebilmesi için “tepkisel nefretten” çok, ciddi bir iletişim/tebliğ diline ihtiyacımız olduğu çok açık görülmektedir.

Bu yüzden kullanacağımız kelimeler ve kavramlar çok önemlidir ve bunlar “Âlemlerin Rabbi” olan Allah’ın insâna olan ilâhi mesajının/vahyinin evrensel yönüyle uyum içinde olmalıdır. Geçenlerde sosyal medyada gözüme bir yazı başlığı çarptı ama çok ilgiçtir bu başlığa konu olan yazıyı internette bulamadım. Başlık “Kabul olunmayan beddua! Kahrolsun İsrâil!” şeklindeydi. Uzun süre bu başlık zihnimi yoğun bir şekilde işgal etti ve Kur’ân’da gördüğüm üç âyet sonrasında gerçek anlamda bu bedduanın, slogan ve pankart hâline getirilmiş bu ifâdenin Kur’ân’ın ruhuyla/hedefleriyle neden uyuşmadığını idrâk ettim. Çünkü Kur’ân, insânların/toplumların “dil, kavim, cinsiyet ve etnik kökenleri” ile değil, onların tevhitten şirke/küfre sapan zihniyetleri/mantıkları ile uğraşmaktadır. Üstelik günahta veraset ve intikal de olmaz, hiç kimse atalarının işledikleri suçlar nedeniyle damgalanamaz ve kınanamaz.

Yeryüzünde varlık sahnesine çıkan her insân doğarken yaşadığı coğrafyayı, dili ve kavmi seçerek dünyaya gelmez. Bu gerçeklik Rûm/22. âyette şöyle vurgulanır: “Göklerin ve yerin yaratılması, renklerinizin ve dillerinizin farklılaştırılması (da) O’nun alâmetlerindendir: bunda, kuşkusuz, [fıtrî] bilgiye (anlama ve kavrama yeteneğine) sahip insanlar için dersler vardır![1] Dikkat edilirse âyette göklerin ve yerin yanında insânların taşıdığı renkler ve konuştukları diller de Allah’ın âyetleri olarak tanımlanmıştır. Bu demektir ki; yeryüzünde farklı renklerin/dillerin olması, Kur’ân’ın içindeki âyetler kadar kutsaldır ve hiçbir kimse Allah’ın yaratışındaki zenginliği gösteren bu çeşitliliği inkâr edemez ve bunları yok sayamaz.

Aynı gerçeklik kavimler/toplumlar için de geçerlidir ve onların çeşitliliği de Allah tarafından belirlenmiştir. Bu konuda Hucurat/13. âyette şu ifâdeler yer almaktadır: “Ey insânlar! Bakın, Biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık, ve sizi kavimler ve kabileler haline getirdik ki birbirinizi tanıyabilesiniz. Şüphesiz, Allah katında en üstün olanınız, O’na karşı derin bir sorumluluk bilincine sahip olanınızdır. Allah her şeyi bilendir, her şeyden haberdar olandır.[2]

Görülüyor ki; âyet önce “Ey insânlar” ifâdesiyle bütün insânların “bir anne babadan yaratılmış” biyolojik kökenindeki eşitliğe dikkat çekerek başlamakta, arkasından da tüm insânların hiçbir kalıtımsal üstünlüğe sahip olmadan tek bir insânlık ailesine mensup olduğunu vurgulamaktadır. Burada önemli olan nokta, insânların bu gerçekliği göz önünde bulundurarak birbirlerinin onurunu koruma ve gözetlemeleridir. Bu nedenle zaman içerisinde insânların farklı “kavimler” ve “kabileler” oluşturmaları, görünürdeki farklılığın birbirine olan üstünlük için değil, bu farklılığın arkasındaki temel insânî birlikteliği anlamak ve takdir etmek içindir. İşte bu nedenle Kur’ân’da bütün ırkçı, milliyetçi/kavmiyetçi veya kabilevi önyargılar kınanmış ve onaylanmamıştır. Fakat bizim burada konumuz açısından anlamamız gereken önemli nokta toplumların/kavimlerin sosyolojik bir realite olarak Allah tarafından ezeli hikmetin bir gereği olarak oluşturulmalarıdır.

Başka bir ifâde ile söylersek âyet farklı yaratılmanın “kimlik edinme ve bu kimlikle tanınma/tanışma” fonksiyon ve hikmetini onaylamakta; ancak farklı sosyal ve etnik gruplara mensup olmanın üstünlük vesilesi olarak kullanılmasını reddetmektedir. İnsânın şeref ve değerini, kendi irâdesi ile elde etmediği etnik aidiyete değil; kendi irâde ve çabasıyla elde ettiği evrensel değerlere bağlıyor. Âyetteki “etka” kelimesinin içerdiği takvâ kavramı; evrensel değerleri, erdemleri edinme ve bunların zıtlıklarından titizlikle kaçınma ve sakınmayı ifâde etmektedir.

Bütün bunlar bize gösteriyor ki; etnik kimliği ne olursa olsun hiçbir toplum/kavim/millet lânetlenemez, o topluma beddua edilemez ve bu tavırlar bir tepki unsuru olarak slogana dönüştürülemez.

Bu nedenle Kur’ân’da 41 yerde geçen “İsrâiloğulları” da bir kavimdir ve Hz. Yakûb’un çocukları ve onların soyundan gelenleri, Hz. Mûsâ’nın ve Hz. Îsâ’nın kavmi gibi geçmişte yaşamış insanların yanı sıra Hz. Peygamber zamanında başta Medine olmak üzere Arap yarımadasında yaşayanları kapsayan bir terkiptir. Üstelik Kur’ân’da İsrâiloğulları’na pek çok nimet ve mûcize verildiği[3], Firavun’un zulmünden kurtarıldıkları[4], diğer milletlere üstün kılındıkları[5], yüce Allah’ın birtakım emirlerin gereğini yerine getirmeleri noktasında kendilerinden söz aldığı[6] buna mukabil onların verdikleri sözü ihlal ettikleri[7], peygamberleri haksız yere katlettikleri[8], kutsal metni tahrif edip çarpıttıkları[9], cumartesi yasağını deldikleri[10] ve netice itibariyle pek azı hariç Allah’ın onları lanetlediği ve kalplerini katılaştırdığı[11] gibi İsrâiloğulları’nın karakteristik özelliklerini yansıtan detaylı bilgiler verilmektedir.

Bu bilgilere kaynak olan âyetleri incelediğimizde ise anlıyoruz ki; lânetlenip Allah’ın rahmetinden uzak olanlar kavim olarak İsrâiloğulları değil, bu kavmin içindeki hakikatten sapan, küfre/şirke düşen zihniyet/görüş/mantık ve ideolojidir. Bu gerçekliği de çok net bir biçimde Mâide/78. âyette görmemiz mümkündür: “İsrailoğullarından kâfir olanlar, Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle lânetlenmişlerdir. Bunun sebebi, söz dinlememeleri ve sınırı aşmalarıdır.[12] Dikkat edilirse âyette lânet konusu edinilenler “min beni İsrâile” ifâdesiyle İsrâiloğulları değil, İsrailoğulları’ndan bir grup/bölümdür. Fakat bazı meâllerde bu “-den/-dan” anlamına gelen “min” kelimesi gözardı edilmiş ve ifâde “hakîkati inkâra şartlanmış bulunan şu İsrâiloğulları” çevirisine dönüştürülmüştür ki bu karşılık Kur’ân’ın maksadına ters bir yaklaşımdır.

Buraya kadar yazdıklarımızı şöyle özetlememiz mümkündür: İnsânlık, aynı anne ve babadan dünyâya yayılmış geniş bir ailedir ve bu ailenin üylerinin zaman içerisinde farklı kimlik, renk, dil oluşturmaları Allah’ın irâdesiyle meydana gelmiş ve Kur’ân’da “âyet” olarak tanımlanmıştır.

Bu gerçeklik ortadayken hiçbir kimsenin/toplumun/kavmin dilini/ırkını/rengini/etnik kimliğini küçük görmek ve lânetlemek Allah’ın âyetlerine ters düşmektir. Kur’ân üzerine çalışanlar/düşünenler şunu mutlaka görmüşlerdir ki; Allah yarattığı varlıkları hiçbir zaman aslî hüviyetleriyle değil, daima sıfatları ve tevhide karşı takındıkları isyân/inkâr tavırlarıyla gündeme getirmiştir. Bu da bize “kahrolsun” diye başlayan tepkilerin kavimlere değil; ancak Allah katında tek din olan İslâm’a karşı küfrü/şirki seçerek yeryüzünü fesada boğan adaletten kopup zulme dönüşmüş zihniyetlere/mantıklara karşı gösterilmesi gerektiğini anlatmaktadır.

NECMETTİN ŞAHİNLER

MİRATHABER.COM -YOUTUBE 

YAZARIN DİĞER YYAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ 

 

[1] Rum/22   “Ve min âyâtihî halkus semâvâti vel ardı vahtilâfu elsinetikum ve elvânikum, inne fî zâlike le âyâtin lil âlimîn(âlimîne).

[2] Hucurat/13   “Yâ eyyuhen nâsu innâ halaknâkum min zekerin ve unsâ ve cealnâkum şuûben ve kabâile li teârefû, inne ekremekum indallâhi etkâkum, innallâhe alîmun habîr(habîrun).

[3] Bakara/57; Câsiye/46

[4] Bakara/50

[5] Bakara/47.

[6] el-Mâide/12

[7] Mâide/70

[8] Bakara/61

[9] Bakara/75

[10] Bakara/65

[11] Mâide/13

[12] Mâide/78 “Luinellezîne keferû min benî isrâîle alâ lisâni dâvude ve îsebni meryem(meryeme) zâlike bimâ asav ve kânû ya’tedûn(ya’tedûne)

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar
  1. Ömer Sami dedi ki:

    İnsânlık, aynı anne ve babadan dünyâya yayılmış geniş bir ailedir ve bu ailenin üylerinin zaman içerisinde farklı kimlik, renk, dil oluşturmaları Allah’ın irâdesiyle meydana gelmiş ve Kur’ân’da “âyet” olarak tanımlanmıştır.