islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5440
EURO
34,8790
ALTIN
2.429,98
BIST
9.645,02
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
24°C
İstanbul
24°C
Az Bulutlu
Çarşamba Az Bulutlu
22°C
Perşembe Az Bulutlu
20°C
Cuma Az Bulutlu
19°C
Cumartesi Az Bulutlu
18°C

HUKUKUN SİYASALLAŞMASI

HUKUKUN SİYASALLAŞMASI

Türkiye tarihsel geçmişi, coğrafi özellikleri ve jeopolitik konumu itibariyle dünyanın ve bölgesinin önemli ülkelerinden biridir. Farklı iklim özelliği, zengin bitki örtüsü, genç ve dinamik nüfusu, yeraltı kaynakları, kültürel çeşitliliği, doğu ile batı arasında köprü oluşu, sahip olduğu ekonomik potansiyel, eğitim, sağlık, ulaşım ve savunma alanında gerçekleştirilen projeler ülkemizin önemini daha da artırmaktadır. Tüm bu kazanımların korunması ve daha da geliştirilmesi, öncelikle adalet ve hukuk sisteminin güçlü olduğu bir sosyal düzenin sağlanmasıyla mümkündür. Aksi halde hukuka güven azalıp insanlar arasında kin, nefret, hakaret, kargaşa, kutuplaşma, ötekileştirme ve şiddet olağan hale gelebilir. Bu durum, ülkemizin huzur ve güven ortamını bozacağı gibi, dış dünyada da büyük bir itibar kaybına neden olacaktır.

Hukuk, toplumda insanların birbirine karşı davranışlarını düzenleyen ve uygulanması devlet gücüne bağlı olan kurallar bütünüdür. Buna göre hukuk devleti, insanların temel hak ve özgürlüklerini koruyup geliştiren, toplumda adaleti egemen kılan, hukukun genel ilkelerine aykırı davranmaktan kaçınan ve yargı kararlarını denetime açık bulunduran devlet demektir.

Temel insan hak ve özgürlüklerinin korunmasında en önemli unsur şüphesiz hukuktur. O nedenle inancımızda, kültürümüzde ve yasalarımızda hukukun üstünlüğü önemli bir ilke olarak kabul edilmektedir. Ancak bu ilkenin zaman zaman ihlal edildiği, insan hak ve özgürlüklerinin korunması sürecinde siyasal aidiyetin önemli rol oynadığı düşüncesi giderek yaygınlaşmaktadır. Belli bir dönemle sınırlı olmayıp öteden beri süregelen ve adeta kronik bir hastalığa dönüşen bu durum, “hukukun siyasallaşması” olarak tanımlanmaktadır.

Siyaset, toplum halinde yaşayan insanların sahip olduğu temel haklardan biridir. Kişi bu hakkını kullanırken doğal olarak siyasal tercihini de belli etmektedir. Ancak bu tercih, kişinin yargılanma sürecinde aleyhine bir duruma sebebiyet vermemelidir. Yani yargı bağımsız olmalı, yargılama sürecine müdahale edilmeden bağımsız ve adalete uygun bir şekilde karar verilmelidir. Aksi halde ideolojik düşüncelerden etkilenen, sadece güç ve otoriteye bağlı işlev gören bir hukuk sistemi, hiçbir zaman toplumun huzurunu ve güvenliğini sağlayamayacaktır.

Yargı kararlarıyla siyasal hakların engellenmesi, bireylerin toplumda savunmasız kalması demektir. Ayrıca siyasal anlayış farklılığına dayalı hak ihlâlleri toplumun sosyal dokusunu zedelemekte ve kesimler arası iletişimin uyum ve ahengini bozmaktadır. Bu durumda siyasî görüş farklılığını zenginlik ve alternatif çözüm önerileri olarak değerlendirebilecek bir anlayışın toplum kültürüne dönüşmesi oldukça önem arz etmektedir.

Hukukun siyasallaşması, adli davalarda adaletin gözetilmeyip yanlı davranılması, mahkemelerde aynı ya da benzer durumlar için farklı kararların verilmesi veya verilen kararlarda siyasetin etkili olmasıdır. Yargı bağımsızlığı ise mahkemelere intikal eden davaların görüşülmesi sürecinde hâkimlerin tarafsızlık ilkesini gözetmesi ve yargılama sürecinin dış müdahalelerden uzak bir şekilde yürütülmesi demektir.

Tarafsız davranılmadığı hissini uyandıran bir yargının ülkede güven ve adaleti tesis etmesi çok zordur. Eğer kişinin sahip olduğu siyasî düşüncesi kendisi ile ilgili bir davanın sonucunu etkiliyorsa, o toplumda sosyal barış sağlanamaz. O nedenle hukuk kurallarının herkese eşit ve âdil bir şekilde uygulanması son derece önemlidir. Aksi halde yargı kararlarında sosyal statü, maddî üstünlük, ideolojik ve fikrî yakınlık gibi nedenlere itibar edilip hukuka aykırı karar verilmesi, sosyal düzenin işleyişindeki bozukluğun ve insanlar arasındaki güvensizliğin temel nedenlerinden biri olacaktır.

Hukukun siyasallaşması sorunu pek çok ülkenin de sorunudur. Dolayısıyla bu konuda üretilecek çözüm önerileri yöresel ya da bölgesel değil, evrensel nitelikte olmalıdır.

Bir toplumda hukuk düzenini sağlamada devletin yazılı hukuk kuralları yeterli olmayabilir. Devletin iradesi dışında oluşan genel hukuk ilkeleri yanında örf ve âdet kuralları da hukuk düzeninin kapsamı içerisinde yer alır. Fakat bunun bağlayıcılık niteliği kazanması, pozitif hukuk tarafından tanınmış olması yanında, toplumun inanç ve kültürü tarafından da desteklenmesi gerekir. Nitekim insanlık tarihinde yaşanan tecrübeler, hukukun inanç ve değerler alanı ile yoğun ve güçlü ilişkisini ortaya koymaktadır.

Toplumsal hayatın barış ve huzur içerisinde devamına yönelik önemli ilkelere sahip bulunan İslâm dininde insanlar arası ilişkilerde, özellikle de hak ve yetki paylaşımında adaletin gözetilmesi gerektiği önemli bir ilkedir. Kur’an-ı Kerim’in adaletle ilgili bazı ayetlerinde şöyle buyrulmaktadır:

“Allah insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah her şeyi işitmekte ve görmektedir.”[1]

“Ey İnananlar! Kendiniz, ana babanız ve yakınlarınız aleyhine de olsa, Allah için şahit olarak adaleti gözetin; ister zengin, ister fakir olsun, Allah onlara daha yakındır. Adaleti sağlarken kendi heva ve hevesinize uymayın. Eğer âdil karar vermekten yüz çevirirseniz bilin ki, Allah işlediklerinizden haberdardır.”[2]

“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan ve adâletle şâhitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa olan kininiz sizi adaletten ayırmasın. Adaletli olun, çünkü bu takvaya daha yakındır.”[3]

“De ki: “Rabbim her işte doğru ve âdil olmayı emretti. Her secde ettiğinizde kalp ve beden ahengi içinde bütün varlığınızla O’na yönelin. İtaat ve ibadetinizde yalnız O’nun rızasını gözeterek tüm samimiyetinizle Allah’a yalvarın. Nasıl sizi ilk defa sizi O yaratmışsa, yine O’na döneceksiniz.”[4]

Bu ayetlerden de anlaşılacağı gibi, hukukun yazılı metinler halinde yasa ve yönetmeliklerde yer alması tek başına yeterli değildir. İnsanın zihninde ve gönlünde kendi hakkına razı olma ve başkalarının hakkına saygılı olma bilincini güçlendirmeye ihtiyaç vardır. Yani hak ve adalet bilinci, öncelikle insanın gönlünde ve aklında yer etmelidir. İslâm eğitiminde bu bilinç “Sizden birisi kendisi için istemediğini başkaları için de istemedikçe gerçek mümin olamaz” hadisi şerifinde özetlenen empati anlayışıyla dile getirilmektedir.

Etki gücünü toplumun ahlâkından ve bireyin vicdanından alan adalet ve empati anlayışı kişiyi; “en iyi hukuk, benim hakkımı koruyan hukuktur” bencilliğinden kurtarıp “en iyi hukuk, herkesin hakkını koruyan hukuktur” olgunluğuna ulaştıracaktır.

Prof. Dr. Hüseyin YILMAZ

[1] Nisâ 4/58.

[2] Nisa 4/135.

[3] Mâide 5/8.

[4] Araf 7/29.

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar
  1. Keramettin Aydın dedi ki:

    Hukuk ve adalet kavramlarını ayet ve hadis mealleriyle harmanlıyarak akademik bir makale halinde sunmak ancak bu kadar güzel ve akıcı olabilirdi.Hocamızın kalemine sağlık .Böyle ilmi ve önemli konuları geniş tefekkürü ile toplumun faydalanmasına sunması bizlere şevk ve heyecan vermektedir. Bu tür makalelerin arkasının gelmesini içtenlikle temenni ediyorum.