Bu makale biraz özeldir. Erbabına hastır. “Tam bana göre” diyenlere mahsustur.
Bir küçük duada meğer neler saklıymış neler! Şimdi gelin, uzun demeden o saklı mücevherleri, bulmaya, anlamaya ve okyanustan çıkarmaya çalışalım.
Bir gün Musa (as) Allah’a yalvardı ve:
“Göğsümü genişlet” dedi, ama ne ile genişletileceğini söylemedi. Bunun için müfessirler bazı ihtimaller üzerinde durmuşlardır. Bu müfessirlerden birisi de işarî tefsiri üzerinde çalışma yaptığım Âlûsî’dir.
Âlûsî, göğsün ne ile genişletilmesi gerektiğine geçmeden önce Allah Teâlâ’nın Kur’an’da kullandığı “Nûr” kelimesine dikkat çeker ve bununla on şeye işaret edildiğini söyler. Bundan sonra da ayetteki kapalı kısmı açıklamaya çalışır. Biz bu yorumu güzel bulduğumuz için sizlerle paylaşmak istedik.
Âlûsî’ye göre Allah Tealâ’nın Kur’an’da nur ile tanımladığı on şey şunlardır:
2. Nur, Resul’dür (sav). ( قَدْ جَاءَكُمْ مِنْ اللَّهِ نُورٌ وَكِتَابٌ ) “Allah’tan size bir nur ve bir kitap gelmiştir.” (Mâide, 5/15).
3. Nur, kitaptır. ( وَاتَّبَعُوا النُّورَ الَّذِي أُنزِلَ مَعَهُ ) “Onlar ki ,beraberinde indirilen nura (kitaba) tâbi oldular.” (A’raf, 7/157).
4. Nur, imandır, ( يُرِيدُونَ أَنْ يُطْفِئُوا نُورَ اللَّهِ ) “Onlar, ağızlarıyla Allah’ın nurunu (yani Allah’a iman nurunu) söndürmek isterler.” (Tevbe, 9/32).
5. Nur, Allah Teâlâ’nın adaletidir.( وَأَشْرَقَتْ الْأَرْضُ بِنُورِ رَبِّهَا )”Yer Rabbinin nûruyla (adaletiyle) aydınlandı.” (Zümer, 39/69).
6. Nur, aydır. ( وَجَعَلَ الْقَمَرَ فِيهِنَّ نُورًا ) “Ve ayı, bunların içinde bir nur yaptı.” (Nuh, 71/16).
8. Nur, beyyinattır, delillerdir. ( أَنزَلْنَا التَّوْرَاةَ فِيهَا هُدًى وَنُورٌ ) “Gerçekten Tevrat’ı da biz indirdik. Onda yol gösterme ve nur vardır.” (Mâide, 5/44).
9. Nur, peygamberlerdir (as). ( نُورٌ عَلَى نُورٍ ) “Nur üstüne nurdur, onlar.” (Nûr, 24/35).
10. Nur, marifettir: (Tanıma, bilme). ( مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ ) “Onun nuru,(marifeti) içinde lamba bulunan bir kandile benzer.” (Nûr, 24/35).
Musa (as) sanki bu on maddede zikredilen nuru dikkate alarak şöyle yalvarmak istemiştir:
İkinci olarak: Ya Rabbi! Peygamberlerin ahlakıyla ahlaklanmak suretiyle göğsümü genişlet.
Üçüncü olarak: Ya Rabbi! Vahyine tabi olmak, emir ve yasaklarına dikkat etmek, emirlerine uymak, yasaklarından uzak durmakla göğsümü genişlet.
Dördüncü olarak: Ya Rabbi! İman esaslarına kesinlikle inanmanın nuruyla göğsümü genişlet.
Beşinci olarak: Ya Rabbi! Senin hükmündeki adaletinin sırlarını anlamakla göğsümü genişlet.
Altıncı olarak: Ya Rabbi! İbrahim (as) in yaptığı gibi senin güneşinin ve ayının nurundan Celal-i İzzetinin nurlarına intikal ile göğsümü genişlet.
Sekizinci olarak: Ya Rabbi! Senin yarattığın yerde ve göklerde ayetlerinin toplandığı yerleri ve izahlarının düğümlendiği noktaları bilmekle göğsümü genişlet.
Dokuzuncu olarak: Ya Rabbi! Geçmiş peygamberlerin doğru halefi olmada ve âlemlerin Rabbinin hükmüne boyun eğmede beni peygamberlere benzet. Onlara benzeme hususunda göğsümü genişlet.
Onuncu olarak: Ya Rabbi! İman lambasını içimde yak. İçinde ışık bulunan kandil gibi göğsümü ışıklandır, gönlümü ferahlandır.
İşte Allah’a imandan ve sevdalanmaktan kaynaklanan bu ruhanî nur, gökteki cismanî güneşten birkaç defa daha üstündür.
İkincisi: Güneş, geceleyin kaybolur, lakin marifet güneşi gece de kaybolmaz.
( إِنَّ نَاشِئَةَ اللَّيْلِ هِيَ أَشَدُّ وَطْئًا وَأَقْوَمُ قِيلًا ) “Gerçekten gece kalkıp ibadet etmek daha tesirlidir ve geceleyin söz (dua etmek ve Kur’an okumak) daha etkilidir.” (Müzemmil, 73/6).
Üçüncüsü: Güneş fânidir, fena bulur. ( إِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ ) “Güneş dürülüp ışığı söndüğü zaman” (Tekvir, 81/1). Marifet güneşi fani değildir. Fena bulmaz. Aslı sabittir, dalları semadadır. ( سَلَامٌ قَوْلًا مِنْ رَبٍّ رَحِيمٍ ) Rabb-i Rahîminden onlara sözle selam vardır.” (Yâsin, 36/58).
Dördüncüsü: Güneş, ay tam karşısına gelince tutulur. Ama marifet güneşi, tutulmaz. Tam tersi marifet güneşi, ay karşısına gelmeyince tutulur, ışık vermez. Marifet güneşi (اشهد ان لااله الله ) dır, ay da ( اشهد ان محمدا رسول الله )dır. Bir insan, şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur, dese, şehadet ederim ki Muhammed onun rasülüdür, demese işte o zaman marifet güneşi tutulur.. Bu iman ve şehadetten nur gelmez, herkes karanlıkta kalır. Hz. Muhammed’e (sav) imanı ve itaati olmayan, Allah’a iman ve itaat etmiş olmaz.
Beşincisi: Güneş yüzü siyahlandırır, marifet güneşi ise yüzleri aydınlatır. ( يَوْمَ تَبْيَضُّ وُجُوهٌ ) “Gün gelecek, bir takım yüzler ağaracak.” (Âl-i İmran, 3/106).
Yedincisi: Güneş yakar, marifet güneşi insanın yanmasına engel olur. Mümin Sırat Köprüsünden geçerken Cehennem şöyle bağırır:(جز يا مؤمن فقد اطفأ نورك لهبي ) “Çabuk geç ey mümin, nûrun ateşimi söndürdü”[2][2]
Sekizincisi: Güneşin menfaati sadece bu dünyadadır. Marifet güneşinin menfaati iki dünyaya da şâmildir. ( فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيَاةً طَيِّبَةً وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ أَجْرَهُمْ بِأَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ) “Onu (marifet güneşiyle aydınlanmış Allah dostunu biz) dünyada hoş bir hayatla yaşatırız. Ahirette ise onları, işledikleri en güzel işleri esas alarak ödüllendireceğiz.” ( Nahl, 16/97).
Onuncusu: Güneş, hem dost, hem de düşmanın üzerine düşer, ışık verir. Marifet güneşi ise sadece velilere, Allah’a dost olanlara ışık verir. Allah’a imanı olmayan marifet güneşinden, yani Allah’ı tanımanın nurundan istifade edemez.
Onbirincisi: Güneş, halkın ahvalini tanıtır, kalbi halka kavuşturur. Marifet güneşi ise kalbi Hâlık’a (Yaratıcı’ya) kavuşturur.
Rûhaniyet mertebelerinin ilki olan kalbin genişlemesi, cismaniyet mertebelerinin en şereflisi olunca, Mûsa (a.s.) (رَبِّ اشْرَحْ لِي صَدْرِي) “Ya Rabbi! Göğsümü genişlet” (Tâ-hâ, 20/25) diyerek onu istemeye başladı.
Göğsün genişlemesinin ve oraya ilahi nurun girmesinin alameti, aldanma yurdu olan dünyadan kaçıp, ebediyyet yurdu olan ahirete yönelmektir.[3][3]
AYNI MANAYA GELEN FARKLI KELİMELER
Sadr (göğüs), kalp, fuad ve lübb.. Bu kelimeler çoğu kere hep aynı manaya geldiği bilinir. Âlûsî, işaret erbabının bunlar arasında fark olduğunu söylediklerini ifade etmekte ve şu açıklamayı getirmektedir:
Sadr (göğüs), İslâm’ın karargahıdır. ( أَفَمَنْ شَرَحَ اللَّهُ صَدْرَهُ لِلْإِسْلَامِ فَهُوَ عَلَى نُورٍ مِنْ رَبِّهِ ) “Allah’ın göğsünü İslâm’a açtığı kimse, Rabbinden bir nur üzerinde değil midir?” (Zümer, 39/22)
Kalp, imanın karargahıdır. ( حَبَّبَ إِلَيْكُمْ الْإِيمَانَ وَزَيَّنَهُ فِي قُلُوبِكُمْ ) “Allah size imanı sevdirdi ve onu sizin kalplerinizde süsledi.” (Hucurat, 49/7)( أُوْلَئِكَ كَتَبَ فِي قُلُوبِهِمْ الْإِيمَانَ) “Allah onların kalblerine imanı yazmıştır.” (Mücadele, 58/22)
Fuad, müşahedenin, (görmenin ve gözlemlemenin) karargahıdır. ( مَا كَذَبَ الْفُؤَادُ مَا رَأَى ) “Gönül gördüğünde yanılmadı, gerçeği gördü.” (Necm, 53/11)
Lübb, tevhit makamıdır. (إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُوْلُوا الْأَلْبَابِ ) “Doğrusu ancak sağduyu sahipleri öğüt alır.” (Zümer, 39/9) Yani onlar, mecazi varlık kışrından çıktılar, hakiki varlığın lübbüyle (özüyle ) kaldılar.
Mûsa (a.s.) kalbin değil de sadece göğsün genişlemesini istedi? Çünkü göğsün genişlemesi kalbin inşirahını gerektirir, ama aksi böyle değildir. Yine göğsün genişlemesi, kalbin genişlemesi için bir mukaddimedir.
Mevlâ (cc), onun mukaddimeye tâlip olduğunu bilince, neticeyi vermemesi O’nun keremine yakışmaz. Keza Mûsa (as), istemede edebi gözetmiş, en aşağı olanı istemekle yetinmiştir. Dolayısıyla maksudu kendisine verilmiş. ( قَدْ أُوتِيتَ سُؤْلَكَ يَامُوسَى ) “İstediğin sana verildi ey Mûsa! (Tâ-hâ, 20/36) denilmiştir.
Mûsa’nın (a.s.) Aziz ve Celil olan Rabbisine “Rabbim! Göğsümü genişlet” demesi ile Rabbin Habibi’ne (sav): ( أَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ ) “Biz, senin göğsüne inşirah (ferahlık) vermedik mi?” (İnşirah, 94/1). sözü arasındaki fark saklanamayacak derecede açıktır. Burada Kelîm (as) müriddir, yani isteyendir. Habib (sav) ise muraddır, yani istenen. Fark sabah gibi açıktır.
Bu fark gittikçe artıyor. Musa (as) ilahî huzurda nefsi için talepte bulunurken, bizim Peygamberimiz (sav) o huzurda kendisine: ( السلام عليك ايها النبي ) “Selam olsun sana ey Peygamber!” deniliyor. O da, ümmetini düşünerek: (السلام علينا وعلي عباد الله الصالحين ) “Selam hem bize hem de Allah’ın Sâlih kullarına olsun.” demektedir.[5][5]
İşte biz bütün peygamberlere iman etmiş olan müminler, aynı zamanda böyle kadri yüce bir Peygamberin ümmetiyiz. Bu lütfa ve bu nimete layık olmanın şükrünü eda etmekle yükümlü tutulmuşuz. Sonsuz hamdolsun Alemlerin Rabbine… Sonsuz salat ve selam olsun Onun Son Peygamberine ve bütün peygamberlerine… Sevgiler ve selamlar olsun o mübarek kafilenin izini sürenlere…
Ve:
Sonsuzluk Kervanı, peşinizde ben /Üç ayakla seken topal köpeğim!
Bastığınız yeri taş taş öpeyim, /Bir kırıntı yeter kereminizden!”[6][6]
Diyenlere, o kafileye ve o kafilenin re’sine ve reisine gönül verenlere selam olsun selam olsun selam olsun!
Dr. Vehbi KARAKAŞ
MİRATHABER.COM – YOUTUBE
[7][1] Tâ-hâ, 20/25
[8][2] Âlûsî, XVI, 213
[9][3] Âlûsî, XVI, 213.
[10][4] Âlûsî, XVI, 213.
[11][5] Âlûsî, XVI, 213.
[12][6] Necip Fazıl Kısakürek